İkinci Obama Dönemi

ABD Başkanlık seçimleri boyunca Türk-Amerikan ilişkilerini konuştuk ve hiç kuşkusuz bu ilişkiler bugün de Türk dış politikasının en kritik konusu olma özelliğini koruyor. Türk-Amerikan ilişkilerinde ikinci Obama yönetimi döneminde neler olabileceğini tartışırken çoğunlukla bunu ikili ilişkilerin bilinen başlıkları çerçevesinde ele alıyoruz. Türkiye’nin ABD için stratejik öneme sahip bir ülke olduğu bir gerçek. Ancak ne var ki, Türkiye ABD’nin diğer büyük güçlerle, düşman bellediği ülkelerle ilişkilerinin seyrinden de etkilenecek bir ülke. Bu bağlamda, Türkiye-ABD ilişkilerine ilişkin varsayım ve tasavvurlarımızın bu ilişkilerin dış çevresini de dikkate alarak değerlendirilmesi ve bunların ikili ilişkilerimizde ne türden fırsat ve engeller yaratabileceğinin sorgulanması gerekiyor.

ABD-Rusya ilişkilerinin nasıl gelişeceği bugün Suriye krizi nedeniyle de Türkiye açısından fevkalade önemli. Aslında 2009 sonrası bu ilişkilerin daha yapıcı bir şekilde yeniden tanımlanması için çaba harcanmıştı. Afganistan’ın istikrara kavuşturulması, köktendinci şiddete karşı ortak hareket, İran’ın uranyum zenginleştirme çabalarının önünü kesme gayretleri ve stratejik nükleer silah cephaneliğinin karşılıklı olarak sınırlandırılması yolundaki adımlar ortak öncelikler olarak belirmişti. Ancak bugün baktığımızda bu yol haritasında en fazla ön plana çıkan konu olan silahların denetimi konusundaki gelişmelerin, ABD-Rusya ilişkilerinde istikrar ve ilerlemeyi sağlamada yeterli olmayacağı açık. Buna karşılık Rusya’nın Dünya Ticaret Örgütü’ne kabul edilmesi durumunda iki tarafın da kazançlı çıkabileceği bir ortama kavuşulabileceği ve ABD-Rusya ilişkilerinde istenen normalleşmenin sağlanabileceğini ileri sürenler var. İşin ilginç yanı, hem ABD’nin hem de Moskova’nın bundan sonra stratejik odak noktalarının Asya Pasifik bölgesi olduğunu resmen deklare etmiş olmaları. ABD yeni bir Asya’nın nasıl yaratılacağı konusunda Rusya ile bir görüş alışverişine girmekte isteksizken Çin, bölgede Washington’un olduğu kadar Moskova’nın da en önemli ticari ortağı olma konumunu koruyor. Diğer taraftan Çin ve Rusya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde birbirlerini destekler tutumları ve Şangay İşbirliği Örgütü’ne liderlik etmeleriyle dikkatleri üzerlerine çekiyor. İkinci Obama döneminde Pasifik bölgesinde ABD-Rusya ilişkilerinin başta balistik füze savunması olmak üzere güvenlikle ilgili konulardan Bering boğazını katedecek bir boru hattının inşasına kadar uzanan birçok alanda işbirliğinin gerçekleşip gerçekleşemeyeceğini göreceğiz. Asya Pasifik bölgesindeki hesaplar, çekişme ve uzlaşı denemelerinin yansımaları yanıbaşımızdaki bölgelerde Orta Doğu ve Kafkasya’da hissedilecek.

Her ne kadar yeni keşfedilen doğal gaz rezervlerinin yakın gelecekte ABD’nin Orta Doğu bölgesinin kaynaklarına olan bağımlılığını azaltması nedeniyle Orta Doğu’nun ABD’nin gündeminden düşeceğini ileri sürenler olsa da yakın gelecekte bunun gerçekleşmesi birçok nedenden dolayı pek de kolay gözükmüyor. Hele de Suriye’nin geleceğinin ABD ile Rusya arasındaki büyük pazarlığa bağlı olduğu bir ortamda… Bunu tersten okumak yani Suriye krizinin ABD-Rusya ilişkilerinin bundan sonra nasıl seyredeceğini doğrudan etkileyeceğini söylemek de mümkün.

İşin ilginç yanı, Esad yönetiminin ABD ve müttefiklerini Suriye’deki muhalefeti kışkırtmak ve ülkeyi kaos ortamına sürüklemekle suçlamasına benzer şekilde Putin de Aralık 2011’de Rusya’da yapılan seçimlerin adil ve özgür bir ortamda yapılmadığını ileri süren ABD’yi protestoculara göz kırpmak ve hatta kendilerini göstersinler diye onlara para dağıtmakla suçlamıştı. Libya’ya NATO müdahalesi konusunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki oylamaya katılmayan Rusya bugün aynı hatayı tekrarlamak niyetinde değil kuşkusuz. Yine de Obama’nın ikinci kez başkan seçilmesiyle birlikte Romney’nin «bir numaralı düşman” ilan ettiği Rusya ile bir şekilde pazarlık yapılacağı unutulmamalı. Romney’in kazanması durumunda Türkiye, ABD-Rusya ilişkilerinin sertleşmesinden ciddi rahatsızlıklar hissedecekti. Ancak bugün Obama’nın ikinci kez başkan olmasıyla da Türkiye açısından başka tür sıkıntılar söz konusu olabilir. Özellikle de Türkiye’nin ABD-Rusya ilişkilerinin ağırlığı altında istemediği seçeneklerle karşı karşıya kalacağı durumlarda.

ABD-İran ilişkileri bağlamında da benzer dinamiklerden söz edebiliriz. Her ne kadar, bırakın ABD’nin İran’a savaş açması hatta bugün görüldüğü üzere bu ülke üzerindeki yaptırımları sertleştirmesi bile Türkiye açısından büyük bir sorun teşkil etse de, ABD’nin İran ile nükleer program konusunda teke tek görüşmeler yapmasıyla başlayabilecek yeni bir süreç de Türkiye’yi hazırlıksız yakalayabilir.

Obama’nın seçilmesinin Türkiye’de Türk-Amerikan ilişkilerinin geliştirilmesi açısından beklentileri hayli yükselttiği bir gerçek. Bu ortamda yapılacak en büyük hata ise Türkiye’nin dış politikada hareket serbestliğini ve önceden hesaplanmamış gelişmeler, fırsat, risk ve tehditlerle başa çıkmasını zorlayacak tarzda bir angajmanı Türkiye’nin bizzat kendisinin isteyerek geliştirmesi gibi gözüküyor.

Bunları da sevebilirsiniz