30 Ağustos 1922, İngiltere ve Fransa İçin Önemli Bir Gündür

23 Nisan 1920’de bir milli meclisin açılmasıyla Cumhuriyetimiz kuruldu. Aynı yıl saltanatın kaldırılması ve «hakimiyetin bilakaydüşart millete” geçmesi, Türkiye’nin Cumhuriyet oluşunun gereğiydi. Cumhuriyet’i korumamızın ve bağımsızlığımızı kazanmamızın en önemli günü ise 30 Ağustos’tur. 29 Ekim 1923 günü, var olan Cumhuriyet’in, 30 Ağustos zaferinin açtığı yoldan «ilan edilme” günüdür.

Bağımsızlık silahlı güç olmadan sağlanamaz. Ama silahlı gücün varlığı yetmez. O silahlı gücün, bağımsızlığı yok etmiş olan saldırgan güce karşı zafer kazanması da gerekir. İşte 30 Ağustos silahlı gücün saldırganlara ve işgalcilere karşı zaferinin günüdür.

Bugün bu milli bayramımızı, Zafer Bayramımızı diğerleri gibi kutlamak bir görev haline gelmiştir.

Her milletin böyle önemli saydığı gün ya da günler vardır. Bir bağımsızlık savaşı vermeden kurulduysa bile her ülke kendine bir milli bayram yapmıştır. Ancak bizim milli bayramlarımız dünyadaki çok az ülkenin milli bayramlarına benzer. Çünkü 20. yüzyılın emperyalizme karşı savaşarak kurulmuş ilk milli devleti Türkiye Cumhuriyeti’dir. Kurtuluş Savaşımız, emperyalizme karşı verilmiş ilk, başarılı olmuş ilk kurtuluş savaşıdır. Bu yüzden, Türkiye Cumhuriyeti ve Kurtuluş Savaşımız öncüdür, önderdir, örnektir.

Yazımızın başlığında yalnız İngiltere ve Fransa geçmektedir. Başlık kalabalıklığı olmasın diye yalnız ikisini belirttik. Oysa bu iki emperyalist ülke 30 Ağustos 1922 tarihinde, Cihan Savaşının başından beri İtilaf Devletleri olarak bir çoklu bir grup oluşturmuşlardı. İtalya vardır örneğin. Yunanistan ise, Almanya’nın yenilmesi üzerine, İngiltere’nin cepheye sürdüğü ve kullandığı bir güçtür. Vaatlerle kandırılmıştır. Osmanlı devleti, Almanya’nın müttefiki olduğundan ve Almanya’nın teslim olması üzerine o da yenilmiş sayıldığından Osmanlı topraklarının paylaşılması gündem olmuştur. Yunanistan Krallığı paylaşılma olayına İngiltere adına dahil edilmiştir.

Şöyle ki; savaştan galip olarak çıkmış olmakla birlikte İngiltere daha fazla savaş yürütecek durumda değildi. Askeri gücünü ve ekonomik imkanlarını sonuna kadar kullanmıştı. İstanbul’u işgal etmişlerdi, ama savaşmayacaklarını biliyorlardı, çünkü Osmanlı padişahı ve yönetimi İngiltere’nin emri altına girmişti. İngiliz siyasal kurumlarında, askeri dönemin bitmiş ve siyasal ve diplomatik bir sürece girilmiş olduğu anlayışı vardı. İngiltere’de iktidarda olan şahinler ise paylaşmadan en yüksek kazançla çıkmak için Anadolu’ya asker çıkarmanın gerekli olduğunu ileri sürüyordu. Ayrıca, savaş döneminin zorluklarını yaşamış İngiliz halkı, savaş bittiğine göre, savaştan da zaferle çıkıldığına göre, yeni bir askeri planın uygulanmasını, adeta savaşın sürdürülmesi gibi bir durumu kabul edemezdi.

Bütün bunlara rağmen İngiltere’nin iktidardaki saldırgan yönetimi, planını uygulamaya çalıştı. Ancak İngiliz askerini savaş bittikten sonra Osmanlı topraklarında kullanamayacağı ortaya çıktığı için, Yunanistan’ın kendi emperyalist planının uygulayıcısı olmasını tasarladı. Yunanistan’da askeri seferlik başlattı, büyük bir Yunan ordusu ortaya çıkmasını sağladı, silah ve mühimmat yardımı yaptı, bölgede bulunan bütün askeri imkanlarını Yunanistan için kullandı, Yunan ordusunun İzimir’e ulaşmasında Akdeniz’deki savaş gemilerini taşımacılıkta kullanarak asker sevkini sağladı. Yunan kraliyeti alet edilmiş, Yunan halkı kandırılarak heveslendirilmiş oldu, Büyük Yunanistan ortaya çıkacaktı!

Ama en sonunda 30 Ağuston 1922 günü tarihin değişmesini sağlayacak bir irade vardı. Başarıya ulaşması beklenmeyen, toparlanması umulmayan, zaferi ise hiç hesaba katılmayan Türk milleti vardı, Mustafa Kemal Paşa ve Ankara’da kurduğu Cumhuriyet vardı.

İngiltere’den sonraki büyük devlet Fransa, savaşta olduğu gibi, İstanbul’un işgalinde İngiltere ile birlikteydi, Anadolu’nun bazı bölgeleri onun nüfuz ve hakimiyet alanı olarak belirlenmişti. Osmanlı topraklarında önemli bir miktar askeri gücü de bulunuyordu. Ancak savaşın çok yıpratmış olduğu Fransa’nın gerçekçi siyasetçileri, Ankara’nın mücadele azmini sezmişler, haklı bir mücadele yürütmekte olduğunu anlamışlar, bunların sonucu olarak da Türkiye’nin Kurtuluş Savaşının başarılı olacağı yolunda bir düşünceye varmışlardı. Bu ise Fransa’nın İngiltere’nin yanından ayrılması gereğini doğurmuştu. 20 Ekim 1921’de «Ankara Hükümeti” ile Fransa arasında bir antlaşma imzalandı. Böylece Mustafa Kemal’in Ankarası resmen tanınmış olduğu gibi, Fransa Türk ordularıyla savaşmaktan vazgeçti. Askeri birlikler geri çekildi, tutsaklar karşılıklı olarak serbest bırakıldı. «Ankara Antlaşması”yla Fransa bizim için «düşman” olmaktan çıktı, İngiltere yalnız kaldı.

İtalya’ya gelince, zaten başrol oyuncusu değildi. İki büyüğünün (İngiltere ve Fransa’nın) ağzına bakıyor ve bocalıyordu. Çünkü büyüklerin yolları ayrılmıştı. Kaldı ki, İngiltere’nin dayatmasına uygun bir şekilde Anadolu’da savaş yürütme mecali de kalmamıştı. «12 Adalar” ona hediye edilmişti, ama daha fazlasını istemenin ve beklemenin alemi yoktu. Anadolu’daki işgal ettiği bölgelerde (Ege’de İzmir’in güneyi ve Antalya civarı) askeri olmaktan çok toplumsal faaliyetler yürütür gibiydi. İşgalci bir güçten çok yolunu kaybetmiş bir ziyaretçiydi sanki.

Evet, 27 Ağustos günü İngiltere: Türkler beklenmedik bir şekilde taarruza geçmişlerdi. Ancak haberleşme kesildi. Bu gelişme çok önemli olmayabilirdi. Türklerin taarruzu püskürtülebilirdi. Yunan hükümeti iki gün sonra İngiltere’ye yardım edip edemeyeceğini sordu. Aslında etmeliydi de. Bundan anlaşıldığı üzere, Yunan ordusunun Anadolu’da bir şansı kalmamıştı. Savaşçı kesimler, İngiliz şahinleri çaresizdi. Anadolu’ya Yunan askeri sürülmesini doğru bulmayan yönetim kesimi ve parlamento grubu ise kendi taarruzuna hazırlanıyordu. 31 Ağustos günü ise, yalnız İngiliz kabinesi değil, bütün İngiltere merakla ve heyecanla beklenen son haberleri öğrendi, kimi çok üzüldü, kimi rahatladı. Londra borsası allak bullak oldu. Ama kesin olan, planın çökmüş olmasıydı. 1 Eylül yeni kabine arayışlarının başlama günüydü. 30 Ağustos, İngiltere için çok önemli bir gün olmuştu.

Fransa, biz zaten biliyorduk havasındaydı. Aslında Fransızlar için için sevinmiş olmalıydılar. 2 Eylül günü İngiltere’yi çok kızdıran bir hükümet açıklaması yaptılar. Taşlar yerine oturmuştu. Haklı çıkmış olmanın güveniyle başbakan «kutlamaları” kabul etti. 30 Ağustos, Fransa için çok önemli bir gün olmuştu.

İtalya, biz zaten inecektik der gibiydi. Anadolu’dan bütün güçleri çekme hazırlıkları o yılın eylül ayında başlamış olmalıydı. Böylece bu maceradan kurtulmuş oluyorlardı. 30 Ağustos, İtalya için oldukça önemli bir gün olmuştu.

Yunanistan 31 Ağustos günü, artık geri dönüşü olmayan bir yolun açılmış olduğunu gördü. Nasıl olabilmişti Türklerin bu taarruzu? Kimse beklemiyordu. Hem Atina’da, hem de Anadolu’daki Yunan komutanlığında herkes birbirini suçluyordu. Aradan üç-dört gün geçti, anlaşılan Türkler durdurulamayacaktı. Çünkü Yunan askerleri geri çekilmiyorlardı, kaçıyorlardı. İngiltere’den destek gelmeliydi, ama beklentiler beş ve altıncı gün sonunda tamamen bitti. Yunan ordusu başkomutanı da esir düşmüştü. Artık günün sorunu, Anadolu’ya çıkmış olan birliklerin, Yunan askerlerin nasıl kurtarılacağıydı. İngiltere’ye tekrar yalvarası oldular, İngiliz gemileri Yunan askerlerini kurtarmalıydı. Neyse ki İngiltere kurbanını kırmadı, İzmir körfezinde zaten altı gemi vardı, Akdeniz’deki İngiliz kruvazörlerinin yetişebilenleri de yolcu gemisine döndü. Yunanistan’da başka neler mi oldu, bu başlı başına bir yazı konusu, buraya sığdırmaya çalışmamak lazım; kral neye yapacağını şaşırdı, hükümet düştü, ekonomik bir darboğaza girildi, İngiliz düşmanlığı ortaya çıktı vb. Yani 30 Ağustos Yunanistan için de çok önemli bir gün olmuştu. Ama yetmedi, arkasından, İnglitere için fazla anlamlı değildi ama, Yunanlar için 9 Eylül de önemli bir gün olacaktı. Konumuz 30 Ağustos olduğundan «Eylül günleri”ni ele almayacağız.

Bunları da sevebilirsiniz