21. Yüzyılda Türkiye’de Siyaset ve Eğitim

12 Eylül darbesi toplumun her kesimini derinden etkileyen ve Türkiye’nin çağdaşlaşma yolunda çok zaman kaybetmesine yol açan bir darbe olarak akıllarda kalacak. Sanırım 12 Eylülün en kötü etkisi ise eğitimde oldu. Bu darbe ile özellikle üniversiteler başta olmak üzere tüm eğitim kurumları araştırmadan, eleştirmeden ve siyasetten uzak birer kurum haline getirildiler. O günden beri iktidarda olanlar da kendi iktidarlarını eleştiren öğretmen, bilim adamı ve öğrencilerin üzerine polisi, jandarmayı salarak bu baskının devam etmesini sağladılar. Bu durumda bir yanda sindirilmiş ve pısırık diğer yanda ise marjinalleşmiş ve radikalleşmiş nesiller görmeye şimdiden alışmalıyız.

Eğitim ve Siyaset

12 Eylül siyaseti ve siyasetle uğraşmayı öyle öcüleştirdi ki, ailelerin büyük çoğunluğu lise veya üniversitedeki çocuklarına siyasete bulaşmamaları konusunda defalarca uyarma gereği hissettiler. Fişlenme, işe girememe ve hatta hapislerde çürüme korkusu gençleri ya siyasetten uzak, ülke sorunlarına yabancı, eleştiri ve analitik düşünceden yoksun bireyler yaptı ya da tam tersi siyaseti gizlice ve radikal gruplar içinde yapmalarına sebep oldu. Her iki grup ta bu ülkenin geleceği için hiç de iyi sinyaller vermiyor.

Manisa’daki liseli gençler örneği hala hafızalarımızda. Daha gencecik liseli çocuklara hayatlarının başında dünyayı zindan ederek bu ülkeyi daha güvenli hale mi getirdik? Hayır. Onlara daha eleştirel bakış açısı kazandıracak ve medeni bir şekilde tartışacak ortamı yaratsaydık, daha özgür, kendilerinden daha emin olarak yetişselerdi, inanın o gençler ülkeye çok daha faydalı bireyler olurlardı. Şimdi o gençler neredeler, ne yaparlar bilmiyorum ama, yaşadıkları travma onları sonsuza kadar kovalayacak kadar kuvvetli.

Bu arada eğitimciler ne durumda? Onlar da 12 Eylül faşizminin kalıntıları olarak orada burada görev yapıyorlar. Ve bu ülke onlardan hala ülkeye yararlı bireyler yetiştirmesini bekliyor. Erzurum’daki bir toplantıda, bir ilköğretim okulu müdürün söylediklerine insanın inanası bile gelmiyor. Bırakın bir eğitimciyi, normal bir insanın bile söyleyemeyeceği şeyleri çok rahatlıkla yüzlerce kişinin önünde ve televizyonlar karşısında söyleyebiliyor. Sayın müdür emniyet görevlilerine, suç işleyen çocukların emniyette kanlarının alınıp gen haritalarının çıkarılmasını ve potansiyel olarak suçlu olabilecek çocukların daha yürümeden imha!!!edilmesi gerektiğini söylüyor. Sayın müdür imhanın nasıl yapılacağını söylememekle beraber ne kastettiğini anlamak mümkün: o çocukları önce toplama kamplarına gönderip, sağlıklı olanlarla tıbbi deneyler yapalım ki insanlığa bir katkıları olsun; daha az sağlıklı olanları taş ocaklarında çalıştıralım, en kötüleri ise fırınlarda topluca yakalım!!!Ve hatırladığım kadarıyla orada bulunan diğer eğitimci ve emniyet mensupları müdürün bu pek değerli görüşlerine kahkahalarla gülerek ve bazıları ise alkışlayarak destek oldular.

Ya son olaya ne demeli? İstanbul’da bir endüstri meslek lisesi müdürü, kantindeki yüksek fiyatları protesto ederek kendi yiyeceklerini getiren öğrencilerin yiyeceklerini yemelerine, yaptıklarının yasal olmadığı gerekçesiyle polis yardımıyla engel oluyor. Hatta eylemi başlatan öğrencinin ailesine çocuklarını okuldan almalarını aksi halde polise teslim edeceğini söylüyor. Müdüre bakar mısınız? Emniyetin lise temsilcisi. Sayın müdürün aklına neden kantin fiyatlarındaki artışı önlemek değil de, oradan yemek yemeyen öğrencilere eziyet geliyor, anlamak mümkün değil. Hak aramak neden bu kadar korkutuyor insanları? Yarın sayın müdür Türkiye’nin en ücra bir yerine tayin edilse «sürgün edildim” diye veryansın edip hakkını aradığında, karşısındaki hakimin o gençlerden biri olma olasılığı, adaletin de nasıl tecelli edeceğini söylemiyor mu bize?

Sonuç

Yıllardır inkar yasa tasarıları nedeniyle Fransa’ya kızıp duruyoruz. Herkesin tek söylediği böyle yasaların ifade özgürlüğüne aykırı olduğu. Kim ne derse desin, Fransa özgürlükçü bir ülke ve Anayasa Konseyi’nin yasa tasarısını iptal kararı bunu kanıtlar nitelikte. Eğer tüm Fransızlar Türk nefreti ile yetiştirilmiş olsaydı, o hakimlerin de önyargılı karar alama olasılıkları yüksek olacaktı. Özgürlükçü ülkelerde bu tür basit hesaplar yapılmaz. Yapan siyasiler de derslerini bir şekilde alır. Fakat biz tam tersini yapıyoruz. Yarın, eğitmen, hakim, polis, asker veya diğer meslekleri seçecek gençleri saçma sapan gerekçelerle, sevgisiz, önyargılı ve otoriter özeliklere sahip bireyler olarak yetiştiriyoruz. Hiç kimse de bugün uğraştığımız sorunların temelinde yatan asıl konunun bu olduğunu maalesef göremiyor.

Bunları da sevebilirsiniz