Analiz 43

Türkiye ekonomisinde çok zorlu bir sürece girildiğini artık piyasa düzeninin ekonomistleri de sık sık dillendirir oldular. Türkiye’nin ihracat-ticarette en güvenlikli pazarı AB’deki küçülme geçici değil kalıcı, üstelik giderek de daralan bir yapısal özellik içeriyor. Ayrıca Ortadoğu ilişkilerinde sağlanmış büyümelerde de kapılar üst üste bir bir kapanıyor.

Arap baharlarında yaşanan zararların üstüne, daha Libya yaraları sarılmamışken, Suriye bağlantılı yaşananlar çok boyutlu ekonomik zararları, yükleri ile yeni, kalıcı bir büyük kanama yaratmışken, Mısır geçici bir sorun olarak değil kalıcı boyutlarıyla gündemimize girdi.

Tek başına THY’nin dünyaya açılmış seferlerindeki kapanmalar bile gidişteki olumsuzluğu gözlemlemek için yeterince çarpıcı bir örnektir. Türkiye’nin de içinde olduğu gelişmekte olan ülke piyasalarında, para politikalarının ürünü olarak uzun yıllar girmiş olan sıcak paranın geçici değil, kalıcı boyutları ile çekildiğini artık yadsımak olanaksızdır. FED’in politikalarındaki değişikliklerle uzun yıllardır izin verdiği para akışlarını ABD’nin yeniden kendisinde toplama refleksi ise tartışılmaz yeni gerçekliktir.

Merkez Bankası’nın, iç politikalar iradesiyle bu genel tabloyu anlamlı bir biçimde değiştirme beklentisi ise gerçekçi değildir. AKP hükümetinin ekonomi başarılarını yıllardır dillerinden düşürmeyen ekonomi yorumcuları, piyasacılar, olası büyük krizlerden söz açmıyorlarsa da çok akılcı politikalarla korunabilecek dengeler içinde bile, Türkiye’nin nüfusu ile bağlantılı zorunluluk duyduğu büyüme oranlarını yakalayamayacağının altını çiziyorlar. Doların, faizin önlenemez yükselişi ile bağlantılı olarak yatırımların zorlanacağı aşikardır.

İlk aşamada Türkiye’nin gündemine girmiş büyük yatırım projelerinin gerçekleştirilmesinin risk altında olduğu bu bağlamda düşünülebilinir.

Ekonomik gidişat ile siyasal gidişat arasındaki sıkı ilişkileri, yaşam boyu ekonomik gidişatı izleyemeyecek kadar düzen dışında olanlar bile, siyasete yansımaları, dipten gelen siyasi dalgalar sayesinde fazlasıyla öğrenmiş bulunuyorlar.

Mısır’da yaşanmaya başlayan yeni siyasal kriz, kanlı travmada, siyaseten soyut olarak henüz bir yıl önce seçilmiş iktidarın nasıl olup da düşürüldüğü sorgulanırken, sorgulaması yapılamayan gerekçeler arasında tek yanıt, ekonomik cephede yaşanan büyük kriz, çok yoksul halkın çok daha yoksullaşması olarak açıklanabilir.

Tekrar Türkiye’ye dönersek, iktidara geldiği günden bu yana, piyasanın gerektirdiği her kararı zamanında almakla övünen AKP’nin ekonomi yönetimi bu kez günlük siyaseti ekonominin gereklerinin önüne koyunca işler karıştı. Başbakan Fas, Tunus ve Cezayir’den dönüşünde Gezi Parkı Direnişi’ni hükümeti yıpratmak için faiz lobisinin çıkardığını iddia etmeye başlayınca, Merkez Bankası’nın elindeki faiz silahı işlemez hale geldi. Böylece, iç politikada yeni bir mağduriyet görüntüsü yaratmak için önü arkası fazla düşünülmeden ortaya atılan bir söylem, ekonomi için bir açmaz haline geldi.

Doğrudan Yabancı Sermaye Güven Endeksi (DYSGE) 2013 araştırma raporu; Türkiye’nin, sıcak paranın yanı sıra doğrudan yabancı sermaye yatırımcısının da güvenini yitirdiğini ortaya koymaktadır. 2013 raporunun sonuçlarına göre ekonomisine güven duyulan ilk 25 ülke arasında Türkiye ne yazık ki yoktur. Bu da hükümetin, ekonomik, sosyal, siyasi ve dış politikasına güven duyulmadığını göstermektedir. Raporda Brezilya, Hindistan, Çin, Güney Kore, Güney Afrika, Meksika gibi ülkeler, «tercih edilenler” arasında yer almaktadır. Türkiye’nin ilk 10 için, bu ülkeleri geçmesi daha fazla doğrudan yabancı sermaye yatırımını çekmesi gerekmektedir.

Hükümetin tüm dünyayı, toplumsal kesimleri, siyasi, diplomatik, ekonomik ve demokratik olarak karşısına alan politikaları, ülkeyi iyice dibe vurma noktasına götürmektedir.

Aydınlık bir ay dileklerimle.

Bunları da sevebilirsiniz