Türk Siyasetine Rehberlik Eden Bir Kavram: Ulusal Egemenlik

Değerli Dağarcık okurları!

Bilindiği üzere 23 Nisan (1920), Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı gündür. Bu mutlu günü, içinde bulunduğumuz yıl, tam 90. kez milli bir bayram olarak kutlayacağız.

TBMM’nin açıldığı sırada Mustafa Kemal’in, «23 Nisan, Türkiye milli tarihinin başlangıcı ve yeni bir dönüm noktasıdır. Bütün bir dünyanın husumetine karşı ayaklanan Türkiye halkının, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni vücuda getirmek hususunda gösterdiği harikayı ifade eder” demesi çok anlamlıdır.

Bu sebeple olsa gerek, 23 Nisan 1921 tarihinde bir grup vekil, bu günün milli bayram olarak kabulü için, Meclise bir önerge vermişti ki, «… böyle nümayişlerin bayram olmamasını ve dini itikatlar varken milli bayrama ihtiyaç olmadığını…” ileri süren bazı vekillere rağmen önerge yasalaşmıştı.

1935 yılında yapılan bir başka yasal düzenleme ile 23 Nisan günü, «Milli Hâkimiyet Bayramı” olarak kutlanmaya başlandı. Bu arada Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin (Çocuk Esirgeme Kurumu), 23 Nisan gününü 1927’den beri «Çocuk Bayramı” olarak kutladığını belirtelim. 12 Eylülcüler, 1981 yılında çıkardıkları bir yasayla ilki resmi, diğeri resmi olmayan bu iki bayramı, «23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” ismiyle birleştirdiler.

Ulusal Egemenliğin Anlam ve Önemi

Görüldüğü üzere, «Ulusal Egemenlik” yerine eskiden, «Milli Hâkimiyet” veya «Hâkimiyet-i Milliye” kavramları kullanılırdı. O kadar çok kullanılırdı ki, Ankara Hükümeti’nin görüşlerini savunan yarı resmi gazetenin ismi, Hâkimiyet-i Milliye idi.

TBMM’nin, 21 Ocak 1921 günü kabul ettiği anayasanın (Teşkilât-ı Esasiye Kanunu) birinci maddesi, «Hâkimiyet bila kayd-ü şart (kayıtsız şartsız) milletindir” şeklinde düzenlenmişti ki, hala Meclisimizin Genel Kurul Salonu’nda bu ibare yazılıdır.

Mustafa Kemal Nutuk’ta, Osmanlı Devleti’nin temellerinin çöktüğünü söyledikten sonra verdiği kararı açıklarken, «Hâkimiyet-i Milliye’ye müstenit (dayanan), kayıtsız şartsız müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmek” diyor, 1923 başında çıktığı bir yurt gezisi sırasında, egemenliğimize dikilecek gözleri çıkarmaktan bahsediyordu.

Geçenlerde, 12 Haziran’da yapılacak genel seçimler için, değişik partilerden milletvekili aday adayı olan bazı simaların konuk edildiği bir televizyon programını izliyordum. Besleme basından bir zat-ı muhterem, «altı ilkeye demokrasi eklenseydi ne iyi olurdu mealinde bir kelâm etti. Açıklık getirmedi ama «demokrasi” derken, henüz basılmamış bir kitabın bile toplatılıp, bilgisayarlardan sildirildiği bir Türkiye’de, normalini değil ileri demokrasiyi (bu nasıl bir şeyse) kastediyordu herhalde.

Mevlâna’nın bir sözü var: «Sen ne kadar söylersen söyle, karşıdaki istediği kadar anlar”. Defalarca yazıldı ve söylendi. Belli ki, bu zat-ı muhteremin anlamaya niyeti yok. Belki başkalarına faydası dokunur umuduyla bir de biz söyleyelim. «Ulusal Egemenlik”, ülkenin; gücünü tanrıdan almış ve babadan oğla geçen bir hanedan (padişahlık) yerine, gücünü milletten alan (laikleşme) bir meclisin (parlamenter yaşam) hükümeti eliyle yönetilmesi demektir. Avrupa Tarihi okuyanlar gayet iyi bilirler, yönetimin laikleşmesi ve parlamenter yaşam, demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur.

Daha açık söylemek gerekirse, «Ulusal Egemenlik” kavramı zımnen (yani örtük olarak) demokrasiye tekabül eder. Mustafa Kemal’in demokrasiye nasıl baktığını öğrenmenin en kestirme yolu, bizzat kaleme aldığı «Medeni Bilgiler” başlıklı kitaptır. Gerisi lâf ü güzaftır.

Yeri gelmişken, bu 23 Nisan’da siyasetçi ve bürokratlarımızdan naçizane bir ricam olacak. Allah aşkına bazılarınız şuna «Ulusal eemenlik” veya «Ulusal eyemenlik” demekten vazgeçin.

Gelelim çocuklarımızın durumuna…

Durum, siyasetçilerimizin yurt gezilerinde bol para ve bagaj dolusu oyuncak dağıtmasıyla örtülemeyecek kadar kötü. Rakamlara bir göz atalım.

Türkiye’de tetanos aşısı olmuş hamile kadınların oranı % 32. Oysa dünya ortalaması % 51.

Ülkemizde bebek ölümleri, OECD ortalamasından dört kat fazla: Doğan her 1000 bebekten 17’si ölüyor.

Okul öncesi okullaşma oranımız sadece % 32. Bu oran çağdaş ülkelerin çok gerisinde.

OECD ülkelerinde, ilköğretim için kişi başına 6.437, orta öğretim için 8.006 Amerikan doları harcanıyor. Türkiye’de ise ilköğretim için 1.130, orta öğretim için 1.834 Amerikan doları harcanıyor.

Çocuk yaşta evlenen kadınlarımızın sayısı çok fazla: 5. 439.367.

Kız ve erkek çocuklarımız uyuma, dinlenme ve oyun oynama bakımından eşit olanaklara sahip değil. Özellikle kırsalda yaşayan kızlar küçük yaşlardan itibaren ev işlerine yardım etmek, küçük kardeşlerine bakmak ve tarımsal üretim sürecine katılmak durumundadır.

Türkiye’de 6-14 yaş arasında çalışan çocuklarımızın toplam sayısı 1.635.000. Bumların 1.010.000’u erkek, 625.000’i erkek.

Evet, burası sözün bittiği yerdir.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun. Tabii bu koşullar altında ne kadar olabilirse.


Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt: 5, Ankara, 1972, s. 97.

TBMM Zabıt Ceridesi, Cilt: 10, ss. 69-74.

Veysi Akın, «23 Nisan Milli Hâkimiyet ve Çocuk Bayramı’nın Tarihçesi”, Pamukkale Üniversitesi Eğitim Bilimleri Dergisi, Sayı 3, 1997, ss. 91-92.

Atatürk’ten Düşünceler, Üçüncü Baskı, Der. Enver Ziya Karal, Ankara, 1969, s. 19.

Bunları da sevebilirsiniz