Şimdilik, Ama Şimdilik Erdoğan Önde

Kasım ayını neredeyse tamamiyle Cemaat-AKP kavgası kapladı. Başlarda hayali bir kavga gibi görünen, «bırakın canım, bunlar asla birbiriyle kavga etmez,” temkinliliğiyle yaklaşılan kavga bir anda gerçek oluverdi.

Gerçek oldu, zira Başbakan Erdoğan dershaneleri kapatma hamlesi yaptı. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç başta olmak üzere birçok sessiz isim bunun hiç de böyle olmadığını, dershanelerin kapatılmasının gündemde olmadığını söyemeye çalıştı, ama Başbakan hepimizin de bildiği gibi, «kapatılacak” diyerek tüm yakın çevresini susturdu.

Cemaate yakın gazeteler bir anda gardını aldı ve hükümete karşı bir «veryansın” kampanyasına başladı.

Başbakan Erdoğan’ı tanıyanlar, onun bu kararından geri adım atmayacağını iyi bildiğinden, «yani aslında bunu yapacağına tüm eğitim sisteminde köklü bir değişikliğe gitse, zaten dershaneler kendiliğinden kapanırdı,” orta yolunu seçtiler. Ne cemaati karşılarına almak istediler ne de Erdoğan’ı.

Neden cemaatten Başbakan vazgeçtiği halde, kulu kölesi durumundaki gazeteciler bir ortayol seçme ihtiyacı duydu?

Kısa vadede elbette Erdoğan kazanacak bu kavgayı, zira tüm devlet erkleri elinin altında. Bugün deshaneleri kapatırsa, durmayacak yarın ışık evleri diye anılan yurtları kapatmaya götürecek işi. Ama uzun vadede kazanması zor, hatta imkansız. Kendi getirdiği parti iç tüzüğü kuralına göre dördüncü kez milletvekili adayı olmayacak. Geriye Cumhurbaşkanlığı kalıyor. Oranın da pek tadı yok gibi, zira yetkileri sınırlı bir «kafes” olarak gördüğü Çankaya Köşkü’nün yetkilerini artırması da zor. Geçtim başkanlıktan, yarı başkanlık sistemi bile ufukta görünmüyor. Türkiye’yi eyaletlere bölme çalışması da 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar yetişmez.

Peki ama, uzun vadede kaybedeceği bir kavgaya neden giriyor Başbakan Erdoğan?

Çünkü başka çaresi yok. Cemaat, yargıdaki gücünü kullanmaya pek niyetli. Haşim Kılıç’ın son zamanlardaki çıkışları da bunun bir göstergesi. HSYK’daki gücü de Adalet Bakanı’nın başkanlık etmesi dışında yavaşça aşağılara iniyor. Hakan Fidan olayında cemaat bir gövde gösterisi yapmış, Başbakan kişisel yetkisini kullanarak bunu engelleyebilmişti, ama herkes ve her şey için bu şemsiyeyi kullanması mümkün değil, onu da gayet iyi biliyor.

Emniyet her ne kadar emir komuta zinciriyle çalışsa da, içinde bol miktarda cemaat yanlısı unsurları barındırıyor. Bunun üstesinden bir türlü gelemedi Başbakan. Bir zamanlar «solcu hükümetlerin” yaşadığını yaşıyor; kendine yakın görünen ama asla yakın olmayan bir yığın eleman emniyetin her köşesine dağılmış durumda.

Argümanınız din merkezliyse, cemaat ile baş etmeniz güç. Uzun dönemde imkansız. Çünkü aynı silahı kullanıyorsunuz, ama hükümetin her alanda «dinsel” referansları kullanması mümkün değil. Bir zamanlar İran’ın yaşadıklarını bugün Türkiye’de yaşatmak da olası görünmüyor, çünkü nereden bakarsanız bakın Türkiye ciddi bir «cumhuriyet” dönemi geçirdi ve İran’daki Şah rejimi ve Savak gizli polisi gibi bir anormal rejim içinde değil şu anda. Bu yüzden de din konusunda mızrağını atabileceği en uzak noktaya attı Erdoğan, bunu daha ileri götürmek gibi bir şansı yok.

Toplum indinde mağduriyet edebiyatının tüm argümanlarını kullandı. Başörtüsü meselesini on bir yıl gündemde tuttu ve sonunda, daha önce yapmaması için hiçbir neden olmadığı halde bekletip, sonunda uygulamak zorunda kaldı. İçki meselesini kontrolde tuttu, daha ilerisi yasaklamaktı, göze alamadı. Gençlerin birlikteliklerinden rahatsız oluyordu, bir bakıma onu da halletti sayılır, artık bekar evleri potansiyel terör yuvaları olarak görüldüğünden, öğrenciler yurt peşine düşmeye başladı ya da annesini babasını yanına çekenler o şekilde ev hayatını sürdürmeye çalışacak.

Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ «İmam Hatipli Cumhurbaşkanı” isteğini dile getirerek yeni bir mağduriyet kapısı aralamaya çalıştıysa da, kimse yemedi.

Sonunda geldi çattı ekonomik sıkıntılar. Dış destekle ayakta bugüne kadar kalmayı başaran ekonomi sallanıyor. Bunu hükümetin belki de tek doğru konuşan sorumlu bakanı Ali Babacan iki yıl kadar önce üstü kapalı da olsa dillendirmiş, ardından da bir daha konuşmamıştı. Zaten son zamanlarda konuştuğuna tanık olan kimse de yok. Sustu. Susmak zorunda kaldı. Ama dengelerin olumsuz anlamda ağır bastığını herkes görüyor.

Cemaat kısa dönemde kaybedecek. Milli Eğitim Bakanı’nın yakında değişmesi sözkonusu, zira yurtdışındaki cemaat okullarına geçilen «kıyak” meselesinde bu kez Nabi Avcı ile sıkıntı yaşayacak gibi görünüyor Erdoğan.

Sözün özü; Başbakan Erdoğan artık değil durmak, yavaşlamamak üzere başlattığı bir strateji izliyor. Duraksadığı anda düşeceğinin farkında ve bu yüzden de elindeki tüm olanakları kullanıyor. Bu hırçınlığı ve geri dönülmez kararları onu cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtur mu, bilinmez, ama en son ulaşacağı nokta yetkileri daha da kısıtlanmış bir cumhurbaşkanlığıdır. Daha fazlası zor.

Bunları da sevebilirsiniz