Atatürk ve Oryantalizm

Çağdaş Türk tarihinde, oryantalizmin ayırdına varan ve karşı çıkan ilk kişilerden birisi, belki de birincisi Atatürk olmuştur.

Bilindiği üzere,E.Said Oryantalizmi, «Batı’nın Doğu üzerinde üstün olduğunu iddia eden bir dünya görüşü” olarak özetliyor. Oryantalistlere göre,Batı dinamik, Doğu ise durağandır ve bütün uygarlık Batı’ya aittir.

Doğu kapsamına alınan uluslar arasında Türkler de vardır.

Bakınız Atatürk ,Oryantalizm hakkında neler söylemiş:

– Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin, tarih-i tedenniyatımızda en mühim bir âmil olduğu kanaatindeyim. Millî bir terbiye programından bahsederken eski devrin bütün hurafelerinden sıyrılmış, Şarktan ve Garbtan gelen ecnebi tesirlerden uzak ve seciye-i milliyemizle mütenasip bir kültür kastediyorum. Dehayı milliyetimizin inkişafı ancak böyle bir kültür ile kâbildir .

-‘’(…) Yüzyıllardır düşmanlarımız Avrupa ulusları arasında Türklere karşı kin ve düşmanlık fikirleri telkin etmişlerdir. Batılı zihinlere yerleşmiş olan bu fikirler özel bir zihniyet vücuda getirmişlerdir.

Avrupa’da bugün de Türk’ün her türlü ilerlemeye düşman bir adam olduğunu, moral ve fikir yönünden gelişmeye elverişsiz bir adam olduğu sanılmaktadır. Bu zihniyet hala ve bütün olaylara rağmen mevcuttur. Bu çok büyük bir yanılgıdır. Cevabımı basitleştirmek için size şu örneği vereceğim: Farz ediniz ki, karşınızda iki adam var, bunlardan biri zengin ve emrine her türlü araç verilmiş, diğeri ise yoksul ve elinde hiçbir araç yok. İkincinin, bu araç gereç yoksunluğundan başka, birinciden hiçbir eksiği yoktur.

İşte Avrupa ile Türkiye birbirine karşı bu durumdadır. Bizi aşağı olmaya mahkum bir halk olarak tanımakla yetinmemiş olan Batı, yıkılmamızı çabuklaştırmak için ne yapmak lazımsa yapmıştır. Batı ve Doğu zihinlerinde birbirine karşıt iki ilke söz konusu ise, bunun en önemli, kaynağını bulmak için, Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da aralıksız mücadele ettiğimiz zihniyet budur.’’

Oryantalizme karşı bir bakış açısı olarak da değerlendirilebilecek Atatürk’ün Türk Tarih Tezi konusunda Enver Ziya Karal şunları söylemektedir:

-‘’Türk Tarih Tezi adıyla bilinen tez, tarih olaylarını iki bölümde incelemektedir. Birincisi, dünya tarihiyle ilgilidir. Bunda insanlığın ortak başlangıcı, dünya uygarlığında ortaklığı, ortak bir barış ile gönence olan gereksemesi üzerindeki Wells’in düşüncelerini kabul etmiştir. H.G. Wells Cihan Tarihinin Ana Hatları isimli kitabında insanlığın ortak bir başlangıcı ve ortak bir mirası olduğunu ileri sürmekteydi.

İkinci bölümündeyse ulusal tarih ile ilgili olarak Türkler birçok yabancı tarihçinin yazdığı gibi ikinci sınıf bir ırk değildir; tersine beyaz ırkın antropolojik özelliklerini taşırlar. Çıkış yeri bakımından Orta Asyalıdırlar. Orta Asya en eski uygarlıkların doğmuş ve gelişmiş olduğu bir bölgedir. Irak, Anadolu, Mısır ve Ege uygarlıklarının ilk kurucuları Orta Asyalıdırlar. Türkler de Orta Asya’dan göç etmek yoluyla yayıldıkları yerlere uygarlıklarını götürmüşlerdir. Bunun için, Anadolu’nun doğudan göç ederek gelen en eski haklı olan Etilerle sonradan buraya gelmiş ve yerleşmiş Türkler arasında bir kaynak birliği vardır. Bu tarih tezi Batılı tarihçilerin Türklerin uygarlık değerinden yoksun, ikinci sınıf bir ırktan olduğunu göstermek için yaptıkları tarih yorumuna karşı bir tezdir.’’

ATATÜRK, BATI’NIN ORYANTALİSTLERİ İLE İÇİMİZDEKİ ORYANTALİSTLERİN BİRLEŞECEĞİ TANISINI DA KOYMUŞTUR.

TBMM’nin 6 Mart 1927 tarihli gizli oturumunda bunu şöyle açıklar:

-‘’Efendiler! Bir şeyin zararıyla, bir şeyin yok olmasıyla yükselen şeyler, elbette, o şeylerden zarar görmüş olanı alçaltır ve gerçekten de Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve uygarlaşmasına karşılık Türkiye tersine gerileşmiş ve sükut vadisinde yuvarlana durmuştur.

Türkiye’yi imhaya girişenler, Türkiye’nin imhasında çıkar ve hayat görenler münferit (tek) kalmaktan çıkmışlar, beyinlerindeki çıkarları paylaşarak birleşmiş ve ittifak etmişleridir. Bunun neticesi olarak birçok zekalar, hisler, fikirler Türkiye’nin imha noktasında yoğunlaştırılmıştır.

Bu yoğunlaşma, asırlar geçtikçe oluşan kuşaklarda adeta tahripkar bir gelenek biçimine dönüşmüştür ve bu geleneğin Türkiye’nin hayat ve mevcudiyeti üzerinde aralıksız uygulanması neticesi olarak en nihayet Türkiye’yi ıslah etmek (düzeltmek), Türkiye’nin, iç yönetimine işlenmiş ve nüfuz etmişlerdir. Böyle elverişli bir zemin hazırlamak kudretini, kuvvetini elde etmişlerdir.

Halbuki efendiler; bu kudret ve nüfuz Türkiye ve Türkiye haklının mevcut olan gelişme cevherine zehirli ve yakıcı bir mayi( sıvı) ilave etmiştir. Bunun etkisi altında kalarak milletin ve özellikle yöneticilerin zihinleri tamamen bozulmuştur.

Artık durumu düzeltmek için, hayat bulmak için, insan olmak için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Halbuki, hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatlarıyla, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih, böyle bir olay kaydetmemiştir. Tarihte, böyle bir olay kaydetmek teşebbüsünde bulunanlar zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır.’’

Bunları da sevebilirsiniz