Savaşın Bitmediği Coğrafya

Tunus´ta başlayan Arap Baharı, Kuzey Afrika ve Ortadoğu´da yarattığı domino etkisiyle ülkeleri iç savaşa sürükledi.

Her dönem gerilimli bir ortama sahip olan Ortadoğu ve Kuzey Afrika, Arap Baharı vesilesiyle bir yılı aşkın süredir kanlı günler geçiriyor. 2010 yılının son günlerinde Tunus’ta başlayan halk ayaklanmalarında temel istek demokrasi ve gelir dağılımındaki eşitsizliğe son verilmesiydi. Daha sonra diktatörler tarafından yönetilen birçok ülkeye sıçrayan ayaklanmalar, çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine neden oldu. Etkisini Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de daha fazla gösteren Arap Baharı’nın ardından, Tunus’un 23 yıllık Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali, Mısır’ın 30 yıllık lideri Hüsnü Mübarek ve Libya’nın 42 yıllık lideri Muammer Kaddafi devrilirken, Yemen’de hükümet değişikliği gerçekleşti. 14 Ocak 2011 günü Zeynel Abidin Bin Ali’nin ülkeyi terk etmesiyle verdikleri mücadeleyi kazanan Tunus halkı, ilk kez yapılan serbest seçime, yüzde 90 oranında katılım sağladı. Bu seçimlerden zaferle ayrılansa, ılımlı İslamcı Ennahna Partisi oldu. Ilımlı İslamı ve ekonomide liberalliği ön planda tutan Ennahda Partisi’nin, AKP’yi örnek aldığı ise hem Tunuslu, hem de yabancı gazeteciler tarafından sıkça ifade ediliyor. Bahar’ın en sert geçtiği ülkelerden biri olan Mısır’da gösterilere ev sahipliği yapan Tahrir Meydanı ayaklanmanın sembollerinden biri oldu. Çok sayıda canın kaybedildiği meydanda, halk sonunda istediğini aldı ve 30 yıllık diktatör Hüsnü Mübarek devrildi. Devrime önderlik yapan Mısır’ın etkin gruplarından Müslüman Kardeşler ise yapılan ilk demokratik seçimlerde büyük başarı yakaladı. Hürriyet ve Adalet Partisi adı altında seçimlere giren grup oyların yüzde 47’sini aldı. Buna karşın Mübarek’in devrilmesiyle birlikte ülke yönetimini geçici olarak ele alan Mısır Ordusu, sivil anayasanın önündeki en büyük engel. Askeri Konsey, yeni anayasayı oluşturacak olan komisyon üyelerinin yüzde 80’ini kendisi seçmek istiyor. Müslüman Kardeşler ile beraber Mübarek’in devrilmesinde ön planda olan grupların tamamı, Askeri Konsey tarafından yönetilecek bir Mısır’a da karşı duruyor. Halk yönetimin tamamen sivilleşmesini sabırsızlıkla bekliyor. Libya’nın Arap Bahar’ı ise biraz daha farklı oldu. Ülke’nin 42 yıllık diktatörü Kaddafi, diğer diktatörlerden farklı olarak isyandan sağ kurtulamadı. Sirte yakınlarında Nato’nun desteklediği muhaliflerin eline geçen Kaddafi, «Bana yaptığınız haramdır, ben sizin babanızım” dese de linç edilerek öldürüldü. 42 yıllık rejimin sonunu getiren ayaklanmanın 50 bin civarında insanın ölümüne yol açtığı söyleniyor. Kaddafi’nin ardından ülke yönetimini eline alan Ulusal Geçiş Konseyi, ülkeyi 62 yıl aradan sonra yapılacak olan demokratik seçimlere hazırlamayı hedefliyor. Haziran ayında düzenlenecek seçimler öncesinde en büyük problem, ülkenin doğusunda özerkliklerini ilan eden aşiretler. Ulusal Geçiş Konseyi, özellikle petrol yatakları açısından zengin olan Sirenayka bölgesinin özerkliğine sıcak bakmıyor ve bunun Libya’yı bölebileceğini ifade ediyor. Suriye’de yükselen silahlı direniş başkent Şam´ı ve bazı bölgeleri ele geçirdi. Komşumuzdaki savaşın Türkiye açısından da önemi büyük. Çünkü yaşanılanlar, Suriye üzerinde kritik bir «küresel cepheleşme” olduğunu gösteriyor. Türkiye, NATO üyesi olduğundan bu cephede tarafını belirlemiş durumda. Beşar Esad’ın şiddete dayalı yönetim biçimini kabul etmiyor ve ülkenin bir an önce iç savaşı bırakıp daha fazla kan dökülmeden normal demokratikleşme sürecine girmesini istiyor. Bir yanda NATO, diğer yanda Rusya-Çin-İran yani «Asya İttifakı” Bu ittifaka son dönemlerde, bölgedeki varlığını İran desteğine dayandıran Irak’ın Şii Başbakanı Nuri el-Maliki’nin de katılımı dikkat çekiyor. Üç aya yakın bir süredir devam eden savaşta ´´barış dönüşümü´´ artık çok zor gözüküyor. Suriye, tıpkı Irak gibi kanlı hesaplaşmaya, hatta dağılmaya rotalanmış durumda. Konuya bölgesel açıdan baktığımızda Ahmedinecad-Esad-Maliki üçlüsünün bilinmeze doğru sürüklendiklerini söyleyebiliriz.

İran, Hürmüz Boğazı gerginliğinde, «gücünü aşan manevra gerçekleştirmenin” acı sonuyla karşılaştı. Bugünlerde Basra Körfezi’nin tamamı Amerikan donanmasının kontrolünde ve hiçbir bölgesel güç, buradan petrol akışını durdurabilecek kapasiteye sahip değil. Filistin davasının önemli örgütü Hamas’ın, bu süreçte karargahını Şam’dan taşıma kararı alması ve örgütün lideri Halid Meşal’in görevden ayrılmasıyla birlikte, örgütün Katar veya Ürdün’e taşınma yönünde adımlar atması, Batı Asya’daki (Ortadoğu) bütün dengelerin değiştiğini gösteriyor. Suriye’nin Lazkiye limanına yanaşan İran bandralı gemiler, ülkenin sivil hareketler karşısında ihtiyaç duyduğu cop, göz yaşartıcı gazlar ve ses bombaları gibi «öldürücü olmayan güvenlik silahlarını” Beşar Esad’a destek amacıyla depolara boşalttı. Ama alınan bilgiler, Hamas’ın Filistin’deki varlığını koruyabilmek için gerekli yıllık 900 milyon dolarlık desteğin artık Tahran’dan gelmediği yönünde. Suriye´deki derin istikrarsızlık ile İran´ın desteğini kesmesi ve Batı´dan gelen ambargonun etkisini hissettirmesi, Lübnan´daki Hizbullah gibi Hamas´ı da çaresiz bıraktı. Filistin örgütünün ihtiyaç duyduğu 600 milyon dolar da Katar başta olmak üzere Körfez Ülkeleri’nden gelecek! İsrail Cumhurbaşkanı, Türkiye ve Körfez Ülkeleri’nin bu politikasının Ortadoğu’da terörizmi cesaretlendirecek adımlar olduğunu savunuyor. Oysa, daha düne kadar İran’ın dış politika hedefleri doğrultusunda hareket etmek zorunda kalan Hamas’ın, Türkiye ve Körfez Ülkeleri gibi «ılımlı-terörizme karşı” rejimler tarafına geçmesinden memnun olmuyor. Hamas, 2006 yılında yapılan Filistin seçiminden zaferle çıkmış, ama bu demokratik başarısı İsrail ile Batı ülkeleri tarafından asla tanınmadı. Radikalleşmesine zorlanmış bir parti gibiydi. 2006’da yapılan bu hata olmasaydı. Belki de Filistin bu kadar kan kaybedecek ve Batı Asya’da bu bedeli ödemeyecekti. Şam ve çevresindeki fakir mahalleleri ise artık Esad adına, Suriye ordusundan devam eden firarlar ve askerlerin cephe değiştirmeleri bu ülkede her şeyin bir anda değişip hızlandığının göstergesi.

Bunları da sevebilirsiniz