El Kaide Bağlantılı Gruplar Kime Neye Hizmet Ediyor?

Van, İstanbul, Kilis, Adana, Gaziantep ve Kayseri´de eş zamanlı olarak yapılan El Kaide operasyonlarında gözaltına alınanlar Suriye´ye 15´erli gruplar halinde savaşçı göndermek, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerden gelen El-Kaidecilerin Suriye´ye geçişini sağlamak, zekât, yardım, deri gibi kalemlerle esnaftan para toplayarak bu parayı Suriye´de savaşan El-Kaide güçlerine aktarmak ve Suriye, Pakistan ve Afganistan ülkelerine silahlı eylemlerde kullanılmak üzere eleman, para, gıda, yiyecek, silah vb. temini ve aktarımı yapmakla suçlanıyor.
El Kaide bugün Türkiye´nin başına büyük bir bela olmuş gözüküyor. Amerikan istihbaratına yakın kaynakların iddiası Türkiye´nin El Nusra´ya silah sağlanmasına ve yüzlerce cihatçının bölgeye akmasına göz yumduğu şeklinde. Aslında sadece Türkiye´nin, Suudi Arabistan´ın ve Katar´ın değil NATO müttefiki Avrupalı ülkenin de Suriye´de El Kaide ile ilişkili örgütlerin büyümesini önleyecek ortak bir duruş sergileyememelerinin en önemli nedeni öncelikle Esad güçlerini yenmek istemeleri. Bir diğer deyişle de bu gruplarla kısa vadeli ortak amaçlara sahip olmaları.
El Nusra ve Irak Şam Devleti´nin ilk aşamada ağırlığı Esad ve bir o kadar da onun destekçileri olan Hizbullah ve İran´a vermesi Batı ve İsrail açısından bu oluşumlara yönelik bakış açısını da etkilemiş gözüküyor. Türkiye´nin El Nusra ve Irak Şam Devleti´ne yönelik yaklaşımının ise Suriye´de PKK bağlantılı Demokratik Birlik Partisi´nin (PYD) güç kazanmasının önüne geçme isteğinin etkisinde geliştiği yolunda güçlü iddialar bulunuyor. Söz konusu partinin lideri Salih Müslim Türkiye´nin sonunda El Kaide ile bağlantılı gruplara olan desteğini kestiğini ileri sürdü. Müslim’e göre, Türkiye’nin politikasını değiştirmesinde «Uluslararası baskının önemli payı var, ayrıca bu gruplar Türkiye’nin güvenliğini de tehdit ediyor”. Başbakan Tayyip Erdoğan bu iddiaları kesin bir dille reddeder ve bu konuda somut kanıtlar gösterilmesini isterken Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu internette yayınlanan Al-Monitor sitesine verdiği mülakatta sınırlardan geçenleri denetlemenin zorluklarına değinerek «Türkiye´ye 34 milyon turist geldiğini ve sadece görüntülerinden dolayı bazılarına terörist muamelesi yapılamayacağını” vurguluyor.
Bugün cihatçı milislerin Suriye’ye geçişini engellemek için yeterli çaba sarf etmediği hatta onların topraklarını bir üs olarak kullanmasına göz yumduğu iddia edilen Türkiye ile müttefikleri arasındaki temel ayrılığın El Kaide bağlantılı gruplar üzerinden bir vekalet savaşı yürütülüp yürütülmemesi veya onlara bir süre de olsa göz yumulup yumulmaması konusundaki farklı bir anlayıştan ziyade bu savaşın hedefi olarak hangi grupların ve ülkelerin seçileceği meselesinden kaynaklandığı ileri sürülebilir.
Diğer taraftan El Kaide´nin kısa vadede gördüğü, görebileceği işlevler üzerinde yoğunlaşmak yerine bir ülkede El Kaide bağlantılı grupların varlığının yarattığı ve yaratabileceği sonuçlar üzerinde durduğumuzda ise karşımıza çok daha vahim bir tablo çıkıyor. Bu tablonun bir yönü El Kaide´yi bir araç olarak kullanma heveslisi ülkeler sayesinde bu yapının büyüyen gücünün bir sonraki aşamada kontrolden çıkarak bu ülkelere hem dış hem de bir iç tehdide dönüşmesi olasılığı. Bu tehdidi en fazla hissedecek olanlarsa açıktır ki çatışma bölgelerinin yanı başında yer alanlar olacaktır.
Londra’da bulunan Uluslararası Radikalleşme Çalışmaları Merkezi’nin ( International Centre for the Study of Radicalisation: ICSR) açıkladığı verilere bakılırsa Suriye’ye giden yabancı savaşçıların yüzde 18’i Avrupa’dan. Bunun içinde Fransa, İngiltere, Almanya, Belçika ve Hollanda başı çekiyor. Yabancı savaşçıların yüzde 70’inin geldiği Orta Doğu ülkeleri arasında ise en fazla sayı Ürdün’e aitken (2089) bunu Suudi Arabistan (1016), Tunus (970), Lübnan (890), Libya (556) ve Türkiye (500) izliyor (Bakınız. http://icsr.info/2013/12/icsr-insight-11000-foreign-fighters-syria-steep-rise-among-western-europeans/)
Her ne kadar Avrupa ülkelerinden gelen cihatçı grupların daha sonra varlık gösterdikleri çatışma bölgelerinden ayrılarak edindikleri kanlı tecrübelerle yine geldikleri ülkelere geri dönmeleri bir olasılıksa da aynı oluşumların sınır komşuları ülkelerde yaratacağı tehditler bunlardan kat be kat fazla. Suriye´nin Carablus kentine bağlı Çobanköy tren istasyonu bölgelerinde Irak Şam İslam Devleti Örgütü´nün Türkmen köylerine saldırısı ve Suriye´li Türkmenlerin Türkiye´ye sığınması sonrasında Türk Silahlı Kuvvetleri´nin müdahale etmek durumunda kalması bu tehditlerin güncel örneklerinden sadece birini oluşturuyor.
Asıl önemlisi cihatçı grupların varlığının başlangıçta Esad gibi liderlerin isyancılara karşı yürüttüğü propagandaların da bir unsuru olmasına rağmen orta ve uzun vadede Müslümanlar arasında Sünni-Şii ayrılığını pekiştirmenin ve buna ilaveten bizzat Sünnilerin arasındaki dayanışmayı çökerten ve onların bir arada hareket ederek haklarını demokratik yollardan korumak için yaptıkları mücadelelerin de önünü kesen bir unsura dönüşmesi. Bu ortam ise gerek Irak´ın gerekse de Suriye´nin Orta Doğu´da tekrar güçlü bir irade koyacak bir konuma hiç bir zaman ulaşmamasını arzulayanlar ve hatta toprak bütünlüğünün bozulmasını tercih edenler için kaçırılmaz bir fırsata dönüşebilir.
El Kaide ile bağlantılı olduğu ileri sürülen cihatçı milislerin çatışma bölgelerinde doğrudan ve dolaylı neye kime hizmet ettiklerini değerlendirirken konuyu farklı zaman dilimlerini dikkate alarak tartışmak gerekiyor. Zira cihatçı grupların varlığı dış güçlerinin birbirlerinden farklı amaçlarına dönemsel olarak hizmet ediyor ve bu sayede geçici bir süre hoşgörü ya da kayıtsız kalmak söz konusu olabiliyorsa da aslında bu gruplar Suriye ve Irak´ın bir bölümünde İslami bir emirlik kurmaya çabalarken bir taraftan da bizzat varlıklarıyla gerektiğinde dış aktörlerin bölge ülkeleri üzerindeki müdahalelerini meşrulaştıran ve meşrulaştıracak bir gerekçe sunuyorlar. Bu bağlamda bugün Amerika açısından Suriye’deki iç savaşın giderek El Kaide odaklı bir terör sorunu olarak telakki edilmeye başlaması Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehlikeye atabilecek ve bu arada da Türkiye’yi büyük sorunlarla karşı karşıya bırakabilecek tehlikelerin bir habercisi olarak görülebilir.

Van, İstanbul, Kilis, Adana, Gaziantep ve Kayseri´de eş zamanlı olarak yapılan El Kaide operasyonlarında gözaltına alınanlar Suriye´ye 15´erli gruplar halinde savaşçı göndermek, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerden gelen El-Kaidecilerin Suriye´ye geçişini sağlamak, zekât, yardım, deri gibi kalemlerle esnaftan para toplayarak bu parayı Suriye´de savaşan El-Kaide güçlerine aktarmak ve Suriye, Pakistan ve Afganistan ülkelerine silahlı eylemlerde kullanılmak üzere eleman, para, gıda, yiyecek, silah vb. temini ve aktarımı yapmakla suçlanıyor.

El Kaide bugün Türkiye´nin başına büyük bir bela olmuş gözüküyor. Amerikan istihbaratına yakın kaynakların iddiası Türkiye´nin El Nusra´ya silah sağlanmasına ve yüzlerce cihatçının bölgeye akmasına göz yumduğu şeklinde. Aslında sadece Türkiye´nin, Suudi Arabistan´ın ve Katar´ın değil NATO müttefiki Avrupalı ülkenin de Suriye´de El Kaide ile ilişkili örgütlerin büyümesini önleyecek ortak bir duruş sergileyememelerinin en önemli nedeni öncelikle Esad güçlerini yenmek istemeleri. Bir diğer deyişle de bu gruplarla kısa vadeli ortak amaçlara sahip olmaları.

El Nusra ve Irak Şam Devleti´nin ilk aşamada ağırlığı Esad ve bir o kadar da onun destekçileri olan Hizbullah ve İran´a vermesi Batı ve İsrail açısından bu oluşumlara yönelik bakış açısını da etkilemiş gözüküyor. Türkiye´nin El Nusra ve Irak Şam Devleti´ne yönelik yaklaşımının ise Suriye´de PKK bağlantılı Demokratik Birlik Partisi´nin (PYD) güç kazanmasının önüne geçme isteğinin etkisinde geliştiği yolunda güçlü iddialar bulunuyor. Söz konusu partinin lideri Salih Müslim Türkiye´nin sonunda El Kaide ile bağlantılı gruplara olan desteğini kestiğini ileri sürdü. Müslim’e göre, Türkiye’nin politikasını değiştirmesinde «Uluslararası baskının önemli payı var, ayrıca bu gruplar Türkiye’nin güvenliğini de tehdit ediyor”. Başbakan Tayyip Erdoğan bu iddiaları kesin bir dille reddeder ve bu konuda somut kanıtlar gösterilmesini isterken Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu internette yayınlanan Al-Monitor sitesine verdiği mülakatta sınırlardan geçenleri denetlemenin zorluklarına değinerek «Türkiye´ye 34 milyon turist geldiğini ve sadece görüntülerinden dolayı bazılarına terörist muamelesi yapılamayacağını” vurguluyor.

Bugün cihatçı milislerin Suriye’ye geçişini engellemek için yeterli çaba sarf etmediği hatta onların topraklarını bir üs olarak kullanmasına göz yumduğu iddia edilen Türkiye ile müttefikleri arasındaki temel ayrılığın El Kaide bağlantılı gruplar üzerinden bir vekalet savaşı yürütülüp yürütülmemesi veya onlara bir süre de olsa göz yumulup yumulmaması konusundaki farklı bir anlayıştan ziyade bu savaşın hedefi olarak hangi grupların ve ülkelerin seçileceği meselesinden kaynaklandığı ileri sürülebilir.

Diğer taraftan El Kaide´nin kısa vadede gördüğü, görebileceği işlevler üzerinde yoğunlaşmak yerine bir ülkede El Kaide bağlantılı grupların varlığının yarattığı ve yaratabileceği sonuçlar üzerinde durduğumuzda ise karşımıza çok daha vahim bir tablo çıkıyor. Bu tablonun bir yönü El Kaide´yi bir araç olarak kullanma heveslisi ülkeler sayesinde bu yapının büyüyen gücünün bir sonraki aşamada kontrolden çıkarak bu ülkelere hem dış hem de bir iç tehdide dönüşmesi olasılığı. Bu tehdidi en fazla hissedecek olanlarsa açıktır ki çatışma bölgelerinin yanı başında yer alanlar olacaktır.

Londra’da bulunan Uluslararası Radikalleşme Çalışmaları Merkezi’nin ( International Centre for the Study of Radicalisation: ICSR) açıkladığı verilere bakılırsa Suriye’ye giden yabancı savaşçıların yüzde 18’i Avrupa’dan. Bunun içinde Fransa, İngiltere, Almanya, Belçika ve Hollanda başı çekiyor. Yabancı savaşçıların yüzde 70’inin geldiği Orta Doğu ülkeleri arasında ise en fazla sayı Ürdün’e aitken (2089) bunu Suudi Arabistan (1016), Tunus (970), Lübnan (890), Libya (556) ve Türkiye (500) izliyor (Bakınız. http://icsr.info/2013/12/icsr-insight-11000-foreign-fighters-syria-steep-rise-among-western-europeans/)

Her ne kadar Avrupa ülkelerinden gelen cihatçı grupların daha sonra varlık gösterdikleri çatışma bölgelerinden ayrılarak edindikleri kanlı tecrübelerle yine geldikleri ülkelere geri dönmeleri bir olasılıksa da aynı oluşumların sınır komşuları ülkelerde yaratacağı tehditler bunlardan kat be kat fazla. Suriye´nin Carablus kentine bağlı Çobanköy tren istasyonu bölgelerinde Irak Şam İslam Devleti Örgütü´nün Türkmen köylerine saldırısı ve Suriye´li Türkmenlerin Türkiye´ye sığınması sonrasında Türk Silahlı Kuvvetleri´nin müdahale etmek durumunda kalması bu tehditlerin güncel örneklerinden sadece birini oluşturuyor.

Asıl önemlisi cihatçı grupların varlığının başlangıçta Esad gibi liderlerin isyancılara karşı yürüttüğü propagandaların da bir unsuru olmasına rağmen orta ve uzun vadede Müslümanlar arasında Sünni-Şii ayrılığını pekiştirmenin ve buna ilaveten bizzat Sünnilerin arasındaki dayanışmayı çökerten ve onların bir arada hareket ederek haklarını demokratik yollardan korumak için yaptıkları mücadelelerin de önünü kesen bir unsura dönüşmesi. Bu ortam ise gerek Irak´ın gerekse de Suriye´nin Orta Doğu´da tekrar güçlü bir irade koyacak bir konuma hiç bir zaman ulaşmamasını arzulayanlar ve hatta toprak bütünlüğünün bozulmasını tercih edenler için kaçırılmaz bir fırsata dönüşebilir.

El Kaide ile bağlantılı olduğu ileri sürülen cihatçı milislerin çatışma bölgelerinde doğrudan ve dolaylı neye kime hizmet ettiklerini değerlendirirken konuyu farklı zaman dilimlerini dikkate alarak tartışmak gerekiyor. Zira cihatçı grupların varlığı dış güçlerinin birbirlerinden farklı amaçlarına dönemsel olarak hizmet ediyor ve bu sayede geçici bir süre hoşgörü ya da kayıtsız kalmak söz konusu olabiliyorsa da aslında bu gruplar Suriye ve Irak´ın bir bölümünde İslami bir emirlik kurmaya çabalarken bir taraftan da bizzat varlıklarıyla gerektiğinde dış aktörlerin bölge ülkeleri üzerindeki müdahalelerini meşrulaştıran ve meşrulaştıracak bir gerekçe sunuyorlar. Bu bağlamda bugün Amerika açısından Suriye’deki iç savaşın giderek El Kaide odaklı bir terör sorunu olarak telakki edilmeye başlaması Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehlikeye atabilecek ve bu arada da Türkiye’yi büyük sorunlarla karşı karşıya bırakabilecek tehlikelerin bir habercisi olarak görülebilir.

Bunları da sevebilirsiniz