Tahrir: Aynı Meydana Dönüş mü?

30 Haziranda Mısır´da halk kitleleri Tahrir´e döndü ve Mursi tarihe karıştı. 25 Ocak 2011 ayaklanmasında milyonlarca kişi sokaklara döküldü ve Mısır´ı Mübarek´ten kurtarma uğruna şehit olundu. Ancak nihayetinde Müslüman Kardeşler başa geçti ve Mursi cumhurbaşkanı seçildi. Görünüşte her türden İslamcılar günün kazananıydı. Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi döneminde sulandırılan Ocak ayaklanmasının amaçları Mursi iktidarı altında ölçülü bir şekilde ortadan kaldırılmaya çalışıldı.
Devletin İslamileşmesinin yolu açılmıştı. Ancak her aşamada kitlelerin ağır tepkisine yol açıyordu. Sürmekte olan devrimci süreç nihayet sonuç veriyordu. Birincisi, gevşek bağlarla oluşturulmuş birtakım İslamcılık karşıtı/seküler koalisyonlar, belli bir siyasal çizgi oluşturulduktan sonra sonucu belirlemede örgütlenmenin en kritik unsur olduğunu anladıklarını ortaya koyar şekilde bir siyasal görüntü vermeye ve örgütlenmede olgunlaşmaya başladılar. Lidersiz “devrime” hayranlık duyanlar ve kararların demokratik yoldan alınacağı varsayımıyla hareket edenler Ocak Ayı ayaklanmasının ardından İslamcıların yükselişine şahit olmuşlardı. İkincisi, siyasal kitle hareketi giderek büyüyerek yaklaşık 30 milyon kişiyi içine alacak şekilde çapını ikiye katladı. Üçüncüsü milliyetçi ve sol örgütlenmelerin halen siyasal alana hakim olmasıdır. Ancak Mısır halkının düşmanı olan kitleler ( de ) alanlarda seferber olmaktadır. Bu güçler Sina´da ölümcül güç kullanmakta ve Mısır ordusuyla savaşmaktadır. ABD (bu süreçte) kendi siyasal ve ekonomik çıkarlarını Mısırlı (neo) liberal seçkinler ve ordu yoluyla korumak istemektedir. Bu karşıdevrimciler 30 Temmuz ayaklanmasını rayından çıkarmaya, Mısır devletini yıkmaya ve toplumunu bölmeye çalışmaktadırlar. Ordu üzerindeki çoklu ve birbirine zıt baskılar ortaya fevkalade çetrefil bir durum çıkarmıştır. Ancak ordunun birinci önceliği ulusal güvenliktir. Bugün Mısır´ın karşı karşıya olduğu tehditler, İsrail´den, İslamcılardan, Etiyopya´dan (Nil sularından Mısır´ın aldığı paya tecavüz edecek olan Nahda Barajı nedeniyle) ve ABD´nin yönlendirmesiyle Suudi Arabistan´dır. Bu tehditler devam eden Mısır güvenlik krizinin uluslararası boyutlarını yansıtmaktadır. Olayların ortaya çıkış tarzı
Mısır´ın güvenliğinin bölgesel güvenliğe bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. Bir devlet kurumu olan ordu sosyal yasalara tabidir. Mısır halkının çoğunluğu seküler bir devlet ve onlara iyi bir yaşam sağlayacak bir siyasal ekonomi için mücadele etmektedir. Bu nedenle ordunun bu çapta ve siyasal bilinçteki bir devrimci hareketi ortadan kaldırmaya yelteneceğini hayal etmek güçtür. Aslına bakılırsa, ordu yaşamsal tehditler karşısında destek almak için bu harekete başvurmuştur. Herhangi bir başka senaryoda ordunun dağılması oldukça olası olabilirdi.
Tahrir devrimcilerinin (Libya, Irak, Filistin ve Taksim sonrasında Türkiye´yi anmazsak) Suriye ve Lübnan´daki olaylardan çıkardıkları dersler bilinçlerinde kritik bir değişikliğe yol açmıştır. Suriye ve Lübnan´ a yönelik Batılı siyasi-askeri taarruzunun çirkinliği Tahrir´de açıklığa kavuşmuştur.
Mısırlıların büyük bir çoğunluğu şimdi geçmişte hiçbir zaman olmadığı ölçüde Filistinliler üzerinde süren etnik temizlikte, el-Aksa Camisine faşist Yahudi köktendincilerin saldırısında ve Orta Doğu toplumlarının dini ve mezhepsel duyarlılıklarını kaşıma çabalarındaki Siyonist rolünü açıkça görmektedirler.
Tahrir bölgesel güçlerin rolünü bölge halklarına karşı Batının saldırganlığının bir parçası olarak algılamaktadır. Mısırlılar Taksim ve Gezi´nin temsil ettiği Türk protestolarının bölgeyi saran halk kitleleri ayaklanmalarının bir parçası olduğunu anlamaya başlamıştır.
Kitle eylemlerinin kendine özgü bir gelişme mantığı vardır. Onların öneminin onları ortaya çıkaran çerçeveler içinde analiz edilmesi gerekir. Bu eylemlerin içinde yer aldığı devrimci süreç herhangi bir zamanda ortaya çıkan halk hareketinin yönünü, hedeflerini ve hızını belirlemektedir.
25 Ocak 2011 ve 30 Haziran 2013´ün ortak noktası ordunun ayaklanmalara müdahalesidir. Ancak iki ayaklanmanın bunun ötesinde paylaştıkları önemli bir şey yoktur. Tarih tekerrür etmeyeceği gibi Mısır´da ( ve tüm bölgede) halihazırda gelişmekte olan olayların da aynı meydana geri dönülmesi şeklinde nitelendirilmesi mümkün değildir. Ancak devrimci süreç devam edecektir, bu tüm Mısırlı siyasal (ve bölgesel) güçler ve emperyal güçlerin çıkarları açısından hayati sonuçlar doğurabilecek niteliktedir. Şüphesiz durum hızla sonuna kadar mücadele noktasına gelmiştir .

30 Haziranda Mısır´da halk kitleleri Tahrir´e döndü ve Mursi tarihe karıştı. 25 Ocak 2011 ayaklanmasında milyonlarca kişi sokaklara döküldü ve Mısır´ı Mübarek´ten kurtarma uğruna şehit olundu. Ancak nihayetinde Müslüman Kardeşler başa geçti ve Mursi cumhurbaşkanı seçildi. Görünüşte her türden İslamcılar günün kazananıydı. Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi döneminde sulandırılan Ocak ayaklanmasının amaçları Mursi iktidarı altında ölçülü bir şekilde ortadan kaldırılmaya çalışıldı.

Devletin İslamileşmesinin yolu açılmıştı. Ancak her aşamada kitlelerin ağır tepkisine yol açıyordu. Sürmekte olan devrimci süreç nihayet sonuç veriyordu. Birincisi, gevşek bağlarla oluşturulmuş birtakım İslamcılık karşıtı/seküler koalisyonlar, belli bir siyasal çizgi oluşturulduktan sonra sonucu belirlemede örgütlenmenin en kritik unsur olduğunu anladıklarını ortaya koyar şekilde bir siyasal görüntü vermeye ve örgütlenmede olgunlaşmaya başladılar. Lidersiz “devrime” hayranlık duyanlar ve kararların demokratik yoldan alınacağı varsayımıyla hareket edenler Ocak Ayı ayaklanmasının ardından İslamcıların yükselişine şahit olmuşlardı. İkincisi, siyasal kitle hareketi giderek büyüyerek yaklaşık 30 milyon kişiyi içine alacak şekilde çapını ikiye katladı. Üçüncüsü milliyetçi ve sol örgütlenmelerin halen siyasal alana hakim olmasıdır. Ancak Mısır halkının düşmanı olan kitleler ( de ) alanlarda seferber olmaktadır. Bu güçler Sina´da ölümcül güç kullanmakta ve Mısır ordusuyla savaşmaktadır. ABD (bu süreçte) kendi siyasal ve ekonomik çıkarlarını Mısırlı (neo) liberal seçkinler ve ordu yoluyla korumak istemektedir. Bu karşıdevrimciler 30 Temmuz ayaklanmasını rayından çıkarmaya, Mısır devletini yıkmaya ve toplumunu bölmeye çalışmaktadırlar. Ordu üzerindeki çoklu ve birbirine zıt baskılar ortaya fevkalade çetrefil bir durum çıkarmıştır. Ancak ordunun birinci önceliği ulusal güvenliktir. Bugün Mısır´ın karşı karşıya olduğu tehditler, İsrail´den, İslamcılardan, Etiyopya´dan (Nil sularından Mısır´ın aldığı paya tecavüz edecek olan Nahda Barajı nedeniyle) ve ABD´nin yönlendirmesiyle Suudi Arabistan´dır. Bu tehditler devam eden Mısır güvenlik krizinin uluslararası boyutlarını yansıtmaktadır. Olayların ortaya çıkış tarzı

Mısır´ın güvenliğinin bölgesel güvenliğe bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. Bir devlet kurumu olan ordu sosyal yasalara tabidir. Mısır halkının çoğunluğu seküler bir devlet ve onlara iyi bir yaşam sağlayacak bir siyasal ekonomi için mücadele etmektedir. Bu nedenle ordunun bu çapta ve siyasal bilinçteki bir devrimci hareketi ortadan kaldırmaya yelteneceğini hayal etmek güçtür. Aslına bakılırsa, ordu yaşamsal tehditler karşısında destek almak için bu harekete başvurmuştur. Herhangi bir başka senaryoda ordunun dağılması oldukça olası olabilirdi.

Tahrir devrimcilerinin (Libya, Irak, Filistin ve Taksim sonrasında Türkiye´yi anmazsak) Suriye ve Lübnan´daki olaylardan çıkardıkları dersler bilinçlerinde kritik bir değişikliğe yol açmıştır. Suriye ve Lübnan´ a yönelik Batılı siyasi-askeri taarruzunun çirkinliği Tahrir´de açıklığa kavuşmuştur.

Mısırlıların büyük bir çoğunluğu şimdi geçmişte hiçbir zaman olmadığı ölçüde Filistinliler üzerinde süren etnik temizlikte, el-Aksa Camisine faşist Yahudi köktendincilerin saldırısında ve Orta Doğu toplumlarının dini ve mezhepsel duyarlılıklarını kaşıma çabalarındaki Siyonist rolünü açıkça görmektedirler.

Tahrir bölgesel güçlerin rolünü bölge halklarına karşı Batının saldırganlığının bir parçası olarak algılamaktadır. Mısırlılar Taksim ve Gezi´nin temsil ettiği Türk protestolarının bölgeyi saran halk kitleleri ayaklanmalarının bir parçası olduğunu anlamaya başlamıştır.

Kitle eylemlerinin kendine özgü bir gelişme mantığı vardır. Onların öneminin onları ortaya çıkaran çerçeveler içinde analiz edilmesi gerekir. Bu eylemlerin içinde yer aldığı devrimci süreç herhangi bir zamanda ortaya çıkan halk hareketinin yönünü, hedeflerini ve hızını belirlemektedir.

25 Ocak 2011 ve 30 Haziran 2013´ün ortak noktası ordunun ayaklanmalara müdahalesidir. Ancak iki ayaklanmanın bunun ötesinde paylaştıkları önemli bir şey yoktur. Tarih tekerrür etmeyeceği gibi Mısır´da ( ve tüm bölgede) halihazırda gelişmekte olan olayların da aynı meydana geri dönülmesi şeklinde nitelendirilmesi mümkün değildir. Ancak devrimci süreç devam edecektir, bu tüm Mısırlı siyasal (ve bölgesel) güçler ve emperyal güçlerin çıkarları açısından hayati sonuçlar doğurabilecek niteliktedir. Şüphesiz durum hızla sonuna kadar mücadele noktasına gelmiştir .

Bunları da sevebilirsiniz