Cezasızlık, Umut ve Stefan Zweig

Yazan kişi okuyucuya umut mu vermeli, yoksa sadece tasvirler mi yapmalı? Karamsarlığa sürüklerse yazan kötü mü yazmış olur? Peki, yazanın aklına iyi bir şeyler gelmiyorsa bu yazanın sorunu mudur, yoksa dünyanın geri kalanının mı?

Hep merak etmişimdir Stefan Zweig hangi noktada tıkandı diye. Ya da bu bir tıkanma değil de bir başlangıç da olabilir elbette. Hayatına son vermesinden bahsediyorum, kendisinin ve eşinin birlikte intihar etmelerinden.

‘Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’nu okudum bu ay. Çok detay vermeye gerek yok, ama onurlu aşkıyla dik duran adı bilinmeyen bir kadının, hayatını sonlandırmadan önce itiraflarını içeren bir mektuptan ve devamında çevirmen Ahmet Cemal’in notlarından oluşuyor kitap. Bir solukta okunan bir Zweig eseri. Kitap savaşa dair değil; ancak ana karakterin ‘ideal aşkı’nı büyük bir inatla koruması ve beklemesi bakımından Zweig’in barış idealiyle bağlantı kurulabileceğinin ipuçlarını veriyor. Arka kapağında ise, yazar için ‘savaşın neden olduğu derin bir umutsuzluk duygusuyla ölümü seçti’ diyor.

Kastedilen savaş II. Dünya Savaşı. İnsanoğlunun daha büyüğünü tahayyül etmek istemediği ama elindeki silah ve savaş sebeplerini her geçen gün artırdığı II. Dünya Savaşı. Öyle ki kelimeleri kullanmak konusunda dünyanın geri kalanından daha farklı özelliklere sahip olan Zweig, olanlara ilişkin sözün bittiğini görüyor. Belki de böylece barışa olan inancını yitiriyor. Bugün yaşasaydı neler yapar, neler yazardı acaba diye düşünüyorum.

Daha neler göreceğiz?

Anneannem radyodan sonra televizyona çok şaşırdıklarını; ‘artık tamam dahası olmaz’ derken torunlarının internet ve cep telefonu kullandığını görünce ‘bakalım daha neler göreceğiz’ diyor. Çocukluğumda gençler hala işkence görüyordu, insanlar gözaltında kayboluyordu; devlet reddediyordu. Bugün kameralar ve internet var. Bu ikisi aracılığıyla daha fazla şeyi görebiliyoruz; ama psikolojide kullanılan resimler gibi aynı kareye bakıp farklı olaylar görüyoruz. Hiç kayıt olmayan olaylarda inkar daha kolaydı, oysa bugün kayıtlara rağmen inkarı görüyoruz. Gezi Parkı protestolarında öldürülen gençlerin failleri için işlem yapmak yerine bu kişilerin cezasız kaldıklarını, arkalarında durulduğunu ve kahramanlaştırıldıklarını görüyoruz. O kadar korkmuyor ki artık zalim işlediği cürümden, aleni olarak sosyal medyada ‘o gaz kapsülünü ben attım’ diye iletiler yazıyor. Yazanın gerçek bir kişi veya sahte bir hesap olmasının ise önemi yok aslında; önemli olan suç olan bir fiilin, herhangi bir şekilde sorumluluk yaratmayacağını düşündüğü için, birinin bunu yazabilmesi. İster istemez olumsuz bir vurgu ile sorgular insan: bakalım daha neler göreceğiz?

Tüm savaş, çatışma ve haksızlıklara rağmen barış için söyleyecek daha çok söz olmalı. Bugün bulmakta zorlansak da o sözcükleri, yapmamız gereken sadece biraz düşünüp doğrularını seçmek. Bunu yapmak için de daha çok okumak gerek. Savaşı görüp barışı okumak, barışı yazmak ve konuşmak gerek. Böylece savaşmadan da toprak kazanılabileceğini anlarız belki ya da daha çok düşünmek için o hedef alınan kafalara ihtiyacımız olduğunu.

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu

Stefan Zweig

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

s.62

Bunları da sevebilirsiniz