Analiz 39

Kapitalizmin II. Dünya Savaşı sonrasında yaşadığı ekonomik genişleme 1970’lerin başında yerini, 1968 sarsıntısıyla birlikte bir yapısal krize bıraktı. Kapitalizmin merkezlerinde kısa bir belirsizlik döneminin ardından hükümetler, toplumsal olayların getirdiği korkuyla, mali sermayenin programını uygulamayı kabul ettiler. Mali sermayenin programı hükümetlere ekonomik büyüme, toplumsal istikrar vaat ediyordu. Hükümetler de bu vaatlere karşılık ruhlarını mali sermayeye teslim etmeyi kabul etmiş oluyorlardı.

Gerçekten de mali sermaye, döviz piyasaları, tüketici ve ev kredileri, kredi, faiz türevleri, kaldıraçlı yatırım kontratları, yatırım sigortaları v.b gibi, sihirli araçlarla toplumsal talebi, yatırımları canlandırdı. Yeni piyasaları açtı, ekonomik büyüme getirdi. Kısacası sözünü tuttu.

Bunu yaparken gelecekteki gelirleri, yaratılacak getirileri bugüne tahvil ettiğini, sürdürülemez bir mali balonu şişirdiğini ise pek kimse fark etmedi.

Bu süreçte mali sermaye, ekonomik, siyasi, en önemlisi kültürel olarak en etkin sermaye fraksiyonu haline geldi. Temsilcileri adeta yozlaşmış bir aristokrasiye benziyordu. Gelirleri ile performansları arasındaki bağlantı kopmuştu. Yönettikleri bankalar, şirketler zarar etse hatta batsa bile astronomik düzeylerdeki maaşları, ikramiyeleri adeta tanrı vergisi haklar olarak talep ediyorlardı.

2007 mali krizine gelindiğinde, toplumlar krizin altında ezilirlerken devletler kaynakları yalnızca mali sermayeyi kurtarmaya yönlendirdi. Devlet bütçesinde açılan deliği kapatmak içinde halkın refahı talan edilmeye başlanmıştı. Sonuç ne olursa olsun kemerler sıkılarak önce borçlar ödenecek, piyasalarda ki sıkışıklık parasal genişlemeyle aşılmaya çalışılacaktı.

Altı yıl sonra karşımızda tam bir yıkım var. İngiltere hükümeti, Fransa Hükümeti, İspanya Hükümeti, İtalya Hükümeti, Yunanistan Hükümeti mali sermaye ne diyorsa yaptı ama hala ülkelerini depresyondan, sonunda ise kredi notunun düşürülmesinden kurtaramadı. Geçen ay içinde Avrupa bölgesi için açıklanan veriler ekonominin küçülmeye, işsizliğin artmaya devam ettiğini göstermektedir.

İtalyan seçmenin kemer sıkma politikalarını açıkça reddetmesi, ABD’ de siyasi tıkanıklık, devreye giren otomatik mali kesintiler yeni bir sarsıntının gündemde olduğunu düşündürmektedi. Hükümetler mali sermayeyi kurtarmaya çalışırken ülke ekonomilerini enkaza çevirdiler. Ve şimdi bunun siyasi faturasını ödüyorlar. Avrupa’ da birçok ülke yönetilemez hale geldi ama, merkez bankalarının parasal genişleme politikaları piyasaları ayakta tuttu.

FED ve Avrupa Merkez Bankası altı yıldır piyasalara para basıyor, faizler yerlerde sürünüyor. Bu sırada sanayide kar beklentisi yok, işsizlikte azalma yok, talep yetersizliği, kapasite fazlası etkisini sürdürüyor. Bu koşullarda paranın meta fiyatlarında, ücretlerde enflasyon yaratma olasılığı yok, dolayısıyla basınç mali piyasalara spekülasyona, yeni bir balona gidiyor.

Geçen ay yitirdiğimiz düşünür, Stephane Hessel’ in, filozof Edgar Morin ile 2011 yılında yaptığı bir söyleşide de belirttiği gibi, ‘’ Demokrasilerde neyin yapılmamasını söyleyebilmek iyi bir şeydir. Ama onun yerine neyin yapılması gerektiğini öneremezseniz, bunun bir anlamı kalmayacaktır.’’ Hessel’ in bu uyarısına Edgar Morin şu yanıtı veriyordu: « Bir sistem kendini tehdit eden sorunları çözmeyi başaramazsa, ya parçalanır ya da barbarlık çıkmazına saplanır.”

Sanki bu iki seçkin düşünür de bütün iyimserliklerine karşın, 2013’ün Avrupası´ını kastediyorlar.

Aydınlık bir ay dileklerimle,

Bunları da sevebilirsiniz