Siyaset Aracı Olarak Kadın

8 Mart Dünya Kadınlar Günümüz kutlu olsun.
Şiddetin, öldürme ve öldürülme haberlerinin olmazsa olmazıydı yine geçtiğimiz dönemde kadınlar. Yine en çok kadınlar üzerinden siyaset yapıldı bu dönemde; ‘türbanlı kadınlar’ değil de, artık ‘ağlayan anneler’ tamlaması daha revaçtaydı. ‘Artık anneler ağlamasın’ dendi ama Berfo Ana oğlu Cemil’e ilişkin bir ipucu bulamadan hiç de kısa olmayan ömrünü tamamladı. Vasiyeti oğlunun kemikleri bulunmadan gömülmemekti, cenazesi cumartesi annelerinin daimi mekanı haline gelen Galatasaray Lisesi önünden kaldırıldı.
Samatya’daki yaşlı Ermeni kadınlar, yalnızca yaşlı ve kadın oldukları için kolay hedef haline geldiler.
‘Anneler ağlamasın’ dendi ama vicdani reddini öne süren çocuğunun silahaltına alınmasını istemeyen annelerin haykırışları, yine duyulmadı. Bu serzenişler, halkı askerlikten soğutmamaları için yine medyada yer almadı.
Siyaset Aracı Olarak Kadın Bedeni
Kürtajın yasaklanması üzerine bir grup aktivist ‘benim bedenim benim kararım’ sloganıyla bir hareket başlattı ama iktidarın kadın bedeni üzerinde sürdürdüğü tahakkümün bir sonucu olarak ortaya çıkan bu yasağa karşı hareketler, kürtajın günah ve/veya tehlikeli olduğu gibi söylemlerle zayıflatılmaya çalışıldı. Oysa bu söylemleri geliştirenler de biliyordu ki kürtaj, tam da yasaklandığı takdirde merdivenaltı odalarda yapılmak zorunda kalınacağı için daha tehlikeliydi; yoksa herkes kürtaja olan merakından savunmuyordu bunu.
Diğer yandan da iktidarın bu girişimini anlamak o kadar da zor olmamalıydı, zira 2011’de bir gösteride polis müdahalesi nedeniyle kalçası kırılan Dilşat Aktaş için, hiç de konuyla alakası olmadığı halde lafı göstericinin bekaretine getiren yine aynı hükümetin lideriydi. Her daim olduğu gibi kadının bekareti, bir konudaki haklılık/haksızlığını belirlemede öncelikli bir rol oynayabilirdi.
Aynı düşünce biçiminin son örneği, Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın geçtiğimiz günlerde Gençlik Treni’ne aynı anda 200 gencin binmesinden ve gece yataklı vagonlarda kalındığı için buradaki güvenliğin sağlanamamasından endişe duymasını açıklaması ile görüldü. Bu aslında, kadın ve erkeğin birbirine karşı sürekli olarak bir tehdit unsuru haline getirilmesinin ve bu araçla muhafazakarlığın körüklenmesinin önemli bir örneğiydi. Aksi halde Bakanın açıklamalarından yola çıkarak, bir hükümetin, yeri yurdu belli olan 200 çocuğun güvenliğini sağlamak konusunda güvence veremezken, hepimizin güvenliğini sağlamak ve dahi bizi etkileyen kararlar almak konusunda kendisine güvenilmesini beklemesi yersiz bir beklenti olur.
İktidar hangi bedende can bulur?
Geçtiğimiz bir yıla yeniden bakacak olursak; sadece kadın olmak değil, iktidarın temsil ettiği-kendinde vücut bulduğu tüm hallerin dışında olmanın ezilme/dışlanma nedeni olmaya devam ettiği görülebilir. Üstelik bunu yalnızca mevcut iktidarın bir söylemi olarak değerlendirmek yerine, iktidara talip olan ve hakim dili benimsemiş kişi ve gruplar için de söylemek mümkün. ‘Çözümün dili nasıl olmalı?’ sorusuna yanıt arayan bir programda* bir muhalefet partisi milletvekilinin ‘korkaklar müzakere yapar, erkekler mücadele yapar’ diyerek, milliyetçilik tanımını ‘erkekçe savunan/savaşan’ gibi sözlerle anlatması da maalesef buna bir örnektir. Konuklardan kadın akademisyenin itirazına ise, ‘benim kastettiğim bu değil; bir erkekler var, bir de ürkekler’ demesi de söylemin daha belirgin hale getirilmesinden başka bir sonuca varmamaktadır. Tüm bunları aynı anda ele aldığımızda aslında kurulan dilin, bugün yaşanılan olumsuz olaylarla ne kadar örtüştüğünü görmek mümkün olabilir. Olaylardan kasıt yalnızca kadın-erkek ilişkilerini içerenler değil, ama toplumsal pekçok olay da aynı zamanda. Toplumda yükselen şiddet eğilimi, farklı etnik/ dinsel/ cinsel/ grupların birbirine karşı nefreti ve bu nefretin hem söylemde hem eylemde kendini göstermesi gibi.
Tam da bu noktada Serpil Sancar’ın Erkeklik: İmkansız İktidar kitabındaki anlattıkları ve yaptığı tespitler özel bir anlam kazanıyor. İlk basımını Nisan 2009’da yapan bu kitabın erkekliğin toplumsal inşasını anlamak, modern ve farklı erkeklik biçimlerinin oluşumu, küresel olarak bu erkeklik inşasının ve söyleminin desteklenmesi, bu durumun militarizmle ve iktidarla olan ilişkisi üzerine söyleyecek çok sözü var.
Kitap özellikle sorunu yalnızca bir kadın-erkek meselesi olarak değerlendirenler için farklı bir bakışaçısı katacak nitelikte; çünkü sorunu daha derin boyutlarıyla ele alıp erkeklerin kendileri içinde farklı nedenlerle yaptıkları ayrım ve sınıflandırmalara ve ayrıca iktidarın dilini benimsemiş kadınlara da değiniyor. Bu nedenle kapakta boyacılık yapan erkekle ona ayağını uzatan erkek arasında bir fark oluyor; eşcinsel ve heteroseksüelle, işsiz ve işi olan erkek arasındaki fark gibi. Hala duymamış veya okumamış olanlar için hatırlatmış olalım.
2014’te daha olumlu bir bilanço çıkarabilmek dileğiyle.
*6 Mart 2013 tarihli Ahmet Hakan ile Tarafsız Bölge (CNN Türk)
Erkeklik: İmkânsız İktidar
Ailede, Piyasada ve Sokakta Erkekler
Metis Yayınları
Serpil Sancar
2011.
344 s.

8 Mart Dünya Kadınlar Günümüz kutlu olsun.


Şiddetin, öldürme ve öldürülme haberlerinin olmazsa olmazıydı yine geçtiğimiz dönemde kadınlar. Yine en çok kadınlar üzerinden siyaset yapıldı bu dönemde; ‘türbanlı kadınlar’ değil de, artık ‘ağlayan anneler’ tamlaması daha revaçtaydı. ‘Artık anneler ağlamasın’ dendi ama Berfo Ana oğlu Cemil’e ilişkin bir ipucu bulamadan hiç de kısa olmayan ömrünü tamamladı. Vasiyeti oğlunun kemikleri bulunmadan gömülmemekti, cenazesi cumartesi annelerinin daimi mekanı haline gelen Galatasaray Lisesi önünden kaldırıldı.

Samatya’daki yaşlı Ermeni kadınlar, yalnızca yaşlı ve kadın oldukları için kolay hedef haline geldiler.

‘Anneler ağlamasın’ dendi ama vicdani reddini öne süren çocuğunun silahaltına alınmasını istemeyen annelerin haykırışları, yine duyulmadı. Bu serzenişler, halkı askerlikten soğutmamaları için yine medyada yer almadı.


Siyaset Aracı Olarak Kadın Bedeni


Kürtajın yasaklanması üzerine bir grup aktivist ‘benim bedenim benim kararım’ sloganıyla bir hareket başlattı ama iktidarın kadın bedeni üzerinde sürdürdüğü tahakkümün bir sonucu olarak ortaya çıkan bu yasağa karşı hareketler, kürtajın günah ve/veya tehlikeli olduğu gibi söylemlerle zayıflatılmaya çalışıldı. Oysa bu söylemleri geliştirenler de biliyordu ki kürtaj, tam da yasaklandığı takdirde merdivenaltı odalarda yapılmak zorunda kalınacağı için daha tehlikeliydi; yoksa herkes kürtaja olan merakından savunmuyordu bunu.

Diğer yandan da iktidarın bu girişimini anlamak o kadar da zor olmamalıydı, zira 2011’de bir gösteride polis müdahalesi nedeniyle kalçası kırılan Dilşat Aktaş için, hiç de konuyla alakası olmadığı halde lafı göstericinin bekaretine getiren yine aynı hükümetin lideriydi. Her daim olduğu gibi kadının bekareti, bir konudaki haklılık/haksızlığını belirlemede öncelikli bir rol oynayabilirdi.


Aynı düşünce biçiminin son örneği, Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın geçtiğimiz günlerde Gençlik Treni’ne aynı anda 200 gencin binmesinden ve gece yataklı vagonlarda kalındığı için buradaki güvenliğin sağlanamamasından endişe duymasını açıklaması ile görüldü. Bu aslında, kadın ve erkeğin birbirine karşı sürekli olarak bir tehdit unsuru haline getirilmesinin ve bu araçla muhafazakarlığın körüklenmesinin önemli bir örneğiydi. Aksi halde Bakanın açıklamalarından yola çıkarak, bir hükümetin, yeri yurdu belli olan 200 çocuğun güvenliğini sağlamak konusunda güvence veremezken, hepimizin güvenliğini sağlamak ve dahi bizi etkileyen kararlar almak konusunda kendisine güvenilmesini beklemesi yersiz bir beklenti olur.


İktidar hangi bedende can bulur?


Geçtiğimiz bir yıla yeniden bakacak olursak; sadece kadın olmak değil, iktidarın temsil ettiği-kendinde vücut bulduğu tüm hallerin dışında olmanın ezilme/dışlanma nedeni olmaya devam ettiği görülebilir. Üstelik bunu yalnızca mevcut iktidarın bir söylemi olarak değerlendirmek yerine, iktidara talip olan ve hakim dili benimsemiş kişi ve gruplar için de söylemek mümkün. ‘Çözümün dili nasıl olmalı?’ sorusuna yanıt arayan bir programda* bir muhalefet partisi milletvekilinin ‘korkaklar müzakere yapar, erkekler mücadele yapar’ diyerek, milliyetçilik tanımını ‘erkekçe savunan/savaşan’ gibi sözlerle anlatması da maalesef buna bir örnektir. Konuklardan kadın akademisyenin itirazına ise, ‘benim kastettiğim bu değil; bir erkekler var, bir de ürkekler’ demesi de söylemin daha belirgin hale getirilmesinden başka bir sonuca varmamaktadır. Tüm bunları aynı anda ele aldığımızda aslında kurulan dilin, bugün yaşanılan olumsuz olaylarla ne kadar örtüştüğünü görmek mümkün olabilir. Olaylardan kasıt yalnızca kadın-erkek ilişkilerini içerenler değil, ama toplumsal pekçok olay da aynı zamanda. Toplumda yükselen şiddet eğilimi, farklı etnik/ dinsel/ cinsel/ grupların birbirine karşı nefreti ve bu nefretin hem söylemde hem eylemde kendini göstermesi gibi.

Tam da bu noktada Serpil Sancar’ın Erkeklik: İmkansız İktidar kitabındaki anlattıkları ve yaptığı tespitler özel bir anlam kazanıyor. İlk basımını Nisan 2009’da yapan bu kitabın erkekliğin toplumsal inşasını anlamak, modern ve farklı erkeklik biçimlerinin oluşumu, küresel olarak bu erkeklik inşasının ve söyleminin desteklenmesi, bu durumun militarizmle ve iktidarla olan ilişkisi üzerine söyleyecek çok sözü var.


Kitap özellikle sorunu yalnızca bir kadın-erkek meselesi olarak değerlendirenler için farklı bir bakışaçısı katacak nitelikte; çünkü sorunu daha derin boyutlarıyla ele alıp erkeklerin kendileri içinde farklı nedenlerle yaptıkları ayrım ve sınıflandırmalara ve ayrıca iktidarın dilini benimsemiş kadınlara da değiniyor. Bu nedenle kapakta boyacılık yapan erkekle ona ayağını uzatan erkek arasında bir fark oluyor; eşcinsel ve heteroseksüelle, işsiz ve işi olan erkek arasındaki fark gibi. Hala duymamış veya okumamış olanlar için hatırlatmış olalım.

2014’te daha olumlu bir bilanço çıkarabilmek dileğiyle.

*6 Mart 2013 tarihli Ahmet Hakan ile Tarafsız Bölge (CNN Türk)


Erkeklik: İmkânsız İktidar

Ailede, Piyasada ve Sokakta Erkekler

Metis Yayınları

Serpil Sancar

2011.

344 s.

Bunları da sevebilirsiniz