Fransa’daki cumhurbaşkanlığı seçimleri, sosyalist François Hollande’nin zaferiyle sonuçlandı. Eski cumhurbaşkanı Sarkozy’nin tüm çabaları sonucu değiştirmedi. Bu seçimler Avrupa ve Türkiye kadar, genel olarak siyaset için de pek çok ders içermekte.
Popülizm Bir Yere Kadar
Fransa seçime doğru yaklaştıkça, çaresizlik içinde kıvranan Sarkozy önce Ermeni meselesine sığındı. Asıl amacı Ermenilerden çok Türkiye olan Sarkozy’nin tek umudu İslam ve Türkiye karşıtlığı yaparak aşırı sağcıların oyunu toplamaktı. Özellikle Ermeni soykırımını inkâr yasasının, Fransa’yı Fransa yapan değerlerin ayaklar altına alınması anlamına gelmesine rağmen, Sarkozy son ana kadar inadını sürdürdü. Yasanın iptali bile tek başına Sarkozy’nin bu konuda ne kadar başarısız olduğunu kanıtlamıştı. Sarkozy bununla da yetinmedi, bu sefer İngiltere’ye saldırmaya başladı. Gereksiz yere İngiliz politikacılar ve gazeteler ile ağız dalaşına girdi. Tüm Avrupa ve dünyada alay konusu oldu. Ama kendisini bekleyen sondan kaçamadı. Sosyalistler 17 yıl sonra tekrar iktidara geldiler.
Fransa’daki seçimlerden çıkarılacak en önemli ders popülizmin her zaman istenen başarıyı garanti etmeyeceğidir. Hatta özellikle Fransa gibi ekonomik sıkıntılarla boğuşan ülkelerde tam tersi sonuçlar yaratmaktadır. Ekonomik konularda başarısız politikacıların her fırsatta popülist politikalara sarılması bir süre sonra halkı bezdirme riskini de beraberinde getiriyor. Peki, niye politikacılar her fırsatta bu tür politikalara sığınıyorlar?
Siyaset biliminde 1980’lerden sonra seçmen davranışları üzerine yapılan çalışmaların bir kısmı kültürel faktörlerin etkisi üzerine odaklanmaya başlamıştır. Bu çalışmalardan çıkan en önemli sonuç, günümüz seçmeninin oy verme davranışının önceki nesillerden farklı olduğu idi. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası ekonomik zorluklarla boğuşmuş olan nesil, yani materyalist kültüre sahip nesil, oy kullanırken adayların ekonomik politikalarına dikkat ederken, 1980 sonrası oy kullanmaya başlayan ve ciddi ekonomik krizlerle karşılaşmayankuşak ise, yani post-materyalist nesil, daha çok insan hakları, demokrasi, çevre gibi faktörleri göz önüne alarak oy kullanmaktaydı. Bu sonuç, Avrupa’da pek çok politikacının da siyasi söylemlerini ve politikalarını bu faktörler üzerinde yoğunlaştırmasına sebep olmuştu. Ekonomi bir anda geri plana atılmaya başlandı. Fakat Avrupa da baş gösteren son ekonomik kriz ve bu krizle baş edemeyen siyasilerin seçimlerdeki başarısızlıkları, aslında ekonominin ne kadar önemli olduğunu da kanıtlamış durumda. Dolayısıyla, seçimleri kazanmak isteyen politikacıların mutlaka sağlam bir ekonomik politika benimsemeleri kaçınılmaz. Bu da pek çok Neoliberal politikacının göz ardı ettiği devlet müdahalesi ya da sosyal devlet anlayışlarının geri gelmesi demek.
Sosyalistler ve Türkiye
Seçimlerden önce Hollande’nin Türkiye hakkındaki olumlu açıklamaları, Sarkozy’den sıtkı sıyrılmış Türkiye’nin bir parça rahatlamasını sağladı ancak bunun uzun süre devam edeceğini söylemek zor. Hollande de eninde sonunda popülizme yenik düşecek. Çünkü, Sarkozy gibi o da ekonomik sorunlarla mücadele edecek donanıma sahip değil. Bunun ilk sinyallerini vermeye başladı bile. Bir Fransız televizyonunda Türkiye’nin AB’ye üyelik şartlarının oluşmadığını, dolayısıyla Türkiye’nin üyeliğinin kabul edilemeyeceğini söyleme gereği duydu. Bundan sonra, Hollande’nin de her başı sıkıştığında Türkiye, İslam ya da başka bir konuda popülist söylemlere başvuracağını söylemek mümkün.
Sonuç
Yukarıda söylenenler, Türkiye’deki politikacılar için de geçerli. Hem iktidar hem de muhalefet partileri, gerçek sorunlara çözüm üretemedikleri zaman bu tür popülist söylemlere başvurmaktan çekinmiyorlar. Özellikle BDP gibi partilerin bu tür söylemleri ülke için çok tehlikeli sonuçlar doğuracak nitelikte. Bu söylemler kısa dönemde bu partilerin oy oranını arttırabilir ancak uzun dönemde ekonomik sorunlar çözülmedikçe başarısız olmaya mahkûmlar.