Rusya’dan Türkiye’ye Bakış

Biz burada söz konusu kitapta (atıf aşağıdadır) yer alan, St. Petersburg Devlet Üniversitesi´nin Uluslararası İlişkiler Fakültesi Dünya Siyaseti Bölüm Başkanı Profesör Vataniyar Yagya hocamızın Türkiye’nin Dünya Siyasetinin Çağdaş Sisteminde Yeri isimli makaleyi değerlendireceğiz.

Yazara, göre «21.Yüzyıl´ın ilk on yıllında dünya düzeyi konfigürasyonunda, büyük değişimler yaşanmıştılar.” Yani geçen yüzyılın 90’lı yıllarında ortaya çıkan tek kutuplu dünya, yerini çok merkezli dünyaya bıraktı.

Yazara göre yeni dünya düzeninde, Türkiye gibi ülkeler yeni konumuna ulaşarak bir taraftan esas aktörlerden destek alırken, diğer taraftan aynı güçlerin engellemesi ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Örnek olarak, Türkiye Cumhuriyeti´nin Avrupa Birliği (AB) macerası gösterilmektedir. Türkiye, 1987 yılında Brüksel’e başvurarak AB üyesi olmak isteğini açık bir şekilde beyan etmişti. Görüşmelere 3 Ekim 2005 tarihlerinde başlanmıştı. Daha sonra Brüksel, temasları kesti ve görüşmelerin yeniden başlamasına hiç sıcak bakmadığı anlaşıldı. Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkanların, tezlerinde, hem açık hem de örtülü bir şekilde İslam ve Türk fobisi yer almaktadır. Özellikle, burada biz Fransa Başkanı Nikolas Sarkozy’i ve Almanya Başbakanı Angela Merkel’i örnek gösterebiliriz.

Yazar, Türkiye Başbakanı Recep Tayip Erdoğan’a bu konuda çok tepki gösterilmesini de örnekler ile göstermektedir. Bununla birlikte, Türkiye’ye destek veren ülkelerden de söz edilmektedir, örneğin İtalya ve Büyük Britanya.

Hocamız, konuyu oldukça derin bir şekilde incelemiştir. AB’de bir etkili bir siyasi gücün, birlikteki etnik ve dinsel durumu gerginleştirme çabasında olduğu düşünülmektedir. «İslamizm” terimi çoğu zaman menfi anlamında kullanılmaktadır ve Türkiye’ye karşı gösterilen tavır, bir anlamda söz konusu davranışların bir sonucudur.

Makalede Türkiye’nin AB bakışı da incelenmektedir. Vatanyar Yagya, olayı örneklerle değerlendirmektedir. Çoğu zaman bazı kişilerin görüşlerini aktarmaktadır. «Türkler’den hem halktan hem de entel çevrelerden siyasi olarak elit olanlar, genel olarak günden güne AB’ye daha fazla karşı olmaktadırlar. Örneğin; 2010 yılının mart ayında, Türkiye’nin Etiyopya büyük elçisi olan Ali Rıza Çolak ile görüştüm. Ali Rıza Çolak, bana şöyle söyledi: «Dünya, bizim AB´ye üye olma isteğimizi oldukça abartıyor, bundan 10-15 yıl önce, belki de biz söz konusu olaydan, yani Avrupa Birliği üyeliğinden mutlu olabilirdik. Şimdi ise biz kendi ihtiyaçlarımızı, kendimiz karşılıyoruz ve AB´ye ihtiyaç duymuyoruz.” Bazı akademisyenler ve iş adamları ile görüştüm (atıf), bunlardan bazıları AB taraftarıydı, bazıları ise söz konusu kuruma karşıt olanlardı. Destekleyenler, daha çok demokrasi boyutunu öne çekerek, Türkiye’nin olmazsa olmaz AB üyeliğinden söz ediyorlar, karşı olanlar ise, tıpkı Ali Rıza Çolak gibi düşünüyorlar. Özellikle, ben burada iş adamı İhsan Kalkavan’dan söz etmek istiyorum. İhsan Kalkavan ile ilginç bir konuşmamız oldu.

İhsan Kalkavan’ın, söylediğine göre, Recep Tayip Erdoğan onun eski bir arkadaşıdır. Kendisi, (İshak Kalkavan-ç.n.) çok iyi bilmektedir. Recep Bey tüm konuşma retoriğine rağmen, AB’ye girmek istememektedir. Başbakan’ın amacı, Türkiye’nin modernleşme sürecinde milli değerlerinin korunmasını sağlayarak, ülkemizi dünyada söz sahibi olan devletlerin arasında yer almasını hedeflemektedir”.

Meslektaşımızın kendi görüşü biraz farklıdır, hocaya göre, Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’yi AB’de görmek arzusundadır. Aksi takdirde, bu buna karşı çıkan Avrupa’nın bazı liderlerini o kadar sert dille eleştirmezdi. Türkiye’ de Avrupa Birliği´ne karşı yıldan yıla yükselen seslerin esas nedenlerini Prof. Dr. Vataniyar Yagya aşağıda ki konularda görmektedir. Avrupa’daki Müslümanları, Türkleri, Arapları aşağılayan mevcut retorik, camilerin kurulmasına karşı olan görüşler ve diğer söylemler Türk toplumunun bir kesiminin tepkisine ve hatta Avrupa’ya karşı nefretine yol açmaktadır. Söz konusu nefret, zamanla ya güçlenmektedir ya da daha pasif bir konuma gelmektedir. Fakat hiçbir zaman yok olmamaktadır. Burada biz İngiliz araştırmacı Caroline Finkel’in aşağıda ki görüşünü hatırlamak isterdik «Türk toplumunun bir kısmı halen Sevr’i unutmayarak ve Avrupalılar´ın her bir davranışlarını dikkatle inceleyerek, iki yüzlülüğün izlerini aramaktadırlar”.

Bununla birlikte, Vatanyar Yagya, Türkiye kendi seçimini yaptı ve kendisini bir Avrupa ülkesi gibi görmekte diye hesap etmektedir. Bundan dolaylı kendi dış siyasetinde, daha çok NATO ekseninde hareket ederek, bazı konularda yön verici ülke konumuna yerleşmiştir. Türkiye, AB ve ABD ile ilişkilerini geri çekmemekte, Afrika ve Asya ülkeleri ile de kendi temaslarını genişletmektedir. Diğer bir değişle, Türkiye Batı ile Doğu arasında jeopolitik bakımdan, bir nevi anahtardır, ekonomik ve siyasi köprüdür.

Saint-Petersburglu bilim adamı, Türkiye’nin iç konuları üzerine de yorum yaparak, ülkemizin dış siyasetini daha çok, memleketimizin ekonomik yükselmesine bağlamaktadır. «Türkiye’nin iddialı dış siyaseti, hızla gelişen ekonomisine bağlıdır. Ülke üretimi rekabetli bir potansiyele sahiptir. Dünya’da Türkiye’ye «sınırsız imkanlar ülkesi” denilmektedir. Öyle ki, Türkiye’de 2008-2009 yıllarındaki kriz diğer ülkelerden farklı olarak problemsiz geçti. Ekonomik kalkınma, son 10 yılda daha çok Türkiye ile bağlı olmuştur, büyük sermaye yerleşmesi ülke siyasi hayatını da etkilemeye başlayarak ilk defa İstanbul burjuvası kendi egemenliğini kaybetti.

Türk siyaseti ile ilgili Prof Dr. Dr. Vatanyar Yagya’nın çok ilginç yorumları da vardır. Bu yorumlardan bazıları şöyledir;

Araştırmacıya göre, 21. Yüzyıl’ın başından itibaren, Türkiye’de yavaş yavaş Osmanlı dönemine karşı, yaklaşımlar değişmeye başlamıştı. Ülke lideri Recep Tayyip Erdoğan, söz konusu zamanı, Türkiye Cumhuriyeti için «manevi, tarihi ve ahlaki” temel olarak görmektedir. Bilim adamı, son on yılık döneminde Türkiye’nin iktidarında bulunan güçler Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu bir siyasi partiyi temsil etmeseler de «Kemalizm” yeni fikirler ile ve 21. Yüzyıl´da yeni trendlerden esinlenerek, kendisini yeni ulusal değerleri ile zenginleştirerek, yaşamını sürdürdüğünü düşünmektedir. Yazar, bu yönde İngiliz gazeteci Delphine Straus’a aşağıdaki fikirlerini atıf göstermektedir. Tüm zorluklara rağmen sayın Erdoğan Türkiye’yi bölgesel aktörlerden, küresel güçler grubuna taşımaktadır.

Türk-Rus ilişkilerine, gelince Vataniyar Yagya, 21. Yüzyıl’ın başlarında hem Türkiye hem de Rusya için öncül olan temasları Ankara ve Moskava ile kendi ilişkilerini, oldukça pragmatik ve dobra dobra bir şekilde kurmakta olduğunu vurgulamaktadır.

Vatanyar Yagya’ya göre, Türkiye’de bazıları Türk-Rus ilişkilerini, Avrasya’nın gelişimin lokomotifi olarak görmektedir. Ve iki devletin liderleri Tayip Erdoğan ve Vladimir Putin karşılarına çıkan tüm engelleri aşarak, tabiliğinde olan ülkeleri, mevcut jeopolitik mekanın odak noktalarına çevirmektedir.

Erdoğan ve Putin konusunda, değerli akademisyenler, ilginç bir noktayı vurgulamaktadır ki bize göre hocamızdan önce benzer yorumu kimse yapmamıştı: İki ülkenin yöneticisinin de dine yaklaşımında bir ortak özellik vardır. Rus lideri, Rusya’nın geleneksel dinlerin, özellikle Ortodoks kilisenin manevi değerliğini hep vurgulamaktadır. Kendisi, dindar insan olmasından dolaylı, Rus Ortodoks Kilisesi ve diğer dinlerin ruhban kesimleri ile iyi ilişki kurarak, onlara faaliyetlerinde destek vermektedir. Kendisi de ayinlere katılarak, Ortodoksluğun imajını ülkede ve dünya’da yükseltmektedir. Türkiye’nin Başbakanı, İslam’a destek vermektedir, Müslüman örf ve adetlerine uymaktadır, her konuda İslam dinini savunmaktadır, camii düzenli bir şekilde ziyaret etmektedir, dindaşlardan saygı görmektedir. Fakat din konusunda bazı farklılıklar da mevcuttur. Rusya’da yeni bir trend oluşmaktadır. Ortodoksluk din konusundan çıkarak, yeni bir ülke ideolojisine dönüşmektedir. Yani komünist sonrası Rus toplumunda yaratılmış boşluğunu kilise doldurmaktadır. Türkiye’de ise din, Kemalizm ile birlikte hareket ederek, ülkeyi Avrupa’ya taşımaktadır.

(Kitabın ismi: Digest Of World Politics of the XXI century, Volume 5, Saint Petersburg, 2011, p.511)

Bunları da sevebilirsiniz