Hukuka İhtiyaç Hiç Bu Kadar Olmamıştı

Benim zamanımda hukuk fakültelerine giriş çok zor değildi. Hukuk fakültelerinin puan skalasındaki yeri filolojilerin hemen üzerindeydi. Tıp her zaman olduğu gibi yine en yukarılardaydı ve onu mühendislikler takip ediyordu. Yine benim zamanımda üniversite için tek sınav da yoktu. Yıldız Teknik Üniversitesi ve ODTÜ sınavları genel merkezi sınavdan ayrı yapılırdı.

Hukuk fakülteleri meselesine dönersek, hukuk tercih edilmeyen dışarıdan da bitirilmesi mümkün olan bir meslek seçimiydi. Daha çok yoksul öğrenciler tarafından tercih edilirdi, zira hem okuyup hem de çalışma olanağı vardı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin de puanı yüksekti. Mülkiyelilerin birbirlerini kollaması ve kilit noktalara üstad-çırak ilişkisiyle yerleştirilmeleri, ağabeyler tarafından korunur olunması bu fakülteye tercihi çok yukarılara çekiyordu. Dışişleri Bakanlığı’na meslek memuru olarak girmeniz idealinizse eğer, Siyasal Bilgiler Fakültesi birinci derecede tercih nedeni olmak zorundaydı.

Zamanla bu değişti. Şimdi artık SBF’den mezun olmak, Dışişleri Bakanlığı’na girmek için kesin bir kriter olmaktan çok uzak. Hatta belki AKP döneminde «dezavantaj” olarak bile görülebilir. Siyaset bilimi tercihini yapan, Koç veya Boğaziçi üniversitelerine kapağı atmak isteyen çocuklar, Dışişleri Bakanlığı’nın potansiyel elemanı durumuna geçtiler.

Yine benim zamanımda hukuk fakültesine girmek zorunda(!) kalan öğrencilerin kafasında hep fark dersleri vererek Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olmak yatardı. Hukuk kesmezdi yani.

Şimdi ise hukuk fakülteleri tercih sıralamasında en üst basamaklarda bulunuyor ve onlarca hukuk fakültesine rağmen puanları düşmüyor. Hukuka olan ihtiyaç ve talep Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde bu kadar yukarılara çekilmemişti.

Peki ama neden_

Hukuk fakültelerinden mezun olan öğrencilerin kolaylıkla iş bulduğu söylenebilir mi, elbette hayır. Herkes ne kadar işsizlik topunun ağzındaysa, hukuk mezunları da o kadar zor durumda. Serbest avukatlık yapmak öyle kolay değil, çünkü belli bir yatırım gerektiriyor. Devlet dairelerinde işe başlamayı başarabilen hukuk mezunları ise herhangi bir lisans eğitimi almış kişilerden daha avantajlı başlamıyor meslek hayatına.

Ama hukuk fakülteleri günümüz lise son sınıf öğrencileri için adeta aslanın ağzında. Bunun en büyük nedeni, artık bu ülkede hukukun çivisinin çıkmış olması. Adaletin asla adil olarak dağıtılmadığı bu ülkede, insanlar kendi adaletlerini kendilerinin savunabileceğine inandırıldılar. Yargıçlık veya savcılık mesleği, kuvvetler ayrılığı ilkesine bağlı bir Adalet Bakanlığı bünyesinde cazip bir meslek olabiliyor. Yargıç ve savcıların başka bir «güç” olduğu ve yürütme tarafından denetlenemiyor olması, bu meslekleri revaçta kılıyor, ama bir başka sıkıntı da, mevcut iktidarların yargıç ve savcılarını adaletin terazisi ile seçmediği, kendine yakın görüşleri bakanlık bünyesine topladığı da bir gerçek.

Böyle giderse eğer, bundan beş altı yıl sonra Türkiye, hukuk fakültelerinden mezun olmuş hukukçudan geçilmeyecek duruma gelecek ve tabii hemen ardından da hukuk fakültelerine talep azalacak. Bu, ekonomide bir yıl önce pahalı satılan bir tarımsal ürünün ertesi yıl bir yıl öncesine göre daha fazla üretilmesine benziyor. Bir yıl önce elindeki mahsulden iyi kar eden üretici, ertesi yıl herkesin aynı ürüne yönelmesi nedeniyle zarar bile edebiliyor. Sonuçta, ekonomi sayfalarında okuduğumuz, bilmem kaç ton domatesin denize dökülmesi, trajedisini yaşıyoruz. Fiyatın bir yıl öncesine çekilebilmesini sağlamak için üretici elindeki ürünün yarısını yok etme yoluna gidebiliyor.

Hukuk fakültelerine bu hızla başvuru ve talep olursa eğer, yakın gelecekte hukuk mesleğinin talep fazlası gündeme gelebilecek ve belki de işsiz hukukçular ülkesi haline gelebileceğiz.

Ama günümüzde hukuk fakültelerine aşırı talep olmasının nedenini sırf mesleki formasyon açısından değerlendirmek yanlış olur. Hukukun ayaklar altına alındığı son on beş yıl süresince insanların ajandalarında hukukun ne kadar önemli bir alan olduğu fark edildi. Oysa ne kadar çok hukukçu mezun edilirse edilsin, yargı sisteminde köklü değişiklikler yapılmadığı sürece, bu okullardan mezun olacak hukukçuların ya mevcut iktidarın (şimdi AKP, ileride başka bir parti olabilir) tercihi ve ona itaat ölçüsünde değerlendirilecek. Bu da mutsuz hukukçular ordusu yaratılmasına ön ayak olacak. İşsizliğin vurduğu darbeden bu kez hukukçular da nasibini alacak ve ortalık hukukçuların olduğu ama hukukun olmadığı bir alana dönüşecek.

Muktedirlerin kendi çıkarları yönünde hukuk ile hoyratça oynamaları, yasaları değiştirerek hukuk sağlamaya çalışmaları, bu güzide mesleği de sıkıntıya sokuyor. Günümüzde savcı ve yargıç atamalarının yapıldığı HSYK 1. Dairesi ile Adalet Akademisi artık hangi iktidar gelirse gelsin, iki dudağının arasına sıkışmış durumda. Bu da hukuku en derinden etkileyen bir «kalitesizlik” yaratmakta. Hukuk değil de «iş” olarak bakmaya başladığında bir hukukçu, artık o ülkede adaletin de küçük slalomlarla ancak yerine getirilmeye çalışıldığı bir kaosa dönüşmekten kaçamaz.

Kimsenin hevesini kırmayalım, ama bir ülkede hukukçu sayısının artmasıyla hukuk sağlanmıyor, yasa yapıcıların hukuka saygısıyla ve yargının kuvvetler ayrılığı prensibine göre kendi ayakları üzerinde durmasıyla sağlanabiliyor.

Sistem kendi hukukunu yaratma yoluna gidiyor ve evrensel hukuk ilkelerinden uzaklaşıyorsa eğer, genç hukukçularımızı kocaman bir mutsuzluk bekliyor demektir. Bundan kurtulmanın yolu ise, hukukun yine hukuk çerçevesi içinde ve adil olarak çözülmesinden geçiyor. Yeni hukukçuların bu konuya eğilmeleri şart.

Bakalım önümüzdeki yıllar yaşadığımız hukuk garabetinden kurtulmamızı sağlayacak hukukçular yetiştirecek mi?

Bunları da sevebilirsiniz