2013’e eğitim öğretim tartışmaları ile başladık: Biri Fareler ve İnsanlar, diğeri ise Şeker Portakalı olan iki edebi eserin ilköğretim öğrencilerine okutulup okutulmaması yönündeki tartışma ve ODTÜ’deki protestolarla başlayan; önce ODTÜ’lü öğrenciler, ardından ODTÜ’lü akademisyenler, sonrasında ise Türkiye’deki tüm fakülte, üniversite, öğrenciler ve akademisyenler üzerinden ilerleyen tartışma oldu. Bazı rektör, akademisyen ve öğrenciler başbakanın açıklamalarını destekledi; bazıları ise karşısında durdu ama nihayetinde bu sisteme ilişkin bir tartışma gündemde kendine yer buldu.
Bu tartışmalara biraz baktığımızda; iktidarın doğası gereği, muktedir olduğu ülkede herkesin kendi düşüncesini benimsemesini ve tüm bu kişi ve kurumların iktidarın çıkarını kendi çıkarları gibi savunmasını temenni ettiğini görmek mümkün. Bunun için ise farklı politikalar uyguluyor; ODTÜ’nün bir üniversite olarak hedef haline gelmesi de bunun çok önemli bir örneği. 80’den fazla üniversitenin faaliyette olduğu Türkiye’de, tüm üniversite öğrencilerine, üniversite öğrencisi adaylarına ve ailelerine kendi hedefleriyle paralel bir mesaj göndermiş oluyor. ‘Siz bu çapulculardan olmayın’; olursanız siz de biber gazı yersiniz, sizi de aforoz eder sistemin dışına iteriz deniyor. ‘Böyle akademisyen olmaz olsun, istifa etsinler’ sözleriyle halihazırda kadroları YÖK’ten gelen akademisyenlere de dikkatli olmaları konusunda üstü kapalı uyarıda bulunuluyor.
Siyasetçilerin akademisyenleri bu şekilde eleştirdiği ve dahası mesleklerini bırakması yönünde uyardığı böyle bir zamanda, durumdan kendine vazife çıkaran bazı yayın organlarının da öğretim üyelerini hedef gösterebildiği görülüyor. Hrant Dink’i öldürmeyi kendine görev bilen, katilleri kendine rol model seçen kişilerin dolduruluşa gelerek hedef listeleri açıkladıkları, akademisyenlerin korumaları ile derslerine gelip gittikleri bir toplumda şu şu şu kişiler demenin sakıncası ve riskleri ortaya çıkıyor. Buna karşılık son olarak bir internet sitesinin haberinde hedef gösterilen Ankara SBF öğretim üyesi örneğinde görüldüğü gibi imza kampanyaları ve basın açıklamaları ile bunun yanlışlığı ortaya konmaya çalışılıyor.
İktidar ve eğitim
Resmi ideolojinin yerleştirilmesinin temel yolu ilköğretim müfredatlarından geçiyor. Bu da yine dünyada kabul görmüş bir ideolojik araç olarak halihazırda kullanılıyor. Bu nedenledir ki, Yunanistan’da veya Ermenistan’da Türkiye’yle ilgili olumsuz ifadeler ders kitaplarında yer aldığında bu iki ülke arasında önemli bir siyasi mesele haline gelebiliyor. Elbette yalnızca Türkiye için değil, diğer ikili ülke ilişkilerinde de bu durum geçerli. ‘Ağaç yaş iken eğilir’ atasözü bu noktada manidar ve gerekleri tüm ülkelerce yapılıyor.
Yükseköğretimin ise görece bağımsızlığıyla, tüm bu resmi ideolojinin ve önkabullerin tartışılarak yerleşmesi veya değişip dönüşmesi yönünde bir işlevi olması gerekiyor. Yalnızca mesleki eğitim anlamında değil hayat deneyimi ve kişisel gelişim anlamında da üniversite farklı bir çatı olarak karşımıza çıkıyor. Bunu Mülkiye’de, hocam Baskın Oran’ın ‘ben Mülkiye’ye kalas girdim, lata çıktım’ sözleriyle açıklamak mümkün olabilir. Üniversite tartışmanın yeridir, bir üniformadan, sabit ders saatlerinden, teneffüslerden, okul sıralarından, zillerden, sabahları sıraya girmekten ve hatta yaşadıkları şehirlerden ve ailelerinden ayrılan gençler, hayatla üniversitede tanışırlar. Medeni ilişkileri, kadın-erkek ilişkilerini, amfide ders işlemeyi, topluluklar kurmayı, organizasyonlar yapmayı, protesto etmeyi gerçek anlamıyla üniversitede öğrenirler.
Tüm bunlardan ise korkmamak gerekir; zira üniversite farklılıkları da içinde barındırması beklenen bir kurumdur ve öğrenciler, tartışarak iktidarın ideolojisini benimseyen bir yaklaşım da sergileyebilirler. Bu noktada üniversiteden mezun olan öğrenciden beklenen ise sağ-sol, milliyetçi-sosyalist, inançlı-inançsız farketmeden kendi görüşlerini temellendirerek savunabilmesi olmalıdır. Kısacası, üniversiteler belli bir ideolojinin, belli düşüncelerin dayatıldığı kurumlar olamazlar, olmamalıdırlar. Üniversite; öğrencisine öğretmez; onu düşündürmeye çalışır; zira öğretmek kelimesi kendi içinde bir hiyerarşiyi barındırır.
Bir üniversite olarak ODTÜ’yü, bir fakülte olarak SBF’yi farklı kılan da bunlardır. Aksi takdirde Erdal İnönü ile Yusuf Aslan’ın; Abdülatif Şener, Vecdi Gönül, Emre Kongar ve İsmail Beşikçilerin aynı üniversitelerden mezun olması; aynı derste Gramcshi ve İsmet Özel metinlerinin okunması anlaşılamaz.
Altkantinden notlar
Daha iyi anlamak için bir üniversite insana neler yapar, üniversitede ne tartışılır; bu ay Kantindeki Politik Ekonomi okunabilir. Türkiye Öğrenci Hareketlerinden Mekansal Bir Kesit başlığını taşıyan bu kitapta 1994-2001 dönemine ilişkin seçilmiş metinlere yer verilmiştir. Altı bölüme ayrılmış olan çalışmada; belgeler, bildiriler ve duyurular, dönemin öğrencilerince kaleme alınan makaleler, dönemin akademisyenlerince ve entelektüellerince kaleme alınan makaleler, dönemin öğrenci hareketleri üzerine yazılan gazete metinleri; döneme ait sonradan yazılmış metinler ayrı ayrı birer bölüm oluşturmaktadır. Tam da üniversitelerde hangi gençlerin yetiştiği, hangi tartışmaların yapıldığını merak edenler için kitap güzel bir derlemedir.
Tüm bunların sonunda eğer ısrarla ‘önemli olan tartışan değil; benim doğru bildiklerimi doğru kabul eden bir gençliktir’ diyorsanız, bu yazının sahibi size vaktinizi aldığı için özürlerini sunar; ama yine de sormadan edemez: ya sizin doğrunuz da aslında yanlışsa?
Kantindeki Politik Ekonomi: Türkiye Öğrenci Hareketlerinden Mekansal Bir Kesit
Derleyen: Altuğ Yalçıntaş,
Phoenix Yayınları,
Ekim 2011,
s. 408.