Türkiye Üniversiteleri’nin Kırılma Noktaları

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin bir ürünü olan 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu (YÖK) yasasıyla bilim ve eğitim, «kamu değerleri” olmaktan çıkarılmıştı. Günümüzde, YÖK Yasası yetmemiş olacak ki, Türkiye Üniversiteleri yeniden yapılandırılıyor. Yeni yasa ile üniversitelerin daha yüksek düzeyde egemen çevrelerin denetimine sokulacağı anlaşılıyor.

Geleceği görmek açısından YÖK Yasası ile neler olmuştu kısaca irdeleyelim.Üniversiteler, eğitim programlarından başlayarak, örgütlenmeye değin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği’nin (AB) yönlendirilmesiyle farklılaştırıldı. Bütün bu farklılaşma etkinliklerinin temelinde, yeni-liberal politikalarla dayatılan Batı’nın karşı konulmaz ve doğası gereği üstün olduğuna ilişkin Avrupa merkezci, bir başka deyişle Doğuculuk (Şarkiyatçılık/Oryantalizm) görüşünün egemen olduğu rahatlıkla söylenebilir (Kaymakçı, 2012).

Bilimde Kırılma Noktası

YÖK Yasası ile Türkiye Üniversiteleri’nde bilimde kırılma noktaları şöyle özetlenebilir:

-Bilim öncü rolünü yitirmeye başlamış ve dar teknik uzmanlık alanlarına hapsedilme sürecine sokulmuştur. Bu, özellikle yaşam ve doğa bilimlerinde daha belirgin bir duruma getirilmiştir.

-Üniversite-sanayi, araştırma-üretim ilişkisi kısa erimli getirileri üzerine piyasa mekanizmaları temelinde yapılanmaya başlandı. Bir başka deyişle, anılan ilişkilerde bilim, bağımlı ve sipariş üstüne çalışan bir etkinlik konumuna sürüklendi. Kısaca, daha önce de belirtildiği üzere bilimin ticaretleşmesi süreci yaşanıyor. Bu süreçte daha vahimi, bilimsel etkinlikler Batı’ya taşeronlaşıyor.

-Araştırma-Geliştirme (Ar-Ge) etkinliklerine ayrılan kaynakların göreli olarak azaltılması, birbiriyle bağlantılı iki sonucu doğurmuştur. Birincisi, sipariş üzerine Ar-Ge etkinlikleri devreye girmiştir. Bu durum, toplumsal bilimlerde «makbul görüşlerin gerekçelenmesini”, yaşam bilimlerinde (tıp, ecza, tarım ve veteriner hekimliği gibi) belli ilaç, tohum, damızlık ya da uygulamaların «sürüm artışı”nı amaçlayan bir yaklaşımı ortaya çıkarmaktadır. İkincisi ise, araştırıcılar ulusal kaynakların dışında özellikle AB fonlarına yönlendirilmiştir. AB fonlarına yönlendirme, bilimsel taşeronluğun boyutlanmasına yol açmıştır (Kaymakçı,2006).

-Kamusal Ar-Ge’den yararlanma da giderek ideolojik yaklaşımlara göre şekillenmektedir. Kamusal kaynaktan yararlanmada ölçütün yeni-liberal ideolojiye (laik ya da İslamcı) sahip olmaktan geçtiği yaygınlaşan bir görüştür. Bu durum, bilimin itici gücünü oluşturan « bilimsel kuşku” nun ve «bilimsel özerkliğin” yok edilmesinden başka bir anlama indirgenemez.

-Bilimin evrenselliği-gündemin ulusallığı ölçütünde önemli sapmalar olmuştur. Bu sapma, bilimin gündemini sözde «uluslararası gündemin” konularına araştırıcılarının yönlendirilmesi, hatta dayatılmasıyla şekillenmektedir. Bir başka deyişle, «ulusal bilim gündemi” yok sayılmış, kimi raporlarda bu durum daha önce de belirtildiği üzere «Türkiye Araştırma Alanının AB Araştırma Alanı ile birleştirmek” şeklinde dile getirilmiştir. Bu doğrultuda birçok örnek verilebilir.

Eğitimde Kırılma Noktaları

Türkiye Üniversiteleri’nde kırılma noktaları şöyle özetlenebilir (Işıklı, 2004; Omay, 2004):

-Eğitim-öğretim hizmetlerinin karşılanması giderek paralı duruma gelmiştir. Devlet üniversitelerinde harçlar artarken vakıf üniversitelerinin sayısında olağanüstü artış olmuştur. Üstelik bunlar gerçek anlamda vakfedilen kaynaklarla kurulmuş kurumlar değildir. YÖK yasasında yapılan değişikliklerle vakıf üniversiteleri bütçelerinin yarısına yakını kamu tarafından karşılanmaya başlanmıştır. Kimileri de kamu arazi hatta ormanları ucuza kapatmıştır. Günümüzde vakıf üniversiteleri, ya kimi varlıklı sosyal katmanların ya da cemaatlerin yararlarını doruk noktasına çıkaran öğretim kurumları olmuşlardır.

-Bölümlerin eğitim-öğretim programları ulusal talepler doğrultusunda değil, AB sürecinde başlatılan «Akreditasyon” uygulamasına göre şekillendirilmektedir. Üstelik bu şekillendirmede öğretim elemanlarına adeta dayatma yapılmakta, var olan katkıları ise göstermelik kalmaktadır.

-Kimi toplumsal bilim dallarında eğitim-öğretim programları yeni-liberal öğretim egemenliğinde şekillenmiştir. Örneğin, ekonomi ya da işletme bölümlerinde bilim diye yeni-liberal ideolojinin öğretileri geçerlidir. Bu anlamda tam bir ticarileşme söz konusudur.

-Eğitim ve öğretimde ulusal dil, neredeyse dışlanmakta, özellikle kimi diller İngilizce-Fransızca gibi yansız bir bilimsel kaynak bulma aracı olmaktan çıkarılmakta, Batı’nın ideolojik egemenlik aracı durumuna dönüştürülmektedir. Üstelik bu yaklaşım, üniversiteleri farklılaştırmış, yabancı dil ile eğitim yapan devlet ve vakıf üniversitelerini hak etmedikleri bu mertebeye yükseltmiştir.

-Öğretim üyesi yetiştirme programlarında yurt dışına ağırlık verilmiş, bu durum kaynak aktarımının dışında beyin göçüne de neden olmuştur. Bu yolla yurt dışına gönderilen çok sayıda kişi yurda dönmeme yolunu seçmiştir.

Akademik Yükselmeler ve Öğretim Üyesi Niteliğinde Kırılma Noktaları

-1980 öncesine göre akademik yükselmelerde farklılaştırma getirilmiş, bir araştırma tezine dayalı olarak yapılan doçentlik sınavı ortadan kaldırılmış ve doçentlik sınavında ölçü, ilgi alanındaki araştırmaya göre şekillendirilmiştir. Bu da niteliğin düşmesine neden olmuştur.

-Daha sonra akademik yükselme ve atamalarda, yurtiçi yayınlar yerine yurtdışı yayınlar dikkate alınmaya başlanmıştır.«Citation Index” kapsamımda her yıl on bin civarında yayın, yurtdışı dergilere gönderilmektedir. Ancak yayınların hangi koşul, ortam ve ölçülerde kabul edildiği, yayınların ulusal bilim gündeminde olup olmadığı sorgulanmamaktadır. Bunun birçok olumsuzlukları vardır. Araştırıcılara yüklediği maliyetlerin dışında, evrensel bilime katkı yapmaya çalışılırken(!) asıl hak sahibi ulusal unsurlar bu çalışmalardan yararlanamamaktadır. Bu araştırmaların, halktan toplanan vergilerle yapılmakta olduğu göz önüne alınmamaktadır. Bu, daha öncede belirtildiği üzere, aynı zamanda gizli beyin göçünün de bir başka görünümüdür. Bir başka bir adı da «bilimsel taşeronluk”tur.

Demokratik Üniversitenin Kırılma Noktası

-Yüksek öğrenim özerkliğini yitirmiştir. Yönetsel özerklik, bilimsel özerklik ve mali özerklik yok edilmiştir. Yöneticiler, siyasal iktidarlar tarafından dolaylı ya da doğrudan atanmaktadırlar. Kurullar göstermelik olmuştur.

-Özerklik salt devleti elinde tutan siyasal erk karşısında değil, diğer toplumsal güçler (egemen sınıf ve katmanlar, cemaatler gibi) karşısında da yitirilmiştir. Sermaye ya da cemaatlerin denetimindeki yüksek öğrenim kurumlarında muhalif seslerin çıkması olanaksızdır. Üstelik kimileri yabancı sermayenin egemenliğini de kabul etmişlerdir.

Evet, yazının başında söylediğimizi tekrarlayalım. Günümüzde, YÖK Yasası yetmemiş olacak ki, Türkiye Üniversiteleri yeniden yapılandırılıyor. Yeni yasa ile üniversitelerin daha yüksek düzeyde egemen çevrelerin denetimine sokulacağı anlaşılıyor.

Kaynaklar

Işıklı, A., 2004. Yüksek Öğrenimin Özelleştirilmesi ve AKP’nin YÖK Yasa Taslağı Bilim ve Ütopya.Sayı:119.

Kaymakçı, M., 2006. Küreselleş(tir)me Sürecinde Türkiye’de Bilim ve Teknoloji. Ulusal Bağımsızlık İçn Türkiye İktisat Politikaları Kurultayı Bildirisi, Malatya.

Kaymakçı, M., 2012. Küreselleş(tir)me Karşıtı Bilim-Politik Yazılar.İlkim Ozan Yayınları

Omay, E., 2004. Akademik Sorunlarımızın Kaynağı. Bilim ve Ütopya, Sayı:119.

Bunları da sevebilirsiniz