İran’la Batı arasında nükleer konudaki müzakerelerin son halkası yaklaşık 8 ay süren beklemeden sonra Kazakistan’ın başkenti Alma Ata’da başlayan müzakereler oldu. BM Güvenlik Konseyi üyeleri ve Almanya ile İran arasında gerçekleşen toplantıdan önce sızan haberler ABD ve müttefiklerinin, İran´a uranyum zenginleştirmeyi bırakması karşılığında altın ithalatına getirilen yaptırımları hafifletmeyi teklif edeceği yolunda. Bunun hedefinde ise İran’ın uranyum zenginleştirme kapasitesinin iki katına çıkarıldığı Fordow santralinin olduğu söyleniyor.
Alma-Ata toplantısının Türkiye’yi ilgilendiren önemli bir yanı ülkemizin nükleer çalışmalar nedeniyle Batılı yaptırımlara maruz kalan ve küresel bankacılık sisteminin dışına itilen İran’dan gaz karşılığında yaptığı altın takası. Golman Sachs’ın raporuna göre Türkiye’nin İran’a altın ihracaatı Mart 2012’den sonra giderek artmış. Türkiye’nin altın ihracaatında yaşanan patlamanın önemli bir nedeni de bu. Türkiye’nin İran’dan aldığı gaz karşılığında oana altın yollaması kuşkusuz herhangi bir uluslararası hukuk ihlali anlamını taşımıyor, bu davranışı Türk-Amerikan ilişkilerinde sıkıntı yaratabilecek bir potansiyel taşısa bile. Ankara’nın görüşü «bu tür bir yaptırımın İran için değil Türkiye için bir yaptırım olacağı” şeklinde. Bunun önemli bir başka sonucu da Türkiye’nin Rus petrol ve gazına olan bağımlılığının artması olabilir.
Batılı liderler müzakerelerin gündemini Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme yolundaki Antlaşmayı (Non Proliferation Treaty: NPT) 1968’de imzalayan ve 1970’de yürürlüğe sokan İran’ın bir taraftan barışçıl amaçlı nükleer faaliyetlerde bulunma hakkı saklı tutulurken diğer yandan da nükler silah yapma yolunda hayati bir aşama kabül edilen uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin nasıl kontrol edilebileceğiyle sınırlı gösterme eğilimindeler. Ne var ki aslında İran ile Batı arasındaki asıl mesele İran rejiminin tanınıp tanınmayacağı ve Orta Doğu’daki rolünün kabul edilip edilmeyeceğiyle ilgili. Bu konuda belli bir netlik sağlanmadan İran’ın ciddi bir taviz vermesini beklemek oldukça iyimser bir yaklaşım olur.
İran Batı’nın havuç-sopa stratejisi (ki İran örneğinde pek çok sopa ve doyurucu gözükmeyen havuçlar var gibi gözüküyor) karşısında artan ekonomik sıkıntılarla yüzleşiyor yüzleşmesine ama sadece bu nedenle genel tuumunu değiştirecek gibi de durmuyor. İran Parlamentosu Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Başkanı Alaaddin Burucerdi’nin deyişiyle Tahran “haklarının tanındığı mantıklı bir yaklaşım içeren müzakerelere hazır. Tabii ki atılacak adımların eşzamanlı ve eşit ağırlıkta olması kaydıyla.” İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney de 16 Şubat’ta yaptığı konuşmasında Tahran’ın konuyu nasıl ele aldığını iki cümleyle şöyle özetliyor: Biz gerçek ve adil müzakereler peşindeyiz. Onlar ise İran ulusunu kuşatma peşinde”.
İran’ın kendisini saydırma mücadelesi uluslararası ilişkilerin her alanında sürüyor. Müzakerelerin nerede yapılacağıyla ilgili kararlar da buna dahil. BM Güvenlik Konseyi üyeleri, ABD, Rusya Federasyonu, Çin, Fransa ve İngiltere toplantının Cenevre’de yapılmasını öneriyor, İran Bağdat’ta yapılsın diyor. Derken İran’a Stokholm öneriliyor, o Alma-Ata olsun diyor.
Kuşkusuz Alma-Ata’nın Batı için de belli bir cazibesi var. 1949’tan 1989’a değin yeraltı ve yerüstünde yüzlerce nükleer deneme gerçekleştirmiş olan bu ülke bağımsızlık sonrasında ise hiç vakit kaybetmeden NPT’ye üye oluyor, sahip olduğu stratejik nükleer başlıklar ve bunları taşımak için edinilmiş füzelerden kurtulmak için ABD ile bir dizi ortak çalışma yapıyor. Dünyadaki uranyum rezervlerinin yüzde 15’ine sahip olan ve geçen yılki verilere göre dünyadaki uranyumun yüzde 37’sini üreten Kazakistan düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyum yakıt bankasını hayata geçirebilmek için halen Uluslararası Atom Enerji Ajansı ile müzakerelerini sürdürüyor. Bugün Kazakistan’ın Batı ile olan bu işbirliğinin ve bunun sonucunda elde ettiği kazanımların İran’a da örnek olmasını dileyenler var. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’e bakılırsa «Kazakistan’ın tecrübesi devletlerin nükleer silahlara arkasını dönmesinin onlara ne kadar fayda sağlayacağını” gösteriyor. Her ne kadar bu temenniler özde çok ciddi farklılıklar gösteren İran nükleer krizine yol göstermeye yetmese de Kazakistan’ın uluslararası alanda sesini duyurması noktasında işe yarıyor.
AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton, daha önce İran´a nükleer programı ile ilgili yaptıkları teklifi revize edip yeniden masaya getireceklerini söylerken Tahran’dan yapılan açıklamalar İran kanadının müzakerelerden büyük bir beklentisi bulunmadığını ortaya koyuyor. Ashton’un «durum sürekli değişiyor” ve «buna göre gündem de tekrar gözden geçiriliyor” sözleri aslında sürecin ne kadar dinamik ve çetrefil olduğunu ve klasik anlamda müzakerelerle çözüm yolunda açılım sağlanmasının ne denli zor olduğunu da ortaya koyuyor. İran önce teklifleri görüp sonra kendi tekliflerini getireceğini söylüyor. Müzakerelerin bu aşamasında beklenenleri «yan amaçlar” olarak değerlendirmek daha doğru gözüküyor: süreci uzatmak, karşı tarafı yoklamak, gereksiz sertleşmelerin önünü almak, istihbarat sağlamak, ilişkiyi koparmamak vb.