Hükümet seri katil gibi doğa cinayeti işliyor

Beyoğlu’nun simgesi haline gelen Gezi Parkı´nın AVM´ye dönüştürülmesi tartışmaların yaşandığı bu günlerde «Türkiye’nın İlk Şehir Plancısı Aron Angel: İstanbul’un İmar ve Şehircilik Politikaları” kitabının yazarı Oktan Erdikmen ile Taksim Gezi Parkı’nda yaşananlar üzerine konuştuk.

«Türkiye’nin ilk şehir plancısı: Aron Angel”

Çalışmalarını bir araya getirdiğiniz Aron Angel kimdir?

Aron Angel Türkiye’nin ilk şehir plancısıdır. Başka bir deyişle, Paris’te dünyanın ilk şehircilik fakültesi açıldığı zaman gidip öğrenim gören ilk Türk, Angel’dir. Daha sonra İstanbul’a dönerek, yine Paris’teki fakültenin dekanı olan Prost ile birlikte çalışmıştır. O dönemde Prost, İstanbul’un nazım planlarını yapmak üzere Türkiye’ye davet edilmişti. Angel de onun yardımcısı olarak uzun yıllar Türkiye şehirciliğine hizmet etti. İstanbul Belediyesi Nazım Planı Daire Başkanı iken, özellikle bugün yine 2 Nolu Park üzerinde bulunan Hilton Oteli inşaatına izin vermediği için siyasi baskıya maruz kalarak istifa etti. İstifa ederken de, “Şahsi menfaatlerin ön planda tutulduğu bir müessesede çalışmaktan utanç duyuyorum” ifadesini de kullandığı bir mektup yazdı. Sonraki dönemde kendi bürosunu kurarak serbest mimar ve danışman olarak çalıştı ve 2010 yılında aramızdan ayrıldı.

2 Nolu Park, Gezi Parkı mı oluyor?

Evet, o dönemde Prost tarafından yapılan planlarda İnönü Gezisi olarak tabir edilen park, 2 Nolu Park olarak adlandırılmıştı. Planlarda aynı şekilde 1 ve 3 Nolu parklar da vardı ancak bunlar ne yazık ki inşa edilemedi. Örneğin 1 Nolu Park bugünkü Vatan Caddesi’nin bulunduğu yerde, bir Arkeoloji Parkı olarak düşünülmüştü. Ancak yerel yönetimler burayı bir oto yol olarak değerlendirmeyi tercih ettiler.

«Şehircilik politikaları iktidarlara bağlı olmamalı”

Aron Angel’in Gezi Parkı ile ilgisi tam olarak nedir?

Angel Bey, Gezi Parkı’nın planlayıcısıydı. Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Merkezi’nin çizimleri de ona aitti. Taksim’e cami yapılması projesi konusunda basın sürekli onunla röportaj yapmak isterdi. Angel’in en önemli eserlerinden biri olan Taksim Meydanı’nı da içine alan İnönü Gezi Parkı’dır. Bu planların bir kısmı şu anda oğlu tarafından devam ettirilen iş yerinde hâlâ duvarları süslüyor.

Aron Angel, İnönü Gezi Parkı’nda çok kötü işler yapıldığını söylerdi. Turizm Bakanlığı’nın Gökkafes’e izin vermesini bir türlü kabul edemiyordu. Yerel yöneticilerin şehrin nazım planlarını hiçe sayarak karar almalarını eleştiriyordu. Demokrasi seçilenlerin her şeyi yapabilmesi değil diyordu. Ona göre şehircilik politikaları iktidarlara bağlı olmadan elli yıllık, yüz yıllık dönemler için belirlenmeliydi.

«Bina yapabilmek için yeşil alanlar katlediliyor”

Bizde şehircilik politikaları kaç yıl için belirleniyor?

Bizde Angel Bey’in şehircilik anlayışını ele aldığımızda, herhangi bir şehircilik politikasından söz etmemiz mümkün değil. Bu başta İstanbul olmak üzere bütün şehirler için geçerli. 1995 yılında Belediye Başkanı iken, Üçüncü Köprü fikrini bir cinayet olarak değerlendiren Başbakan, şimdi bu projeyle gurur duyabilecek noktaya gelebiliyor.

Angel’in kafasındaki şehircilik anlayışı bugünkü Bağdat Caddesi örneğinde kısmen görüldüğü gibi nizama dayalı, aralarda sürekli parklar, bahçeler ve rekreasyon alanları bulunduran bir anlayıştır. Cumhuriyeti kuranlar yeşil alanlara çok önem vermişlerdi. Eldeki kısıtlı imkânlarla binaları kamulaştırıp, yıktırıp yerlerine park inşa etmişlerdi. Şimdi ise özellikle İstanbul’da kalan üç beş küçük parça yeşil alan da bina yapılmak için katlediliyor.

Bugün üzerindeki ağaçların kesilmemesi için büyük mücadele verilen alanın hikâyesi nedir?

Prost’un Beyoğlu Nazım Planı’nda, Maçka, Harbiye, Taksim ve Dolmabahçe arasında 20 hektarı aşan büyük bir park önerilmişti. Taksim Meydanı, İnönü Gezisi ve Taksim Bahçesi bu bütünün birer parçası olarak, planda 2 Nolu Park (şimdiki Demokrasi Parkı) adını almıştı. Bu park gelişme sürecinde bulunan Beyoğlu iskân ünitelerinin rekreasyon bölgesi olacaktı. Spor ve Sergi Sarayı, Açık Hava Tiyatrosu (Açık Hava Tiyatrosu ilk planda bugünkü Gökkafes’in bulunduğu yerde idi. Manzaraya açık olmadığından Boğaz’ı görmesi için Kongre Merkezi’nin önüne nakledildi), Dolmabahçe Sarayı’nın güneye bakan alanında, seçkin misafirlerin karaya çıkması için bir meydan yapılması ve bu alanın hemen arkasında öğrencilerin spor yarışmaları yapmaları için alçak tribünlü yeşil alanlar kurulması planlanmıştı.

1923’te ilan edilen Cumhuriyet’i simgelemek için kentin en anlamlı yerinde bir anıt inşası için karar verilmişti. Eski İstanbul yani Suriçi tarihî görünümleriyle Cumhuriyet’in devrimci ruhuna elverişli bir çerçeve sunmuyordu. Geniş bir yer olarak ancak Beyazıt Meydanı vardı. Orada yapılacak bir anıt da 400 yıllık bir cami medresesi, 100 yıllık bir tarihî kapı arasında ezilecek ve mevcut tarihî eserlerle üslup uyuşmazlığı taşıyacaktı.

Mustafa Kemal ve arkadaşları, İstanbul’da kurulacak Cumhuriyet Anıtı’nın da tarihî yerlerden uzak, yeni ve bakir bir yerde olmasını daha uygun gördüler. Bu alan da Taksim Meydanı idi. Çünkü şehir 20 – 30 yıldır bu yönde gelişmekteydi.

«Taksim Meydanı Beyoğˆlu’nun simgesi”

Burada bir anıt inşası için kurulan komisyon 1926’da çalışmalara başladı ve bütçe darlığına rağmen halkın yardımıyla bu değerli anıtın yapımına geçildi. Anıt için İtalyan Profesör Pietro Canonica seçildi. Mimar Mongeri ise kaidesini uyguladı. Canonica eserin Atatürk’ün kişiliğini vermekle yetinen bir heykelle sınırlı kalmayıp hem İstiklal Savaşı’nı hem de Cumhuriyet’i simgeleyen bir anıt olması gerektiğini belirterek projeyi tamamladı. Anıt, Taksim Meydanı’nda 1928 yılında coşkulu bir kalabalığın katıldığı törenle açıldı. Bundan sonra da, senelerce tüm askerî törenler ve toplantılar burada yapıldı.

O zamana kadar bakımsız kalan Taşkışla ve Gümüşsuyu Kışlaları İstanbul Teknik Üniversitesi’ne verilmişti. Taksim Kışlası ise çok yıpranmış duruma düştüğünden, Taksim Meydanı’nın imarına uyularak istimlâk edildi ve yıkılarak avlusuna İnönü Gezisi yapıldı. Sonrasında Taksim Meydanı Beyoğlu’nun simgesi haline gelmeye başladı.

Bugünkü tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugünkü tartışmalar şehircilik tartışmaları değil. Çünkü şehircilik siyaseti açısından bakıldığında ağaçları kesip alışveriş merkezi yapma projesinin hiçbir açıklaması olamaz. Bugünkü tartışmalar inşaat projeleri açısından, burada yapılacak binaların kimlere ne gibi çıkarlar sağlayacağı açısından değerlendirilmelidir. Bunları değerlendirecek olanlar da, şehircilik uzmanları değil, cumhuriyet savcılarıdır.

«Siyasiler İstanbul´u mahvettiler”

Angel Bey yaşasaydı bugün ne yapardı?

Angel Bey çok cesur bir insandı. Yaşasaydı Taksim’de iş makinelerinin önüne dikilip, inşaata asla müsaade etmezdi. Oraları gece gündüz çalışarak insanlar parklarda bahçelerde yürüsün, nefes alsınlar diye yaptılar. Yoksa üst üste zevksiz binalar dikip para kazanmayı onlar da becerebilirdi.

Angel Bey, 1950’lere kadar uyum içinde çalışıp şehircilik politikalarını uyguladıklarını, ancak o tarihten sonra gelen iktidarların buna müsaade etmediklerini söylerdi. Ona göre İstanbul, Paris’le birlikte dünyanın en güzel şehriydi. Ancak siyasiler bu güzel şehri mahvettiler. Bunun tarihe ve millete karşı sorumluluğu büyüktür.

«Birçok yasa gibi şehrin anayasası da ayaklar altına alındı”

Üçüncü Köprü’ye bakışı nasıl olurdu?

Angel Bey yeşil alana değil köprü yapılmasına, çivi bile çakılmasına karşı çıkardı. Bu açıdan baktığımızda ormanın içerisine bir şehir kurmanın mantığı yok. Herhangi bir bölgede bir köprüye ihtiyaç varsa, yer altından ve tek bir ağacın kesilmesine müsaade edilmeden yapılması düşünülebilirdi. Ancak Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılan nazım planlarına göre İstanbul’un nüfusu 15 milyon olmayacaktı. Plansız göçle gelen nüfus yoğunluğunun çok daha önce engellenmesi gerekiyordu. Angel, «Nazım Planı şehrin anayasasıdır” derdi. Bu anayasa da birçok başka yasa gibi ayaklar altına alındı. Çünkü temel mantık, «Ben seçilirsem, her istediğimi yaparım” mantığı aynen devam ediyor. Yerel yönetimler ve merkezi hükümet bu mantıktan hareket ederek İstanbul’da bir seri katil gibi doğa cinayetleri işliyorlar.

Bunları da sevebilirsiniz