Fransa Senatosu da Ermeni Soykırım Yasa Tasarısı’nı kabul etti. Artık yasalaşması Sarkozy’nin onayına bağlı. Tasarıyı hazırlayanların kendi partisinden olması, Sarkozy’nin veto etme ihtimalini ortadan kaldırıyor. Artık Fansa da, bilimsel düzeyde bile olsa, «böyle bir soykırım olmamıştır” diyenler bir yıl hapisle ya da para cezası ile cezalandırılacak. Ermeni sorunu bağlamında Fransa’nın ve genel olarak Batı ülkelerinin Türkiye ve Doğu’ya bakışı bu satırlarda çok eleştirildi. Fakat bu eleştirileri yaparken kendimize de bakmamızda fayda var. Son olarak, Hrant Dink davasının sonucu, bizim de bu konuda eleştirilecek çok şeyimiz olduğunu gösteriyor.
Kemalizm, Hrant Dink ve Türkiye’deki Azınlıklar
Hrant Dink’in öldürülmesi, aslında Türkiye’de çoğu kişinin yok saydığı azınlıklar konusunu da gündeme getirdi. Lozan Antlaşması’nda Rumlarla ve Yahudilerle birlikte azınlık olarak kabul edilen Ermeniler, I. Dünya Savaşı’ndan kalma acı olayların da etkisiyle hep kuşku ile bakılan topluluk oldu. Terörizmden vatan hainliğine kadar pek çok eylemin potansiyel faili olarak görülen Ermeniler ve küfürleşmelerde bile aşağılayıcı olarak kullanılan «Ermeni” kelimesi, aslında Türklerin de bu topluluğa bakış açısını yansıtmakta. Türkler de Ermenileri veya diğer azınlıkları, bu ülke vatandaşı olarak görmekte zorlanmaktalar. Azınlıklar hakkındaki söylemlerimiz, onların ötekileştirilmesine ve dışlanmasına yönelik. Sanki onlar bu ülkede biz izin verdiğimiz için oturuyorlar ve hiçbir söz söyleme hakları yok. Yanlış hatırlamıyorsan, Hrant Dink’in katili de ilk savunmasında, Dink’i yazmış olduğu eleştirel bir yazıya istinaden öldürdüğünü söylemişti.
Dink’in cenazesi ve cenazeye katılanların «Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” sloganı bile acımasızca eleştirildi bu ülkede. Bu sloganın arkasındaki duyguyu bile anlamaktan yoksun bir hoşgörüsüzlük ortamında yaşıyoruz. Hâlbuki Dink cinayeti, bu ülkede yaşayan herkesin «Nerede hata yaptık?” sorusunu sormasına bir vesile olabilirdi. Olmadı… Trabzon’da papazı öldüren, Malatya’da misyonerlerin boğazını kesen gençler bu hoşgörüsüzlük ortamının eserleri. Bu ülkenin eğitim sistemi, bu ülkenin toplumsal yapısı üretiyor bunları. Her seferinde, «dış mihrak” arayanlar, nedense bu cinayetleri işleyenlerin bu ülkenin çocukları olduklarını unutuyorlar. Böyle nefret ortamında büyüyen gençlerin, ister dış ister iç mihrak olsun, başkaları tarafından nasıl kullanılabileceklerini görmezden geliyorlar. Vatanseverlik adına, elde kalem mezarlık mezarlık dolaşıp, isimlerden kimin gerçek Müslüman kimin dönme olduğunu bulmaya çalışanlar aslında bu ülkeye en büyük kötülüğü yapıyorlar. Orta Çağ Avrupasının cadı avını Türkiye’de başlatmak kimseye bir fayda sağlamaz. Böyle bir avı başlatırsanız, o zaman Fransa’nın ya da diğer ülkelerin benzer girişimlerini önlemek için sarf edilen çabaların hiçbir işe yaramayacağını da bilmeniz gerekir. Türkiye’de Dink cinayeti gibi eylemleri teşvik eden ve hatta körükleyen bir ortamın yaratıldığı kanısı, aslında Türkiye’nin Batı’daki imajını oluşturan ve besleyen en önemli faktörlerden birisi.
Bu noktada son günlerde başlayan Post-Kemalizm tartışmalarına değinmek gerekiyor. Bu tartışmayı başlatanların temel argümanı, Türkiye’nin demokratikleşmesi için Kemalist ilkelerden kurtulması gerekiyor. Çünkü Kemalizm, otoriter bir devlet yapısını öngörmekte. Bu görüşü savunanlara göre, Kemalist otoriter prensiplerden kurulmadığımız sürece demokratikleşmemizin imkânı yok. Kemalizm tartışmasına burada girmenin bir anlamı yok. Ancak demokratikleşmeden kasıt, Türkiye’deki tüm etnik veya dini grupları içine alan bir demokratikleşme ise, bunun tek ilacı Kemalizm’dir. Özellikle, Atatürk milliyetçiliği ve laiklik ilkeleri, Türkiye’nin tam anlamıyla demokratikleşmesinin garantisidir. İnsanların hala vatandaş bilinci kazanamadığı ve birbirlerini etnik veya dini sıfatlarla tanımladığı bir ülkede demokratikleşmeden söz etmek mümkün değildir. Atatürk milliyetçiliği ve laiklik de bunun garantisidir.