Eğitimde Bir Akreditasyon Kurumu Oluşturmayı Ne Zaman Düşüneceğiz?

Ülkemiz eğitimde son yıllarda önemli eşiklerden geçiyor. Çeşitli mevzuat düzenlemeleriyle okula başlama yaşından dershanelerin kapatılmasına, ulusal sınavların yapısından ders adlarına ve içeriklerine, nihayet millî eğitim teşkilat yapılanmasına kadar kritik kararlar alınıyor.

Bunların bazıları niceliksel ve mali uygulamalar iken kimileri de eğitimin birikmiş ihtiyaçlarına cevap verme hedefiyle uygulamaya konuluyor. Ancak doğrudan doğruya eğitimin niteliğini ilgilendiren ve ülke genelinde standardizasyon oluşturmayı amaçlayan bir girişime ne yazık ki tanıklık edemiyoruz.

*******

Eğitimde ivedi olarak bir akreditasyon kurumu kurmak gerekiyor.

Bu kurum, K-12 okullar ile üniversiteleri çeşitli kriterlerle incelemeyi ve liyakat sahibi olanları belgelendirmek üzere görevlendirilen, kâr amacı gütmeyen, üyelerinin yönettiği, mevzuat ile tanınan ve bütünüyle özerk bir yapıda olmalı.

Aslında Türkiye’nin böyle bir deneyimi yok değil. On beş yıl önce çıkarılan 4457 sayılı kanunla kurulan Türk Akreditasyon Kurumu bu anlamda ciddi bir tecrübe sunuyor. Laboratuvarların, muayene ve belgelendirme kuruluşlarının ulusal ve uluslararası kabul görmüş teknik kriterlere göre değerlendirilmesini, yeterliliğinin onaylanmasını ve düzenli aralıklarla denetlenmesini amaçlayan Kurum, uygunluk değerlendirme kuruluşlarının ulusal ve uluslararası standartlara göre faaliyette bulunmalarını ve bu suretle uygunluk değerlendirme kuruluşlarınca düzenlenen belgelerin ulusal ve uluslararası alanda kabulünü temin etmeyi amaçlıyor.

*******

Eğitimde bahsettiğimiz yapı elbette daha farklı; ancak ülke genelinde bir standartlar manzumesi oluşturmak adına benzer bir girişim. Her kademedeki okulu, yapılanması, yönetim kalitesi, eğitim imkânları, şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaştığı eğitim harcamaları, görev yapan öğretmen / öğretim elemanlarının donanımları, mesleki tecrübeleri, araştırma imkânları, öğrenci başına düşen kitap sayısı, -üniversiteler için- mezunlarının iş hayatındaki konumları ve diğer çeşitli kriterlerle değerlendiren bir yapıya zaman yitirmeksizin ihtiyacımız var.

Bu yapının yokluğu ve yabancı kuruluşlar tarafından onaylanma / beğenilme / takdir edilmenin de dayanılmaz hazzı nedeniyle ülkemizdeki özel okullar özellikle son on yılda yabancı kuruluşlara akredite olma yolunu seçmeye başladı. Bu akreditasyon süreçleri dikkatle incelendiğinde -iyi niyetler çabalar olsa da- bir okulu gerçek anlamda ne kadar kaliteli ve donanımlı olarak değerlendirdiğine ilişkin soru işaretleri görülecektir. Daha çok «global yurttaşlık”, «süreçler”, «dokümantasyon”, «eğitim liderliği” gibi konu başlıklarının üzerinde duran üyelik süreçleri, aslında «toplam kalite” çalışmalarının bir türevi olarak da görülebilir.

Hatta kimi konu başlıkları var ki bir uluslararası akreditasyon olmaksızın, ayakta kalmak isteyen her okul için gereklilikleri ortaya koymaktadır. Bunları kendi iyiliği ve vizyonu için yap(a)mayan kurumlarımızın Anglo-Sakson eğitim örgütleri için neden heyecanlandıklarını açıklamak kolay değildir.

*******

Diğer yandan her yabancı akreditasyona kuşkuyla yaklaşıyor değiliz. Örneğin İstanbul Teknik, Orta Doğu Teknik, Boğaziçi ve Bilkent Üniversitelerinin sahip olduğu ABET (Accreditation Board for Engineering and Technology) akreditasyonu gibi.

Yükseköğretim kurumlarının uygulamalı bilim, mühendislik, teknoloji ve bilişim alanlarındaki programlarını akredite eden bir oluşum olan ABET’ten 2011 yılında 23 mühendislik programıyla birden akreditasyon almış olan ve bunu da öğretim dili %100 İngilizce olmadığı hâlde gerçekleştirmiş olan İTÜ ülkemizin yüz akı olmuştur.

ABD’den gelen, aralarında akademi, sanayi ve sivil toplum kuruluşlarından uzman temsilcilerin yer aldığı 26 kişilik ABET heyetinin bütçe, laboratuvar imkânları, kütüphane zenginliği, öğrenci işleri, bilgi işlem alt yapısı, ders programlarının içerikleri ve öğretim üyelerinin özgeçmişlerine varan çok geniş bir yelpazede yaptığı akreditasyon değerlendirmeleri gerçek anlamda bir kurumun niteliğini ölçebilir.

*******

Zaman zaman dile getirildiği üzere K-12 okullara turistik işletmelerde olduğu gibi yıldız verme şeklindeki magazinel öneriler, daha bu işe kalkışmadan eğitim yöneticilerinin ciddiyetini ortaya koymaktadır.

Okullarımızın ihtiyacı olan, yukarıda belirttiğimiz ciddiyetle konuya yaklaşan hakiki bir nitelik arayışı ve «tüccar” kurumlarla «eğitim” kurumlarının farkını ortaya koyan ayrıntılara girebilecek olan süreçlerdir.

Tamamen yatırımın geri dönüşü üzerinde duran, bu amaçla yabancılarla ortaklık yapan, isim hakkını satarak bayileşme yoluna giden, okul ve öğrenci sayısı, kapalı alan, bilanço ve kârlılık üzerinde duran kurumları eleyemeyen akreditasyonların ciddiye alınacak bir tarafı olmayacaktır.

Bunları da sevebilirsiniz