Gerçeğin aynası: Cesur Yeni Dünya

İnsanoğlu her daim mutlu, adil ve ideal bir düzen umudunu korumaya çalışmıştır, ta ki 19. yüzyılda ütopyalardaki iyimser tablonun mümkün olmadığını ileri süren karşı ütopyalar ortaya çıkıncaya kadar. Yaşanan savaşlar, ekonomik krizler, değişen dünya düzenleri ve teknolojinin gelişimiyle insanoğlu zaman içerisinde umudunu yitirmeye başlar.

Karamsar gelecek tasarımıyla dünyayı ve insanlığı tehdit eden unsurları ifade eden karşı ütopya; mutlu zamanların geçmişte kaldığını, insanoğlunu artık karanlık bir geleceğin beklediğini gösterir. Bu anlamıyla bir uyarı niteliğindedir. Karşı ütopik düşünce, geleceğe yönelik olumsuz beklentileri ve öngörüleriyle ilintili iki temel önerme sunar. Bu önermeler, yaşamın kalabalık ve şiddet dolu olduğu düşüncesi ve buna bağlı olarak oluşan insanoğlunun sınırsız korkuları üzerine temellenir.

Yirminci yüzyıl karşı-ütopyacılığına Cesur Yeni Dünya eseriyle damgasını vuran Aldous Huxley; hem karşı ütopik, hem de ütopik alanda verdiği eserlerle önemli bir sosyal hiciv ustasıdır. İçinde yaşadığı toplumun, düzenin, dünyanın sorunlarına, açmazlarına ve aksaklıklarına yaşamı boyunca çözüm üretmeye çalışan Huxley, ortaya koyduğu eserlerde bugüne ve geleceğe ilişkin kaygılarını dile getirmiştir. Onun geleceğe dair varsayımları bugünün gerçekleridir. Sahip olduğu vizyon ve öngörü yeteneğiyle, sadece yaşadığı dönemin sorunlarına çözüm yolları üretmekle kalmayan Huxley, eserlerinde irdelediği konularla gelecek yüzyıla da ışık tutmuştur. Endüstrileşme ve kapitalizmin insanoğlunu götürdüğü karanlık geleceğin tasvirini yapan Huxley gitgide makineleşen bireylerin yitimlerini, sistemin parçası haline gelerek yok olmalarını ele alarak insanoğlunu düşünmeye teşvik etmektedir.

Bilim ve teknolojinin güç ve kontrol anlamına geldiğine inanan Huxley, bu kontrol ve denetimin insanoğlu üzerindeki olumsuz etkilerini en ince ayrıntısına kadar ele aldığı eserleriyle kendisinden sonra gelen George Orwell, Anthony Burgess, Alex Garland gibi karşı ütopik yazarları da etkilemiştir.


Cesur Yeni Dünya romanı, kitlesel üretim ve Fordizmin sonuçlarından biri olarak seri üretim ve tüketimin, insanları adeta makineye dönüştürmesi ekseninde kurgulanmıştır. Endüstri devriminin ve makineleşmenin getirdiği sıkıntılar, bireylerin bu maddesel dünyanın içinde kendilerine yabancılaşmasına sebep olmuştur. Madde her şeyden üstün tutulur hale gelmiş, insanlar artık nesnelerden farksız bir hale bürünmüşlerdir. Tüketim toplumunun, hedonist bireylerin, standartize edilmiş kimliklerin ve yabancılaşmanın ele alındığı eserde Huxley, insanoğlunun geleceği konusunda ortaya koyduğu endişelerini tüm detaylarıyla ortaya koyarak, aslında yirminci yüzyıldan bu yana insanlığı uyarmaktadır. Seri üretimin tanrısı olarak kabul edilen Henry Ford, Aldous Huxley’in 1932 yılında yayımlanan Cesur Yeni Dünya isimli karşı-ütopyasında tasvir edilen dünyada gelecekteki toplumun tanrısı olarak kabul edilir. Henry Ford’u bir milat olarak kullanan Huxley, tarihsel olarak Milattan Önce yerine Ford’dan Önce ve Ford’dan Sonra olarak kullanılan bir takvimle bu tanrısallaştırmayı vurgular. Bunun nedeni ise otomobillerin montaj hattında kitlesel olarak üretilmesi gibi Cesur Yeni Dünya romanında da bireyler, Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi’nde, Bokanovski Yöntemi ile in vitro (vücut dışı) döllenme sistemiyle kuluçkalama makinelerinde klonlanmaktadırlar.

Bu Yeni Dünya devleti Ford’dan Sonra 632 (F.S. 632) yılında, büyük ekonomik çöküş ile başlayan ve Dokuz Yıl Savaşları sonunda tüm dünya devletlerinin tek bir yönetim altında birleşmesiyle kurulmuş bir devlettir. Bu devlette aile, sanat, din, felsefe, edebiyat gibi değerler ve inançlar yok edilmiştir. Bu dünya devletinde Ford’dan önceki her şey silinmiş; tarih reddedilmiştir. Bu nedenle tarihi oluşturan tüm siyasi ve kültürel miras, din, kitaplar ve de kayıtlar yok edilmiştir. Çünkü tarihi olmayan bir milleti, istenilen şekle sokmak daha kolaydır. Kitap okumak tüketimi engelleyecek bir eylem olarak görülmekte ve bu nedenle engellenmektedir.

Bireysel haz ve mutluluk peşinde koşan hedonist birey Cesur Yeni Dünya’nın sistem tarafından koşullandırılmış karakterlerinde karşımıza çıkmaktadır. Herkesin herkese ait olduğu, eşyaların onarılması yerine yenisinin satın alındığı, kızgınlık, üzüntü, acı ya da rahatsız edici herhangi bir duygunun bertaraf edildiği bu dünyada hedonizm ve anlık zevk felsefesi hâkimdir. Bu bakış açısı «Asla bu günün eğlencesini yarına bırakma” öğüdü ile desteklenmektedir.

Cesur Yeni Dünya’da herkesin mutlu olduğu bir dünya tasvir edilmektedir. Cesur Yeni Dünyalılar bir «gelecek” ya da «geçmiş” fikri olmaksızın sonsuz bir şimdide yaşamaktadırlar. Şu anın yaşandığı geçmişten ve gelecekten bağımsız Cesur Yeni Dünyalılar için bu bir tür kaçış anlamına gelmektedir. Çünkü onlar düşünmemek, sorgulamamak ve çözüm üretmemek üzere üretilmişlerdir. Dolayısıyla tüketim toplumunun oluşturduğu arzularına göre hareket eden hedonist bireyleri Cesur Yeni Dünyalılar ile paralellik göstermektedir. Günümüz tüketim toplumlarında da tüketimin ihtiyaçlara göre değil arzulara göre yapılması nedeniyle sürekli arzulayan adeta arzu üreten bir makineye dönüştürülen bireyler Cesur Yeni Dünyalılarla benzeşmektedirler. Bu bağlamda Cesur Yeni Dünya romanında betimlenen bugünün eğlencesini yarına bırakmama temeline dayanan bu hedonist felsefeyi kültür endüstrisiyle de bağdaştırmak mümkündür.

Yaratıcılığın ve hayal gücünün ortaya konmasında etken olan edebiyat ve sanat Cesur Yeni Dünya romanında yok edilen unsurlardandır. Hayatın bir yansıması olarak nitelendirilebilecek sanat ve edebiyat; insanı düşünmeye, yaratmaya, sorgulamaya, keşfetmeye ve duygulanmaya itmeleri bakımından bireysel ve toplumsal yaşamda önemli role sahiptir. Edebiyat ve sanat Cesur Yeni Dünya’da ortaya konulan geçişken olmayan, sabit, otoriter bir toplum yapısı için tehlike olarak arz edilmektedir. Sisteme uyumlu olarak koşullandırılan toplumun üyeleri sanat ve edebiyattan nefret etmek üzere koşullandırılmaktadırlar. Kitap okumanın yasak olduğu bu sistemde, bebeklere kitaplar verilmekte ve bebekler kitapları gördüklerinde şiddetli gürültüye maruz bırakılmakta ve durum iki yüz kere tekrarlandığında, bebekler kitaplardan nefret etmeye koşullanmaktadırlar.

Bütün bunlardan hareketle, daha az düşünen, okuyan ve sorgulayan 21. yüzyıl insanoğlu Huxley’in bize sunduğu karşı ütopik öngörülerin gerçeğe dönüşmesinin birer yansımasıdır adeta. Ne diyelim yaşasın Cesur Yeni Dünya!

Bunları da sevebilirsiniz