Rusya, Suriye ve Amerika’nın Egemenliğinin Sonu

Kaynak: counterpunch.org – Yazar: Israel Shamir

Yazının Özgün Başlığı: The Cape of Good Hope: Russia, Syria and the Decline of American

Hegemony

İyi haberi önden verelim: Amerika’nın egemenliği artık sona erdi. Bütün dünyaya kabadayılık taslama devri artık bitti. Deyim yerindeyse Ümit Burnu Eylül 2013’te geçildi. Suriye kriziyle birlikte dünyamız modern tarihin en büyük yol ayrımlarından birini atlattı. Kıl payı zararsız atlatılan bu dönem 1962’deki Küba Krizi kadar riskliydi. Amerika’nın ve Avrasya’nın emelleri Doğu Akdeniz’de topyekün bir savaşa yol açabilirdi. Washington’daki araba kovalamacalarından, hükümetin kepenk indirmesi ve borçları ödeyememe ihtimaline kadar Amerika’daki karışıklık bu olayın bir neticesiydi.

Berlin Duvarı’nı hatırlar mısınız? Yıkıldığında Moskova’da Haaretz’e yazıyordum. Politbüro üyeleriyle President Hotel’de bir basın toplantısına katıldım. Onlara SSCB’nin ve dünyadaki sosyalist sistemlerin sonunun geldiği düşüncesine katılıp katılmadıklarını sordum. Bana güldüler, utanç verici bir durumdu. Yok, hayır dediler, Berlin Duvarı’nın yıkılışı sosyalizmi yeniden canlandıracak. SSCB iki yıl önce çökmüştü. Şimdi SSCB yıkılırken son yıllarda yaşananlar daha anlamlı hale geldi, parçalar birleşti. Aslında oldukça uzun bir süreçti.

Eylül 2013’ün en trajik olayı ise öğle vakti Doğu Akdeniz kıyılarında bulunan beş Amerikan destroyerinin Tomahawk füzelerinin yönünü Şam’a çevirmesi ve Moskva isimli füze kruvazörünün önderliğindeki onbir gemilik Rus filosuyla karşılaşmasıydı. Ayrıca Çin’in savaş gemileri de filoya destek veriyordu. Nitekim Suriye kıyılarına ateşlenen iki füze de hedeflerine ulaşamadı.

Bir Lübnan gazetesi diplomatik kaynaklardan elde ettiği bir bilgiye dayanarak füzelerin İspanya’daki bir NATO üssünden ateşlendiğini ve denize konuşlanmış Rus uçaksavar gemisi tarafından düşürüldüğünü iddia etmişti. The Asia Times’ın iddiasına göre ise Rusların ucuz ama güçlü GPS özellikli sinyal bozucuları pahalı Tomahawk füzelerinin kafasını karıştırıp yönünü kaybetmesine neden olmuştu. Bir başka yorum ise İsrail’in füze saldırısını gerçekleştirdiği yönündeydi. Bu iddiaya göre İsrail füzeleri daha havadayken bir başka ülke tarafından imha edilmişti.

Nedeni ne olursa olsun, bu garip olayın ardından, beklenen müdahale gerçekleşmedi ve Başkan Obama geri adım atıp, silahını kılıfına geri koydu. Bunların akabinde İngiliz Parlamento’sunda beklenmeyen bir oylama gerçekleşti. Bu meclis Amerika tarafından gündeme getirilen bir savaşa katılma teklifini reddetti. 200 yıldır ilk defa İngiliz Parlamentosu savaş başlatmaya yönelik mantıklı bir teklifi reddetmiş oldu. Gariptir ,aslında İngilizler genelde günah işlemeye dayanamazlar.

Daha sonra Başkan Obama çekine çekine savaş teklifini meclise sunma kararı aldı. Tek başına böylesine büyük bir savaş başlatmayı göze alamazdı. Çünkü bu kaybetmek anlamına geliyordu. Kongre sonuçlarını kestiremediği bir savaşa girmek istemedi. Obama St.Petersburg’da gerçekleşen 20G zirvesinde Putin’e gözdağı vermeyi denedi ancak başaramadı. Rusya’nın Suriye’deki kimyasal silahları imha etme teklifi, Obama’nın itibarını kurtarmış oldu. Bu felaketler dizisi Amerika’nın egemenliğine, birincil güç ve müstesna olma özelliklerine mal oldu. Açık Kader ideolojisi artık sona ermişti. Hollywood yapımlarından da bildiğimiz gibi: kahramanlar asla geri adım atmaz, çeker ve vurur! Eğer silahını bırakıyorsa, artık o bir kahraman değil, tırsmış demektir.

Daha sonra bu çözülmenin devamı çorap söküğü gibi geldi. Amerikan başkanı İran’ın yeni cumhurbaşkanıyla görüşerek Tel Aviv’i hayal kırıklığına uğrattı. İsyancı Özgür Suriye Ordusu ise iki yıllık çarpışmanın ardından Esad’la masaya oturmaya karar verdi ve heyetleri Şam’a giderek İslamcı aşırı uçları yüz üstü bıraktı. İsyancıların destekçisi Katar’ın çöküşü daha da hızlanmış durumda. Amerikalılar hükümetin kepenkleri kapaması ve borçları ödeyememe ihtimalinden oldukça endişeli. Amerika’nın egemenliğinin sona ermesiyle birlikte, doların dünya rezervinin para birimi tahtında günleri sayılı.

Neredeyse Üçüncü Dünya Savaşı çıkıyordu. Bu durum hortumcu, karaparacı, tefeci ve mafyadan bozma sermayeyi heveslendirmişti. Bu sermayenin oldukça fazla borcu da var. Amerika’nın önünü alamadığı dış borcu da bunların arasında. Eğer Tomahawk füzeleri hedefini vursaydı, bu kirli sermaye olağanüstü hal bahanesiyle borçlarını reddedecekti. Milyonlarca insan ölecek ama milyarlarca dolar JP Morgan ve Goldman Sachs’ın kasasında kalacaktı. Eylül ayında dünya bu yol ayrımını güvenli bir şekilde atlattı. Obama kirli sermayenin hatrına enkazın altına girmeyi reddetti. Herhalde Nobel barış ödülünü hak etmiştir tüm bunlardan sonra.

Yakın geleceğimiz zorluklarla dolu ama ölümcül değil. Amerikan Doları artık dünya rezervinin para birimi olmaktan çıkıp Kuzey Amerika’nın para birimi haline gelecek. Dünyanın geri kalanı kendi para birimlerine, avroya, yuane, rubleye, bolivara veya dinara sarılacak. Amerika’nın askeri harcamaları normal bir düzeye indirilmesi gerekecek ve dünyanın birçok yerindeki üslerini kapatmak, silahlarını imha etmek zorunda kalacak. Ancak bu şekilde Amerikan halkı geçiş sürecini görece sancısız atlatabilecek. Kimse Amerika’nın peşinden gitmek istemeyecek, dünya her yere savaş götüren bu ülkeden bıkmış durumda. Amerika birçok bankacı, asker hatta siyasetçi için yeni istihdam yaratmak zorunda kalacak.

Yaşanan bu kriz sırasında kaldığım Moskova’da, Rusların bu gelişmelere nasıl baktığını gözlemledim. Putin ve Rusya güçlükler yaşıyor:

*Amerika Rusya’daki liberal ve milliyetçi muhalefeti maddi ve manevi olarak destekliyor. Rusya’daki genel seçimlerde sahtekarlık yapıldığı iddia edildi. Rus hükümeti gayri meşrulaştırıldı.

*Kongre’den geçen, Magnitsky Yasası olarak bilinen yasayla birlikte Amerikalı yetkililere mahkemeye başvurmadan herhangi bir Rusun mal ve mülküne el koyma yetkisi verildi. Yetkilinin takdiri el koyma işlemi için yeterli.

*Bankaların zor günler geçirdiği Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nde Rus devletinin bazı mülklerine el konuldu.

*Amerika, Pussy Riot ve eşcinsellerin Moskova’da yürüyüş yapmaları için teşvik etti. Böyle Putin’e diktatör damgası yapıştırılacak, özgürlük düşmanı ve homofobik olduğuna dair nitelendirmeler Batı ve Rus büyük sermaye medyasının başlıklarını süsleyecekti.

*Rusya’nın Suriye’ye desteği eleştirildi, alay edildi ve insanlığını kaybetmiş vahşice bir eylem olarak gösterildi. Aynı zamanda batının basın «bilginleri” Rusya’nın Suriye meselesinde geri adım atacağından emin olduklarını ifade ettiler.

Daha önce de yazılarımda belirttiğim gibi, Rusya’nın Suriye’de teslim olma gibi bir niyeti hiçbir zaman olmadı. Bunun birkaç sağlam nedeni var: Suriye’yle Rusya’nın müttefik olması, Suriyeli Ortodoksların Rusya’ya güvenmesi, jeopolitik olarak savaşın Rus sınırlarına yaklaşması. Ama başlıca neden Rusya’nın Amerika’nın zorbalığına karşı olmasıydı. Ruslar böylesine önemli kararların uluslararası camia tarafından alınması taraftarıydı, yani Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin. Ruslar Amerika’nın dünyanın efendisi gibi davranmasına izin vermeyecekti.

90’lı yıllarda Rusya oldukça zayıftı ve çok fazla söz hakkına sahip değildi. Ancak Amerika’nın Gorbaçov’a verdiği sözün aksine Yugoslavya’nın bombalanması ve NATO askerlerinin doğuya yönelmesi Rusya’yı kızdırdı. Bu anlamda Libya’da yaşanan facia da önemli bir noktaydı. Bu mutsuz ülke NATO tarafından bombalanıp, zamanla paramparça hale getirildi. Afrika’nın en müreffeh ülkesi Afrika’nın en zavallı ülkesine dönüştürüldü. Rus sermayesinin Libya’daki varlığı görece sınırlıydı ama yine de Rusya oradaki birçok yatırımını kaybetti. Rusya, Libya’ya müdahale oylamasında çekimser kalarak o zamanın Rusya Devlet Başkanı Dmitry Medvedev’in Batı’yla iyi geçinme politikasında konumlanıyordu. Putin Suriye’yi aynı kadere terk edemezdi.

Amerikan egemenliğine karşı Rusya’nın isyanı, Haziran ayında Pekin’den Aeroflot uçağıyla gelen Ed Snowden’in Moskova’ya ayak basmasıyla başladı. Amerikalılar Snowden’i geri alabilmek için her yolu denedi. Rusya’daki hayalet ajanlarını harekete geçirdi. Sadece ben de dahil olmak üzere birkaç insan Rusya’yı Snowden’e sığınma hakkı vermeye çağırdı. Bizim talebimiz kazandı ve Amerika’nın baskısına rağmen Snowden’e sığınma hakkı verildi.

Bir sonraki adım ise Suriye’de yaşanan gerginlik oldu. Sözümona kimyasal saldırının detaylarına girmeyeceğim. Rusya’nın bakış açısına göre Amerika’nın Suriye’de ve herhangi bir yerde olayları tek taraflı değerlendirmesinin hiçbir açıklaması yoktu ve olamazdı da. Bir bakıma Rusya Devletler Hukuku’nu hak ettiği yere getirmişti. Dünya daha iyi ve güvenli bir yer haline gelmişti.

Bunların hiçbiri Çin’in desteği olmadan başarılamazdı. Asya’nın dev gücü, Rusya’yı «büyük kardeşi” olarak görüyor ve dünyaya yönelik tehditlerle baş etme konusunda ona güveniyordu. Çinliler, sessiz ve mütevazı üsluplarıyla Putin’le beraber hareket ettiler. Snowden’i Moskova’ya geçirdiler. BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye karşıtı önerileri veto ettiler ve Akdeniz’e savaş gemileri gönderdiler. İşte bu nedenle, Putin sadece Rusya için değil bütün Avrasya ülkeleri için Amerika’nın karşısına dikildi.

Kilise Putin’in çabalarını destekliyordu. Sadece Rus kilisesi değil, bütün Katolikler ve Ortodokslar Amerika’nın; destek verdiği, Hristiyanları katleden isyancılar için Suriye’ye girmesine karşı birleşmişlerdi. Papa da Putin’i Kilise’nin savunucusu olarak nitelendirdi. Aynı şekilde Kudüs’teki ve Antakya’daki kiliseler de Putin’i destekledi. Papa neredeyse Hollande’ı aforoz etmekle tehdit etti ve bu üstü kapalı tehdit Fransa Cumhurbaşkanı’nı etkiledi. Ortodoks Patriklerinin ve Papa’nın destekleri ve kutsamaları Putin’i memnun etti. İki mezhepin temsilcilerinin birlikte Putin’i kutsaması ender görülen bir durumdu.

Suriye’deki gerginliğin heyecan verici zamanları oldu, yürekler zaman zaman ağza geldi. Putin’i İrlanda’daki G8 zirvesinde sindirme girişimi bunlardan bir tanesiydi. Putin Batı cephesiyle bir araya gelmeden bazılarını kendi cephesine çekmeyi başardı ve Suriyeli isyancıların insanları vahşice öldürdüklerini hatırlatarak diğerlerinin içine de kurt düşürdü.

Suriye’deki kimyasal silahların imha edilmesi teklifi ustaca masaya sürüldü ve BM Güvenlik Konseyi’nin kararı Suriye’ye saldırı ihtimalini yedinci madde çerçevesinde ortadan kaldırdı. Mucizevi bir şekilde Ruslar bu çetin mücadeleyi kazanan taraf oldu. Tersi bir senaryo felaket olacaktı: Suriye Libya gibi yerle bir edilecek, ardından İran’a bir İsrail-Amerikan saldırısı kaçınılmaz olacaktı. Doğudaki Hristiyanları yaşadığı yerlerden olacak, Avrupa milyonlarca göçmenin akınına uğrayacaktı. Rusya’nın söz hakkı kalmayacak, kimse itibar etmeyecek, önemi Devlet Başkanı’nın uçağı indirilen ve aranan Bolivya kadar olacaktı. Müttefiklerini savunmaktan ve dik durmaktan aciz Rusya’nın elinde ağır yenilgisine teselli olarak «ahlaki zaferi” kalacaktı. Putin’in 13 yıldır devlet yönetimine harcadığı çaba boşa gidecekti. Rusya, Clinton’un Belgrad’ı bombaladığı 1999’daki zamanlarına geri dönecekti.

Bu cepheleşmenin zirvesine, müstesna olma özelliğinin Obama’dan Putin’e geçmesiyle erişildi. Bu iki adam başından beri dost değildi. Putin Obama’yı ikiyüzlü ve samimiyetsiz buluyordu. Putin, en dipten tırnaklarıyla kazıyarak en yukarı çıkmış bir lider olarak, her kesimden insanla dobra bir şekilde konuşma yeteneğini hep kullanır. Bu dobralık şaşırtıcı derecede acımasız olabilir. Bir Fransız gazeteci tarafından Çeçen ayrılıkçılara yapılan muameleyle ilgili sıkıştırılmaya çalışılınca Putin cevabında: «Müslüman aşırı uçlar (tekfirciler) Hristiyanların, ateistlerin ve hatta Müslümanların düşmanıdırlar. Çünkü onlar geleneksel İslam’ın onların belirlediği amaçlarla uyuşmadığına inanıyorlar. Eğer aşırı uç bir İslamcı olmak istiyorsan ve sünnet olmaya hazırsan seni Moskova’ya davet ediyorum. Biz birçok inançtan insanı barındıran bir ülkeyiz ve ülkemizde sünnet etmeyi bilen uzmanlar var. Ve onlara tekrar yerine bir şey çıkmayacak şekilde bir operasyon yapmalarını tavsiye edeceğim.” diyor.

Açıksözlülüğün bir başka örneği Valday’da yaşandı. BBC’den Bridget Kendall’ın Suriye’nin silahlarını kontrol altına almayı kabul etmesinde ABD’nin askeri saldırı tehditlerinin daha çok faydalı bir rol oynadığı söylenebilir mi sorusuna verdiği cevapta Putin: «Suriye kimyasal silahlarını İsrail’in nükleer cephaneliğine bir cevap olarak edindi. Suriye, İsrail’in silahsızlanması için çağrıda bulundu ve nükleer silahlara karşı olan İsrailli bilim adamı Mordehay Vanunu’yu örnek olarak verdi.

Putin Obama’yla da açık sözlülükle konuşmayı denedi. İkili arasındaki bir konuşmayı, Putin-Netanyahu arasındaki gizli bir konuşmanın kaydının sızmasıyla öğrenmiştik. Putin Amerikalıyı çağırıyor ve soruyor: Suriye’de ne işiniz var? Obama cevap veriyor: Esad rejiminin insan haklarını gözetmemesinden endişeliyim. Putin’in ikiyüzlülük akan bu cevaptan midesi bulandı. Putin bunu Obama’nın onunla yüz yüze konuşmayı istememesinin ifadesi olarak algıladı.

Suriye gerginliğinin ardından Obama, Amerika’nın müstesna olma iddiası kapsamında dünyanın bütün halklarına seslendi. Amerika’nın politikasının Amerika’yı farklı kılan etken olduğunu, bunun onları müstesna yaptığını ifade etti. Putin cevabında:” İnsanları, kendilerini müstesna görmeleri yönünde teşvik etmek oldukça tehlikelidir. Hepimiz farklıyız, ama Allah’ın bizi kutsamasını isterken, bizi eşit yarattığını unutmamalıyız” Bu sadece ideolojik değil, aynı zamanda ilahi bir ayrılık anlamına geliyordu.

Amerika müstesnalık ilahiyatına, seçilmişlik üzerine kurulmuş bir ülke. Amerika bir Tevrat ülkesidir. Bu İsrail ve ABD’nin yakınlığının derinlerdeki nedenidir. Avrupa din değiştirme ve İsa’yı reddeden bir süreçten geçerken, Rusya Hristiyanlığa bağlı kalıyor. Rusya’da kiliseler hep dolu, sıradan bir «tatil” olarak görmek yerine her Noel’de ve Paskalya’da dua ediyorlar. Rusya bir İncil ülkesi. Ve müstesnalığın ve seçilmişliğin reddi Hristiyanlığın en önemli ilkelerinden biridir.

Bu nedenle örgütlü Amerikan Yahudileri savaşı desteklemesine, Esad’ı kınamasına ve Amerika’yı müdahaleye çağırmasına karşın; oldukça zengin, nüfuzlu ve fazla mensubu olan Rusya’daki Yahudi camiası, Suriyeli isyancıları desteklememiş, Suriye’deki barışı korumak adına Putin’in yanında tavır almışlardır. Keza İran’da da oldukça zengin olan Yahudi camiası, Suriye’deki meşru hükümeti desteklemiştir. Öyle görünüyor ki güçlü ve yerleşik bir kilise tarafından rehberlik edilen ülkeler, lobilerin yıkıcı faaliyetlerine karşı koyabilirken, böyle bir kiliseden yoksun ülkeler -ABD ve/veya Fransa gibi- bu faaliyetlere karşı daha savunmasız ve yasadışı müdahaleyi ilke ediniyorlar.

Amerika’nın egemenliği baş aşağı giderken, geleceğimiz belirsiz durumda. Amerikan Ordusu’nun devasa gücü hala olağanüstü bir yıkım getirebilir. Yaralı bir hayvan, hayvanların en tehlikelisidir. Amerikalılar, denizaşırı bütün üslerden vazgeçilmesi ve askeri harcamaların kısılması önerisi yapan Senatör Ron Paul’ü dinlemelidir. Uluslararası hukuk kuralları ve bütün devletlerin bağımsızlığı gözetilmelidir. Amerika kabadayılık yapmayı ve her şeye maydanoz olmayı bıraktığında, dünya halkları Amerika’yı tekrar sevecektir. Kolay değil. Ama Burnu geçtik, «Ümit”lendik.

Bunları da sevebilirsiniz