Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri, 31 Temmuz 1959 tarihinde, Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) ortaklık başvurusu ile başlamış, AB Konseyi’nin, Türkiye ile vize muafiyeti görüşmelerini yapması için yetkilendirdiği Avrupa Komisyonu’nun, Türkiye’nin AB Daimi Temsilcisi Selim Yenel ile AB’nin istediği Geri Kabul Anlaşması’nı parafladığı günümüze kadar süregelmiştir. Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri tam manasıyla yılan hikayesine dönmüş durumda. Avrupa Birliği´nin bitmez tükenmez istekler zincirine, en son geri kabul anlaşması halkası eklenmiş bulunmaktadır. Geri Kabul Anlaşması, Türkiye üzerinden AB ülkelerine resmi olmayan yollardan giren diğer ülke vatandaşlarının Türkiye´ye iade edilmesini öngörüyor.
Avrupa Birliği´nde şuan Dublin II isimli bir düzenleme var. Buna göre, AB´de herhangi bir ülkede iltica başvurusunda bulunan sığınmacının talebi AB´ye ilk giriş yaptığı ülkede değerlendiriliyor; yani sığınmacı hangi ülkeden AB sınırına girdiyse o ülkeye gönderiliyor. Bu nedenle dünyada en yaygın sorunlarından biri olan mülteci sorununun yükünü, AB’nin sınır devletleri taşıyor.
Mülteci akınının en çok Ortadoğu ve Afrika topraklarından geldiği düşünüldüğünde, bu yükü taşıyan ülkeler arasından hiç şüphesiz Yunanistan ilk akla gelen ülkelerden biri olmaktadır. Şimdi ise AB bu yükü, zaten yaşadığı krizle zor durumda olan Yunanistan’ın sırtından alarak Türkiye’ye yüklemek istemektedir. Bunun karşılığında ise tabir-i caizse Türkiye’nin ağzına bir parmak bal çalmakta ve vize kolaylığı sağlayacağını iddia etmektedir. Üyelik konusu ise gündeme gelmemekte, açılmayan fasılların ismi dahi geçmemektedir. Bu durum topluma farklı şekillerde lanse edilerek, vizesiz Avrupa tahayyül ettirilerek kaçak göçmenlerin getireceği yük, bertaraf edilmeye çalışılmaktadır.
Geçmişte de AB, Gümrük Birliği (GB) ile bunu yapmıştı. Gümrük Birliği, birliğe üye ülkeler arasında mal dolaşımıyla alâkalı gümrük târifesi, kota gibi her türlü ticârî engelin kaldırılarak mal dolaşımının serbestleştirildiği ve üçüncü ülkelere karşı ortak bir gümrük târifesi uygulandığı bir sistem olup ekonomik bütünleşmenin aşamalarından birisidir. Türkiye’nin AB ülkeleriyle GB’ye katılarak kendi sanayi ve işlenmiş tarım ürünleriyle bu ülkelerin ürünlerinin karşılıklı serbest dolaşımına geçmesi, -6 Mart 1995’te imzalanarak- onaylanmış ve 1996 yılında AB ülkeleriyle GB uygulamasına geçilmiştir. (1) O dönemde de bu geçiş dönemin hükümeti tarafından büyük bir olay olarak topluma yansıtılmış ve adeta AB’ye giriş havası yaratılmaya çalışılmıştır.
Günümüzde de Geri Kabul Anlaşması ile AB yine kendi lehine olan kararlar alarak kendini büyük bir yükten kurtarmak istemektedir. Ahmet Davutoğlu’nun verdiği bilgiye göre vize muafiyeti müzakereleri bitmeden Geri Kabul Anlaşması’nın tamamen uygulanması söz konusu olmayacak fakat vize muafiyeti olsa bile, bu anlaşmanın getireceği yükümlülükler göz ardı edilmektedir. Mülteci sorunu Türkiye için çok da uzak olmayan bir konu aslında. Geçmişte tecrübe edilmiş ve günümüzde de Suriye’deki iç çatışma ile yaşanan kitlesel göçlerle birlikte hala sıcaklığını koruyan bir mesele. Türkiye geçmişte Kuzey Irak´tan gelen üç büyük göçe maruz kaldı. Birinci göç dalgası 28 Ağustos 1988´de yaşandı. Saddam´ın askerlerinden kaçan Kürt mülteciler, Türkiye´ye sığındı. İkinci dalga, Irak´ın 2 Ağustos 1990´da Kuveyt´i işgal etmesinden sonra meydana geldi. Üçüncü dalga, ikincisi ile bağlantılı olarak 17 Ocak 1991´de başlayan Körfez Savaşı ile beraber ve devamında 2 Nisan 1991´de gerçekleşti. İkinci ve üçüncü dalgada 460 bin sığınmacı Türkiye´ye girdi. Bu rakamlar aynı zamanda, ´İkinci Dünya Savaşı´ndan sonraki en büyük göç hareketi´ olarak tarihe geçti. Göçler Türkiye´de ağır mali kayba yol açtı. Göç sonucu ekili alanlarda 328 bin, bağ ve bahçelerde 6 milyon, hayvancılıkta 6 milyon meralarda 2 milyon 375 bin, su şebekelerinde 10 milyon, yollarda 37 milyon, iş makinelerinde 11 milyon, ormanlık alanlarda 16 milyon dolar maddi kayıp tespit edildi. Çevre temizliği ve iş gücü kaybıyla birlikte toplam zarar 100 milyon doları buldu. Türkiye´nin harcaması, uğradığı zararla birlikte 398 milyon dolar olarak hesaplanmıştı. (2)
Suriye’den ise ekonomi bakanı Zafer Çağlayan’ın açıklamalarına göre, 7 ildeki 13 çadır ve bir konteyner kentte 153 bin Suriyeli mültecinin yaşadığını ve tüm dünyadan Suriyeli mülteciler için yapılan yardımın 30 milyon dolar civarında olmasına karşın, Türkiye´nin bugüne kadar 360 milyon dolarlık (609,5 milyon lira) para ayırdığını ifade etti. Bu da Türkiye’nin mülteci konusunda yüklendiği maliyeti bize göstermektedir. Tabi ki geri kabul anlaşmasıyla Türkiye’ye kitlesel bir şekilde mülteci akını olmayacak. Fakat geri kabul anlaşmasının yürürlüğe girmesiyle Türkiye üzerinden AB’ye kaçak yollarla giren kişiler Türkiye’ye iade edilecek. Üçüncü ülke vatandaşları için ise mülteci kampları inşa edilecek. AB, iade ettiği mültecilerin barınma maliyetlerini kısmen üstlenecek. Ayrıca, Türkiye AB’ye kaçak göçün yoğun olduğu bazı ülkelerle mevcut anlaşmaları olduğundan, kabul edeceği mültecileri kısmen geldikleri ülkelere gönderebilecek. (3) Burada dikkati çeken kelime ise «kısmen” kelimesidir. «Kısmen” denilirken kesin bir oran verilmiyor. Bu da AB’nin niyetini anlamamıza yardımcı oluyor.
Mültecilerle Dayanışma Derneği´nden Pırıl Erçoban’a göre ise, kabul edildiği takdirde, düzensiz göçmenlerin, sığınmacıların bu savunmasız insanların zulüm görecekleri ülkelere zincirleme olarak geri iadesiyle sonuçlanacak bir durum. Türkiye de kendi doğusundaki ülkelerle aynı şekilde iade anlaşması yapmaya çalışıyor. Avrupa´nın iade ettiği bu kişileri Türkiye de iade anlaşmalarıyla daha doğuya püskürtecek. Herkes sorumluluğu bir diğerine atmak istemektedir. Avrupa´nın yaptığını bir «ahlaksız teklif” gibi adlandıran Erçoban, AB’nin kendi sorumluluğunu Türkiye, Ukrayna gibi ülkelere yüklemeye çalıştığını ve çok ciddi bir insan hakları ihlali riskinin ortaya çıkacağını belirtiyor. Ayrıca AB’nin ellerini çok güzel yıkadıklarını” bunlar mülteci değil, kaçak göçmen, ülkeye sokup sokmama tasarrufu o ülkenin hükümranlık hakkıyla ilgilidir” diyerek düzensiz göçü bu şekilde kontrol etmeye çalıştıklarını iddia ettiklerini belirtiyor. Erçoban bunun gerçekleşmesi durumunda, kamuoyuna Türkiye´nin Avrupa´ya vizesiz girmesi konusunda bir zafer gibi satılacağını da belirtmektedir.
Mülteci sorunu sadece Türkiye’de değil, dünya çapındaki en can acıtıcı sorunlardan bir tanesi. Hiç kimse doğduğu toprakları bırakıp başka bir ülkeye gitmek istemez. Fakat yaşam şartları nedeniyle insanlar sadece yaşayabilmek için birçok riski göze alarak ülkelerini terk etmek durumunda kalmaktadır. En çok da çorak Afrika topraklarından Avrupa’ya geçişte bu tehlikeli göçlere tanık olmaktayız. Özellikle nefes bile zor alınan, uzun deniz yolculuklarına elverişli olmayan ve kapasitesinin çok üstünde kişilerin saman torbası gibi basılarak kaçırılmaya çalışılan kaçak göçmenlerin, okyanus üzerindeki yaşam mücadeleleri tablonun acı yüzünü bize göstermektedir. Aslında yapılması gereken bu sorunun geri kabul anlaşmaları ile top misali birbirine atılmaya çalışılmasından ziyade, gelişmiş ülkelerin bu insanların ülkelerini sömürmek yerine daha yaşanılır bir hale getirerek ülkelerini terk etmemelerini sağlamaktır. Bunun için de gelişmiş ülkeler, ellerini taşın altına koymalı ve daha duyarlı olmalıdır…
Kaynaklar:
(1) Mustafa Akgündüz -Ege Üniversitesi -İktisâdî ve İdârî Bilimler Fakültesi -İktisat Bölümü-Gümrük Birliği Öncesi Ve Sonrasında Türkiye İle AB Ülkeleri Arasındaki İthalat-İhracat İlişkileri: Ekonometrik Bir Analiz
(2) www.aksam.com.tr -20 Aralık 2002-Nevzat BİNGÖL / Diyarbakır
(3) 22/06/2012-Deniz Zeyrek-Radikal