Yeniden İzmir Yangını / 3 (13 Eylül 1922–18 Eylül 1922)

İzmir Yangını hakkında, 9-16 Eylül tarihleri arasında Egeli Sabah’ta yayımlanmış bir dizi-röportajda dile getirdiğim görüşlerimin üçüncü ve son kısmı aşağıdadır. Bu dizi-röportajın yakın gelecekte, Ödemiş-Birgi’nin Yunan Ordusu’nca yakılmasına odaklanan bir sunuşla birlikte, Ödemiş Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi tarafından basılacağını bildirmek isterim.

Soru: Küçük bir kısmını bizlerle paylaştığınız belge ve bilgiler ışığında İzmir’i kim yaktı?

E. Berber: Türkler yakmadı diyebilirim. Neden böyle söylediğimi açıklamazdan önce, iki konunun altını özenle çizmek isterim. İlk olarak, yangının müsebbibi olarak bir etnisiteyi çoğul telaffuz ettiğinizde (Türkler, Rumlar, Ermeniler gibi), o etnisiteden herkes kundakçı; diğer etnisiteden olanların tamamı masum gibi algılanmakta, istisnalar göz ardı edilmektedir. Şöyle ki, az önce ‘Türkler yakmadı’ demiştim. Oysa yakın geçmişte yayımlanmış bir sözlü tanıklıktan (elbette tanıklıkların doğruluğundan asla emin olamayız), komşusu bir Rumun evini ateşe veren, bu yüzden kendi evini de alevlere teslim etmiş bir Türkün varlığını öğrendik (Pelin Böke, İzmir 1919-1922 Tanıklıklar, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2006, s.s. 159-160). İkincisi, çeşitli Türk belgelerinde kundakçı olduğunu itiraf etmiş bazı Ermenilerden söz edilmekte, hatta bunlardan 22’sinin itiraflarını içeren İngilizce bir kitabın, Türk Tarih Kurumu’nca yayıma hazırlandığı kamuoyuna açıklanmış olsa da (http://www.cnnturk.com/2010/turkiye/04/03/1922.izmir.yangini.22.ermeni.gozaltina.alinmis/570654.0/index.html, Erişim: 25.4.2010), İzmir Yangını’ndan sorumlu tüm kundakçıların ismen ve etnisite olarak deşifre edilebilmesi mümkün olmayacaktır.

Yeniden sorunuza dönecek olursam, Grescovich raporunda, Türk saldırısı başladığı zaman Yunan subay ve erlerinin, ‘İzmir’i Türklere bırakmaya mecbur kalacak olursak yakacağız, yıkacağız’ dediğini ve 8 Eylül 1922 akşamı iki Yunan askerinin kundakçılık yaptığına şahit olduğunu belirtmektedir. Geri çekilirken geçtiği yerleşim merkezlerini kundaklayan Yunan Ordusu’nun, İzmir’e de aynını yapması çok zor değildi. İzmir’de Pasaport İskelesi’ndeki Yolcu Gümrük Salonu Başkâtibi ve Sandık Emini olan Fadıl Bey’in (rahmetli romancımız Samim Kocagöz’ün kayınpederidir), ‘İzmir’in İşgaline Dair Hatıralar’ başlıklı daktilo edilip henüz yayımlanmamış anılarında (fotokopi yapılmış bir örneği kişisel arşivimde bulunmaktadır), 7 ve 8 Eylül günlerinde İzmirli Rumlarla Ermenilerin, Müslüman mahallelerini ateşe vermelerinin beklendiği, bu yüzden Müslümanların evlerini boşaltarak Kadifekale sırtlarına çekildikleri okunmaktadır. Fadıl Bey, 8 Eylül’ü 9’a bağlayan gece için şunları yazmaktadır:

Ordunun (Türk) hangi saatte şehre gireceğini kimse kestiremiyordu. Hıristiyan (Rum) ve Ermeni mahalleleri ile İslam mahalleleri arasında adeta geniş ve tabi bir mıntıka vardı. O da çok sene evvel Basmahane (Tren) İstasyonu’nun karşısında açılan rahmi Bey Bulvarı, şimdiki Fevzi Paşa Bulvarı’dır. Bu tedbire uyarak taarruz mıntıkasına yakın olan evimizden çıkarak ve bir çuval içine biraz ekmek ve katık ile birer kat iç çamaşırı doldurarak tehlike mıntıkasından nispeten uzak olan biraderin evine gittik. O gün Cuma idi geceyi heyecan ve korku içinde geçirdik. Bu ihtiyati tedbirler alınırken Milis mahalle emniyet teşkilatı harekete geçti, eli silah tutan gençler, bulunabilen silahlarla donatılıp sokak başlarında sabahlara kadar nöbet tuttular, ellerine geçirdikleri kol demirleri, sopa, bıçak, pala ve av tüfekleri ile bu fedakâr mahalle gençleri taarruza ve kundağa karşı İslam mahallelerini muhafaza edip vazife başında sabahladılar, bunların içinde bizim mahallede en cesur ve fedakârı Zühtü Efendi namındaki genç idi. El’an hayattadır. Nerede görsem o acı günlerin tablosu gözümde canlanır. Bir diğer vatandaş ta, Musalla Taşı mevkiinde kabristan içinde saklanarak tedarik ettiği tabanca ile düşmanı sabaha kadar tarassut etmiş ve birçok mutaaarrızları (saldırganları) yere cansız seren atıcı ve cesur salepçi Arnavut Ali Ağa ve Giritli Lütfü Efendi nam hamiyetli ve kahraman dindaşlarımız çok sayıda Ermeni çetelerinin ateşine maruz kalıp mermileri de tükettiğinden orada şehit düştüler, fakat mütecavizlere geçit vermediler. Ordumuz İzmir’e girdikten sonra cesetleri kabristanın içinde bulunarak merasim ile şehitliği defnedildiler. Mevla rahmet eyleye (s.s. 36-37).

Sadece Müslüman sakinlerinin değil, halaskar (kenti kurtaran) Türk Ordusu’nun da, İzmir’in yakılacağından endişe ettiği anlaşılıyor. Birinci Ordu Komutanı Nurettin Paşa, 9 Eylül akşamı bağlı birliklerine verdiği bir talimatta (2 numaralı), belediye ve mahallata ait itfaiye teşkilatı kayıt ve yangın durumunda bunların kullanılması için gerekli tedbirler alınacak diyordu (Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı, 64, Vesika No. 1441). İzzettin Paşa’nın, 10 Eylül’de günlüğüne düştüğü not da çok anlamlıdır: ‘Sabah… 9.30’a doğru İzmir’e girdim… Valiliğe gittim… (Askeri) Valilik makamını teslim aldım… Hemen bir idare meclisi, belediye meclisi ve yangın ihtimaline karşı mücadele etmek için özel bir heyet oluşturdum’ (s. 580). Grescovich’in, 10-12 Eylül tarihleri arasında, 30 yıllık itfaiye istatistiklerinin kaydetmediği kadar çok yangın çıktığı ancak söndürmeyi başardıklarını yazması, Türk Ordusu’nun endişelenmesinin boş yere olmadığını gösteriyor. Bu yangınlar, Ermeni Mahallesi’nden Tepecik Mahallesi’ne uzanan alanda çıkmış olup, yangını söndürmeye gidilirken tesadüf edilen Rumlara göre, Ermeniler tarafından çıkarılmışlardı.

Kurtarıldığı günlerde, özellikle ilk 72 saat içinde İzmir’de güvenlik, yangınla ilgili bazı iddiaların gerçekliğini sorgulamak açısından önemlidir. 9 Eylül günü itibariyle Türk Ordusu ve Müslüman halkın öfkesinden sakınmak için, Yunanistan’a gidecek bir deniz taşıtına binmek üzere İzmir’e gelmiş on binlerce Rum (ve pek az Ermeni), Birinci Kordon ile müttefiklerin savaş gemilerine yakın demirlemiş mavnalarda veya Rum ve Ermenilerin ikamet ettiği mahallelere dağılmış durumdaydı. Yunan Ordusu’nun öfkesinden kaçan binlerce Müslüman da İzmir’e yığılmış, ya cami ve medreselere doluşmuş veya akrabalarının yanına sığınmıştı. Birinci Ordu Komutanı Nurettin Paşa’nın 9 Eylül’de verdiği bir talimat (2 numaralı), Türk Ordusu’nun İzmir’in güvenliği için ne denli titizlendiğini göstermektedir. 17 maddelik bu talimata göre İzmir, üç inzibat mıntıkasına ayrılmıştı. Yangının yok edeceği mahallin inzibatından sorumlu kılınan Fasolya Mıntıka Komutanlığı emrine iki piyade bölüğü (bir takımı noksan), bir tahrip müfrezesi, 4 ağır makineli tüfek, 1 süvari takımı ve 1 muharebe müfrezesi verilmişti. Mıntıka komutanı arzu ederse, en yakın piyade alayından ilave kuvvet isteyebilecek ve yağmakârlığa katiyen meydan verilmeyecekti. Aynı talimatın 17. maddesi ile bir Divan-ı Harbi Örfiye mahkemesi kurulmuştu (Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı, 64, Vesika No. 1441). Nurettin Paşa, aynı günlü bir başka talimat (3 numaralı) ile Sekizinci Tümen Komutanı Kazım Paşa’yı, İzmir Mevki Komutanı tayin etmişti (Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı, 64, Vesika No. 1442). Görüldüğü üzere Türk Ordusu, daha kurtardığı gün İzmir’i,güvenli kılmaya yönelik önlemleri almaya başlamıştı.

Soru: Bu önlemler, yangından önce İzmir’i güvenli bir kent yapmaya yetti mi?

E. Berber: Fadıl Bey’in anılarından, Türk Ordusu’nun İzmir’e girişinden önceki üç günde, Rum ve Ermenilerin oturduğu mahallerden Müslümanlara; Türk Ordusu’nun girişinden sonraki üç gün içinde ise, tersi istikamette yani Müslümanların oturduğu mahallerden Rum ve Ermenilere yönelik saldırılar olduğu anlaşılmaktadır. İzzettin Paşa’nın 11 Eylül’de günlüğüne yazdığı son derece açıktır: ‘Ermeni ve Rumlar kiliselere toplandı. Kaçmak isteyenlerin eşyaları ve halktan birçok kişi mavnalarda kaldı. Birçok Hıristiyan ahali de evlerinde. Oldukça fazla yağmacılık oldu ama fazla öldürülen yok’. Konuyu uzatmamak için başka belgelerden söz etmeyeceğim. Ancak sorunuzun yanıtı: ‘Hayır’dır. Nitekim Mustafa Kemal Paşa, Chicago Tribune muhabirinin, ‘Ordunun İzmir’e girmesinden beri Türk askerinin ve sivillerin hareketi nedir?’ şeklindeki sorusuna verdiği yanıt son derece dürüsttür: ‘Görüyorsunuz ki, İzmir’de hiçbir katliam vaki olmadı. Münferit yağma ve katl olaylarını menetmek mümkün değildir. Bir ordu 450 km yürüdükten sonra bir şehre girer, bir de geçtiği yerlerde kendi köylerinin yakıldığını, yağmaya uğradığını, akrabasının öldürüldüğünü kendi gözleriyle görürse, böyle bir askeri zapt etmek zordur. Mamafih düzenin ihlal edilmediğini görüyorsunuz. Biz intikam ve mukabelede bulunmak fikrinde değiliz. Buraya eski hesapları araştırmaya gelmedik. Bizim için mazi gömülmüştür’ demişti (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt 3, Ankara, 1954, s. 45).

Görüldüğü üzere Türk Ordusu, İzmir’de Rum ve Ermenilerin yaşadığı mahalli (yani yangın mahallini) ne kendi, ne de sivil Türklerin sistematik biçimde yağma etmesine izin vermiştir. Aksine, bunu engellemek istemiştir. Askeri Vali İzzettin Paşa’nın 13 Eylül’de, yangının başlamasından birkaç saat önce, Sekizinci Tümen Komutanlığı’na gönderdiği bir yazıdan, bu meyandaki önlemlerin daha da sıkılaştırıldığı anlaşılmaktadır: ‘İzmir şehrinin inzibatı için aşağıdaki tedbirler alınacaktır’ cümlesiyle başlayan bu yazıda, Sekizinci Tümen’in bir alayının (toplam 1400 asker) karakollara dağıtılması, yangına karşı tedbir alınması; istihkâm kıtasının bu konuda hazır bulundurulması; mahallelerdeki tulumbaların tespit ve çalışmalarının temin edilmesi; yağmakarlık ve asayişi ihlal edenlere ateş açılması; yakalananların derhal Divan-ı Harbi Örfiye sevk ve haklarındaki hükmün 24 saat içinde verilip infaz edileceği belirtiliyordu (ATASE Arşivi, Klasör. 2267, Dosya: 4, Belge: 164). Bu belgeler, ‘Türk Ordusu ve/veya sivil Türkler, Rum ve Ermenilerin oturduğu mahalli 13 Eylül’e kadar yağmaladığından, İzmir’in yakılması gayet doğaldı’ şeklindeki iddianın, gerçek dışı olduğunu ortaya koymaktadır.

Soru: Türk Ordusu’nun, İzmir Yangını’nın başlamasından birkaç saat önce önlemlerini sıkılaştırması bir tesadüf mü?

E. Berber: Tesadüf değil. Grescovich’in de yazdığı üzere, 11 Eylül’ü 12’ye bağlayan gece, İngiliz makamları kendi tebaasından olup Buca’da ikamet edenleri, buraya iki tren göndermek suretiyle İzmir’e nakletmiş ve 12 Eylül sabahı bu insanlar, körfezdeki İngiliz gemilerine bindirilmişlerdi. İngilizleri, İzmir’in sayfiyesi Buca’daki tebaasını bile tahliye ettirecek kadar kaygılandıran şey, Grescovich’e göre büyük bir yangının çıkabilecek olmasıydı. Anlaşılan o ki, İngiliz makamlarına İzmir’in yakılacağına ilişkin güvenilir bir kaynak/kaynaklardan haber gelmişti. Bu haberler Türk Ordusu’na da ulaşmış veya Grescovich gibi gördüklerini değerlendirerek, yangını engellemeye yönelik önlemlerini sıkılaştırma gereği duymuştur diye düşünüyorum. Nurettin Paşa’nın, 14 Eylül tarihinde Garp Cephesi Komutanlığı’na gönderdiği bir harp raporunda, İngiliz konsolosunun Ermeni ve Rumların milli teşkilâtını yangın için teşvik ettiğine ilişkin, daha önce dillendirdiğim iddiası, Buca’dan sabaha karşı yapılmış bu tahliye operasyonu ile ilgili olabilir.

Soru: 13 Eylül 1922 sabahına kadar olup biteni öğrendik. İzmir Yangını’nın nereden ve nasıl başladığını anlatır mısınız?

E. Berber: Kaynakların neredeyse tamamı, İzmir’deki hanelerin 1/3’nü ve sadece İzmir’in değil, aynı zamanda Anadolu’nun en zengin ve mamur mahallini yok eden bu yangının Haynots’da, yani Ermeni Mahallesi’nde başladığı konusunda hemfikir. Bu durum, yangını otomatikman Ermenilerin başlattığı anlamına gelmez, ama bazı Ermenilerin kundakçı olabileceği olasılığını göz ardı etmemizi de gerektirmez. Grescovich 12 Eylül’de, yangın (itfaiye gözlem) kulesi ve diğer yüksek mevkilerden, Ermeni kilisesinin çan kulesinden daha önce kararlaştırılmış parolalı işaretleşmeler yapıldığının dürbünle görüldüğünü yazıyor. 13 Eylül sabahı saat 10.30’da, Ermeni Mahallesi’nde görülen ilk ateşten birkaç saat sonra, Ermeni Mahallesi’nde kilise dahil birbirinden bağımsız 25 noktada birden ateş çıktığını ve yangını söndürmek için giden itfaiyecilere ‘her taraftan kurşun sıkıldığını’ belirtiyor. Grescovich’e yangının ikinci gününde (14 Eylül) söndürmeye çalışırken de kurşun sıkılmış, yangın tulumbaları bu kurşunlar yüzünden ‘delik deşik’ olmuştu. Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın, Başkomutanlık ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti’ne (Genelkurmay Başkanlığı) 13 Eylül akşamı gönderdiği bir raporda şöyle denmektedir: ’13.9.38 öğleden önce, Ermeni Mahallesi’nde Suzan Sokağı’nda zuhur eden yangın (saat 10.30’da çıkan ateşten söz ediliyor), itfaiyenin muavenetiyle serian bastırılmışken, tutuşmuş hane civarında sıra ile birçok evlerden yangın zuhur etmiş ve bu yangının Ermeniler tarafından çıkarıldığı anlaşılmıştır. İlk yangın bastırıldığı esnada, Ermeni Kilisesi’nden tüfek ve bomba ateşi yapılmıştır. Yangının söndürülmesine çalışılmaktadır’ (Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı, 64, Vesika No. 1448).

Yangının bir anda 25 farklı noktada görülmesi ve söndürmeye çalışan itfaiyecilerin kurşun yağmuruna tutulmaları; kundağın iyi bilgilendirilmiş bir ekip tarafından konulduğu ve bunların ateşin sönmesine izin vermemek noktasında son derece kararlı oldukları anlaşılıyor. Bu durum ister istemez aklıma, Midilli’den Danglis’in yazılı itirafında sözünü ettiği, Yunan Ordusu’na mensup özel (yangın) mangalarını getiriyor. Olasılıkla istihkâm sınıfından olan bu mangaların kundak koymadaki başarısı, geçerken yaktıkları köy ve kentlerin çokluğundan ortadadır. Türk Ordusu İzmir’e girdiğinde, şu veya bu sebeple İzmir’den ayrıl(a)mamış, ancak üniformalarını atarak sivil giyinmiş çok sayıda Yunan askerinin, kent içinde (ve de kırsalda) saklanmaya çalıştıklarını biliyoruz. İzmir’in Rum ve Ermeni mahallesini yok eden kundağın, imbatın olduğu (yani rüzgârın denizden karaya doğru estiği) ilk birkaç günde değil de, rüzgârın yön değiştirip güneyden (karadan denize doğru) esmeye başladığı 13 Eylül’de konulması, bir tesadüf olmasa gerekir. Söz konusu mangalardan biri veya birileri, kundağı koyanları bilgilendirmiş hatta sürecin aktif olarak içinde yer almış olabilir.

Ayrıca belgeler, Türk Ordusu’nun itfaiyecilerin işini yapmasına engel olmadığı, hatta onlara yardımcı olduğunu göstermektedir. Grescovich yangını su ile söndürmenin mümkün olmadığını görünce, Mevki Komutanı Kazım Paşa’ya giderek, patlayıcı madde kullanmak suretiyle yakın ve sağlam binaların yıkılması, böylece yangın bölgesinin moloz bir setle çevrilmesini önermişti. Kazım Paşa bir çavuş kumandasında, 30 istihkâm eri ve bir kamyon dolusu patlayıcı tahsis etmişse de, binalar yıkılmak yerine sadece duvarlarda deliklerin açılması bu girişimi boşa çıkarmıştı. Bu bağlamda Türk Ordusu’nun eksikliği (yanlışı), Sekizinci Tümen Komutanı Kazım Paşa’nın itfaiyede görevli Rumları teşkilattan ayırması olmuştu ki, bu yüzden teşkilattaki itfaiyeci sayısı 100’den 40’a düşmüştü. Kazım Paşa’nın 9 Eylül’de, mevki komutanı olarak bağlı birliklerine gönderdiği bir talimat (1 numaralı) var. Paşa’nın kendi imzasını taşıyan bu talimatnamenin, ‘Rum ırkına mensup olanlar hangi devlet tebaasından olursa olsun, derhal harp esiri sayılacaklardır’ diyen 13. maddesini çiğnemesi mümkün değildi. Aynı maddede devamla, ’Ermeniler dahi yerli Rumlar ve Yunanlılar ile müttefikan hükümetimize karşı muharebeye iştirak etmiş bulunduklarından, bunlar dahi harp esiri sayılacaklardır’ denmektedir (ATASE Arşivi, Klasör 2267, Dosya 7, Fihrist 3-70). Ancak bu yanlış, Türk Ordusu’nun yangının söndürülmesi için sarf ettiği çabayı gölgelemez/gölgeleyemez. Sekizinci Tümen Komutanı emriyle Erkan-ı Harbiye Reisi Ömer Suphi Bey’in, Birinci Kolordu Komutanlığı’na 14 Eylül akşamı gönderdiği raporun 3. maddesinde şunlar yazıyor: ‘Yangın bütün şiddetiyle devam etmektedir. Yangının zuhurundan beri 131 ve 169. Alay zabitan ve efradı geceli gündüzlü yangının söndürülmesine çalışmaktadırlar…’ (ATASE Arşivi, Klasör: 2267, Dosya: 4, Fihrist: 165). İzzettin Paşa’nın günlüğüne 14 ve 15 Eylül’de düştüğü notlar, aynı çabayı gözle önüne sermektedir: ‘Ermeni yerleşim bölgesinde yangın başladı… Bütün gece uyumadım’ (13 Eylül); ‘Yangın devam etti… Bütün gün yangınla uğraştım. Gece de devam etti’. O halde bazılarının iddia ettiği gibi, Türk Ordusu’nun yangının söndürülmesi için çaba sarf etmediği ve/veya İzmir’in yakılmasına duyarsız kaldığı şeklindeki iddialar da gerçek dışıdır.

Soru: Bir kez daha sormak istiyorum, İzmir’i kim veya kimler neden yaktı?

E. Berber: Benim şu an itibariyle bu soruya vereceğim mutlak gibi görünen doğru yanıt, hanelerini yabancı şirketlere sigorta ettirmiş bazı Ermenilerin, büyük yangının kundağını koyan ekibin temel aktörleri olduklarıdır. Bunların, Yunan yangın mangalarına mensup biri veya birilerinden profesyonel destek almış olmaları ihtimal dahilindedir. ABD Arşivi’ni (NARA) görmüş bir araştırıcının belirttiği üzere, İzmirli Ermenilerden birçoğunun gayrimenkullerini sigortalatmış olduğu ve şirketlerin bu gayrimenkullerden boşaltılmış (terkedilmiş) olanlara değil, yangın sebebiyle yitirilmiş olanlara tazminat ödeyeceği tahmin edilmektedir (Bestami Bilgiç, «Ermeniler Mülklerini Neden Sigortalattı?”, Derin Tarih, Sayı 6, s. 53). Sigorta şirketleri aleyhine açılmış davaların tutanakları henüz görülebilmiş değildir. Kanaatim odur ki, davacılar arasında hanelerini sigorta ettirmiş çok sayıda Ermeni de vardır. Son olarak, bu değerlendirmemi kusurlandıracak belge ve bilgiler ortaya çıkar ise, gereğini yapmada duraksama göstermeyeceğimi sizin aracılığınızla kamuoyuna bildirmek isterim.

Bunları da sevebilirsiniz