Kavramlarla Politik Dünya/ Yeni Dünya Düzeni

Uluslararası ilişkiler disiplininde (siyasi tarih ile de ilgili olarak) hem olay ve olguların süreklilik ve değişimlerinin doğru analiz edilebilmesi hem de incelenmesini kolaylaştırmak açısından «dönemselleştirme” yaygın bir yöntemdir. Uluslararası ilişkiler disiplini çerçevesinde dönemselleştirme, genellikle farklı yaklaşımlara göre «sistem”, «düzen” gibi kavramlarla adlandırılan ve devletlerin birbirleri ile etkileşiminin niteliğini belirleyen unsurların genelleştirilmesi yöntemi ile yapılır. Bir dönemin bitip diğer bir dönemin başlamasına «önemli” bir olayın neden olduğu varsayılır. Elbette yaklaşımların bakış açılarına göre bu «önemli” olayların neler olduğu ya da nitelikleri genelleştirilen dönemlerin niteliklerinin neler olduğu farklılık göstermektedir. Buna rağmen, disiplin açısından yaygın olarak kullanılan dönemselleştirmeye göre, 1914-1918 yılları arası Birinci Dünya Savaşı, 1918-1939 yılları arası İki Savaş Arası Dönem, 1939-1945 yılları arası İkinci Dünya Savaşı, 1945-1990 yılları arası Soğuk Savaş Dönemi, 1990 sonrası ise Soğuk Savaş Sonrası Dönem olarak adlandırılır.

Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Doğu Bloğu’nun çökmesi nedeniyle «iki kutuplu” yapının son bulmasını milat alan «Soğuk Savaş Sonrası Dönem”in niteliklerinin neler olduğu/olacağı, Soğuk Savaş’ın ardından dünyayı ne gibi gelişmelerin beklediği 1990’dan beri tartışılmaktadır. Bu yazı ise Berlin Duvarı´nın yıkılmasını «tarihin sonu” olarak değerlendiren, Soğuk Savaş Sonrası Dönem’de iyimser bir tutumla «yeni” bir «dünya düzeni” kurulduğunu iddia eden ve 1990 sonrası dönemi «Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandıran yaklaşımın eleştirisini yapmak ve böylelikle günümüzde uluslararası ilişkilerin niteliklerine genel bir bakış sunmak amacındadır. Bu sebeple öncelikle «Yeni Dünya Düzeni” söyleminin kökenini incelemek yerinde olacaktır.

Soğuk Savaş Dönemi -hakim yaklaşıma göre-, dünyanın ideolojik, ekonomik, kültürel olarak ikiye bölündüğü Doğu-Batı ayrımının yapıldığı, Doğu´da kalan kısmın Batı´dakiler tarafından «Demir Perde” olarak adlandırıldığı bir dönemdi. Sovyetler Birliği´nin çöküşünün hemen ardından insan hakları, özgürlük, demokrasi, çoğulculuk gibi liberal değerlerin bütün dünyaya yayılacağına yönelik bir intiba oluşmuştu. Oluşması beklenen bu düzene de ABD Başkanı baba Bush’un söylemine dayanarak «Yeni Dünya Düzeni” denilmiştir. Bush, 11 Eylül 1990´da Kongre´de yaptığı konuşmada Soğuk Savaş´ın bitmesi ile yeni bir çağın başladığını artık diktatörlerin Doğu-Batı ayrımı yapamayacağını, bu «yeni dünya düzeni”nde Doğu’daki Batı’daki Kuzey’deki Güney’deki bütün ülkelerin harmoni içinde yaşayacağını, uluslararası işbirliğinin ve barışın güçleneceğini, bütün devletlerin özgürlük ve adaleti paylaşacağını, güçlülerin zayıfın haklarına saygı duyacağını söylemiştir. (1) Ancak, henüz 1990’ların başlarında, Körfez savaşları, Yugoslavya’nın dağılması sürecinde Balkanlar’da yaşananlar gibi, Baba Bush’un söyleminin boşluğunu kanıtlayacak birçok gelişme yaşanmaya başlamıştır. 1990’dan 22 yıl sonra günümüzde, 1990’da çizilen «ideal” «Yeni Dünya Düzeni”nden ne denli uzak bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz ise oldukça net görülmektedir.

İçinde bulunduğumuz dönemin genel özelliklerinden bazılarına değinmek yerinde olacaktır.

-Devletler arasındaki etnik, dinsel, mezhepsel çatışmalara ek olarak, devletlerin içinde giderek tırmanan kültür temelli çatışmalar,

-Soğuk Savaş Dönemi’nin başat jeopolitik ayrımı olan« Batı-Doğu” ayrımının yerini «Kuzey- Güney” ayrımının alması ve Kuzey ile Güney arasındaki uçurumun giderek derinleşmesi, buna ek olarak devletlerin içindeki gelir adaletsizliğinin artması,

-«Uluslararası terörizm”,

-«Nükleer çifte standartlar” (yani kontrollü nükleer yayılma),

-Devlet olma görevini yerine getiremeyen «başarısız/yarı devletler”in ve bu devletlerin vatandaşlarını korumak için yapılan sözde «insani” müdahalelerin sayısındaki artış,

-Devletlerarası sistemi domine etmek isteyen devletlerin çıkarlarına hizmet etmeyen devletlerin «uluslararası hukuka” uymamaları gerekçesiyle «haydut” olarak sistem dışına itilmeye çalışılması

-Önlenemeyen ekonomik krizler ve bu krizleri aşma gayesi uğruna desteklenen ya da çıkarılan çatışmalar,

-Sistemin temel aktörleri olan devletlerin sorgulanması

-Devletler-üstü bir yapı olma çabasındaki Avrupa Birliği projesinin geleceğinin sorgulanması.

Esasında birbirinden bağımsız değerlendirilemeyecek olan yukarıdaki genellemeler, Soğuk Savaş Sonrası Dönem’in özelliklerinden yalnızca birkaçıdır. Bu olumsuz tablo, diğer yazılarımızla sıklıkla belirtmeye çalıştığımız ABD merkezli emperyalizmin, yapısı gereği dünyanın dört bir yanında meydana getirdiği olumsuz sonuçlar olarak değerlendirilebilir. Üretim odaklı olmaktan çıkıp mali sermayenin denetimine giren kapitalizmin, emperyalist politikalarla varlığını sürdürmeye çalışıldığının bir göstergesidir. Bu bağlamda Soğuk Savaş Sonrası Döneme yönelik söylenilmesi gereken en önemli nokta Yeni Dünya Düzeni’nin, yapısı itibariyle yeni olmadığı, aksine eski bir «düzen”in yani kapitalist emperyalist sistemin sürdürülme çabasının boyutları açısından «yeni” bir yıkıcılığa ulaştığıdır. Ancak elbette bu olumsuz koşullar tarihsel gereklilikler nedeniyle kendi sonunu getirecek olan direnişi de beraberinde getirmektedir. Aşağıda belirtilecek olan bazı gelişmeler de bu bağlamda değerlendirilmediği takdirde Soğuk Savaş Sonrası Dönem’e yönelik eksik bir tablo çizilmiş olacaktır:

Konumlandıkları bölgede emperyalist devletlerin yayılmacı politikalarına karşı durabilecek bölgesel güçlerin belirmesi. (Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya gibi)

-Bölgesel güçlerin, ekonomik ve teknolojik gelişmeleri ile AB üyesi ülkeleri çoktan geride bırakmış olması ve ABD’nin ekonomik teknolojik üstünlüklerini tehdit etmesi hatta aşması.,

-Farklı bölgelerdeki anti-emperyalist devletlerin, alternatif bir dünya ülküsünün itici gücüyle ekonomik, siyasi, teknolojik işbirliklerine girmesi,

-Anti-emperyalizm şemsiyesi altında birleşen devletlerin işbirliklerini, Şangay İşbirliği Örgütü, BRICS gibi örgüt ve organizasyonlarla kurumsallaştırma çabası ile başat sistemin kurumlarına alternatif olabilecek anti-emperyalist bir blok oluşması

-Mevcut sömürü sisteminden zarar gören kalabalık kitlelerin vatandaşı oldukları devlete, kapitalist-emperyalist sisteme ve bu sistemin kurumlarına karşı direnişe geçmesi ( Wall Street işgali, Paris banliyölerindeki ayaklanmalar gibi)

Yukarıdaki gelişmeler de göz önüne alındığında, Soğuk Savaş Sonrası dönemin temel niteliklerinin genel olarak mevcut sistemi sürdürmeye çalışan aktörler ile bu sistemin zarar görenlerinin sistemi değiştirme çabası ekseninde tarihsel bir mücadelenin sonucu olduğu değerlendirmesini yapmak yerinde olacaktır.

Kaynak

1. http://www.newworldencyclopedia.org/entry/Cold_War

Bunları da sevebilirsiniz