Dursun Yıldız ile Mülakat

Son aylarda Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nu yeniden yapılandırma çalışmaları, enerji sektöründe ve enerji fiyatları üzerinde söz sahibi olacak kurumlar tartışmasını tekrar gündeme getirdi. EPDK´nin doğal gaz, petrol ve elektrik başta olmak üzere, 200 milyar dolarlık piyasayı denetleyip düzenleyen bir kurum olduğu dikkate alınırsa yeni yapılandırmanın önemi daha iyi anlaşılabilir.

Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız Su Politikaları Uzmanı Dursun Yıldız; bugünkü su kaynakları yönetimimizin yerelleşmeye yönelik politikalar ile merkezi kamusal yapı arasında sıkıştığını ifade etti. Hükümetin enerji piyasasını düzenleme yetkisinin bir kısmını kendisine almaya çalıştığını belirten Yıldız, böyle bir düzenlemenin enerji piyasasında fiyatların istikrasızlaşmasına yol açabileceği uyarısında bulundu.

Elektrik dağıtım özelleştirmelerinin ardından, barajların özelleştirilmesi için de geri sayım başladı. Enerji üretim tesislerinin özelleştirilmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?

Depolamalı hidroenerji tesislerinde elektrik enerjisinin kwh’ının üretim maliyeti 1-2 kuruş civarında. Bu nedenle özellikle depolamalı, barajlı hidroelektrik enerji üretim tesislerinin özelleştirilmesi devletin elektrik fiyatlarını dengeleme olanağını azaltacaktır. Bu durum elektrik enerjisi fiyatının serbest piyasada belirlenmesi sonucunu doğuracaktır. Özellikle sınıraşan sularımızın üzerinde olanlar hariç diğer depolamalı hidroenerji üretim tesislerinin işletmesinin özelleştirilmesi, devletin bu piyasadan çekilme konusundaki genel politikasının bir sonucudur. Bunun özellikle kısa dönemdeki sonucu ise elektrik enerjisi fiyatlarında artış şeklinde gerçekleşebilir.

Bu süreç nasıl işliyor? Düzenleme yapma yetkisi kimde bulunmalı?

Enerji piyasasını düzenleme yetkisi Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu´nda. Ancak bu günlerde hükümet bu yetkinin bir kısmını kendisine almaya çalışıyor. Bu da enerji piyasasında fiyatların istikrasızlaşması riski olabileceğini ortaya koyuyor.

«Güneş enerjisi alanına istenilen hızda girmedik”

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı´nın, «Güneş Enerjisine Dayalı Elektrik Üretim Tesisleri Hakkında Yönetmeliği” yürürlüğe girdi. Türkiye güneş enerjisinden yeteri kadar yararlanabiliyor mu? Enerji ihtiyacımızı ne ölçüde güneşten sağlayabiliriz?

Ülkemiz güneşten elektrik enerjisi üretim alanına istenilen hızda girmedi. Aslında ülkemiz güneş enerjisi ile ilgili inovasyon çalışmaları konusunda daha planlı ve hızlı olmalı. Konu sadece güneş enerjisine verilecek alım garantisi bedelini tartışmanın dışında da ele alınmalı. Çünkü Türkiye güneş enerjisi alanında inovasyon çalışmaları yapabilir. Bu da güneşlenme süresi ve güneş enerjisi potansiyeli yüksek olan Türkiye için çok önemli bir politika olur.

Türkiye güneş enerjisinden elektrik üretimi teknolojisindeki ilerleme ve sistemlerin ucuzlaması ile bağlantılı olarak elektrik enerjisinin önemli bir bölümünü güneşten üretebilir. Güneş Enerjisi Potansiyel Atlası ise yıllık elektrik üretim potansiyelinin 380 milyar kilowat/saat olduğunu ortaya koyuyor. Tabi bu miktar bu alandaki teknolojik ilerlemelerle daha artabilir. Bu miktar Türkiyenin geçen yıl tükettiği toplam elektrik enerjisi miktarının yaklaşık 1,8 katıdır.

«Yeni Anayasa´da temiz ve yeterli suya ulaşım hakkı mutlaka yer almalı ”

Yeni anayasa taslağında su kaynaklarının ve kullanımının düzenlenmesi ile ilgili hükümler yer almalı mı?

Temiz ve yeterli suya ulaşma ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının bir temel hak olarak devletlerin yasa ve anayasalarında yer alması çalışmaları başladı. 22 Mart 2010 Dünya Su Günü´nde yayınlanan bir bildiride 27 AB ülkesi ve 14 diğer Avrupa ülkesi suya ulaşma ve sağlıklı bir çevrede yaşamanın her insan için bir hak olduğunu kabul etti. 24 Eylül 2010 da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu´ndan «içme suyuna erişim hakkını temel insan hakkı olarak tanıma kararı” çıktı.

Türkiye yeni bir Anayasa yapma hazırlığı içinde. Bu fırsatı kullanarak yeni Anayasa’da «Temiz ve yeterli suya ulaşma ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı” bir temel hak olarak yer almalıdır. Bu hakkın Anayasa ile güvence altına alınması bütün sorunu çözmez ama ileri bir adım olur.

«Su hakkı yaşama hakkıdır”

Su hizmetlerinin özelleştirilmesine ilişkin İtalya örneğinde olduğu gibi bir referandum yapılması düşünülebilir mi?

Ülkemizde Antalya, İzmit, Çeşme, Alaçatı, Bursa gibi bazı yerleşim birimlerinde su hizmetlerinin toptan veya parçalı şekilde özelleştirilmesi girişimleri oldu. Bu girişimlerin önümüzdeki dönemde de devam edeceği görülüyor. Bu nedenle Ülkemizde de bu konuda topyekün bir politika değişikliğine gidilecekse tabi ki bunun İtalya’da yapıldığı gibi referandumla halka sorulması gerekir. Çünkü su insan yaşamını doğrudan ilgilendiren ve tüketimi sürekli olan bir doğal kaynaktır. Bu nedenle su hakkı bir anlamda yaşama hakkı anlamına da geliyor.

«Referandum yapılırsa, halk suyuna sahip çıkar”

Su hizmetleri yönetimine katılmaya halk ne kadar ilgi gösteriyor? Böyle bir referandum düzenlenecek olsa ne yönde bir sonuç beklerdiniz?

Bu katılım, ülkemizde demokrasinin gelişmesi ve bu konudaki toplumsal bilincin arttırılması çabalarıyla paralel olarak artacaktır. Bu nedenle böyle bir referandum düzenlenirse halkın su gibi yaşamsal bir doğal kaynağa ulaşma hakkına sahip çıkacağını ve bu hizmetlerin kamu hizmeti olarak verilmesi gerektiğini savunacağını düşünüyorum. Ülkemizde hane halkı geliri çok düşük olan 8- 10 milyon kişi yaşıyor. Özelleştirme sonucu artacak olan su ücretleri veya su hizmetinin ön ödemeli olarak verilmesi, bu kesimin bu hizmete ulaşamaması sonucunu doğurur. Ortaya çıkacak bu koşullar nedeniyle de böyle bir referandumda sonucun İtalya’da olduğu gibi ülkemizde de su hizmetlerinin özelleştirilmesine karşı bir sonuç olacağını düşünüyorum.

«Su kaynakları yönetimimiz yasal ve kurumsal olarak yenilenmeli”

Mevcut su kaynakları yönetimimiz suyun planlı ve akılcı kullanımı için yeterli mi?

Bugünkü su kaynakları yönetimimiz yerelleşmeye yönelik politikalarla merkezi kamusal yapı arasında bir yerlere sıkışmıştır. Bu nedenle hızla artan talepleri havza bazında su yönetimi anlayışıyla karşılama konusunda yeterli olamamaktadır. Bunun için su kaynakkları yönetimimizin yasal ve kurumsal olarak hızla yenilenmesi gerekir. Bu yenilenmede su kaynaklarının merkezi olarak planlanması anlayışı, kurumlarımızın teknik proje arşivleri ve hafızaları, ulusal ve toplumsal çıkarlarımız dikkate alınarak korunmalıdır.

Doğu Anadolu bölgesindeki su kaynakları ile son dönemde gündeme gelen özerklik tartışmaları arasında bir ilgi kurulabilir mi?

Bu konuda bir ilişkinin olup olamayacağına karar verebilmek için önce savunulan özerklik kavramının içeriğine ve kapsayacağı kamusal görev ve yetkilere bakmak gerekir. Bunun için bu konuda şimdilik bir şey söylemek mümkün değil.

«Ortadoğu uluslararası müdahalelere her zaman açık bir bölge”

Aynı şekilde Suriye ve diğer bölge ülkelerindeki olayları su kaynakları çerçevesinden nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye Dicle ve Fırat nehirlerinin üzerinde yaptığı tesislerle suyun kontrolünde önemli bir aşamaya gelmiştir. Ancak Türkiye suyu bir barış ve iş birliği aracı olarak kullanma politikasını uygulamaktadır. Bu kapsamda geçen yıl zaman zaman 1987 protokolündeki 500 m3/s´lik aylık ortalamanın çok daha üstünde su bırakmıştır. Ancak Suriye’nin bu miktarın üzerindeki herhangi bir talebinin sürekli olarak karşılanması hidrolojik olarak da mümkün değildir. Bölge ülkelerinde ortaya çıkan sosyal muhalefetin su kaynaklarıyla doğrudan bir ilgisi olmayıp daha çok demokratik ve sosyal alandaki değişim taleplerini içermektedir.

Ancak hızla gelişen ilişkiler sonrasında Türkiye ve Suriye arasında yaşanan son gerilim dikkat çekicidir. Bu durum Ortadoğu’nun politik açıdan çok kaygan bir zeminde sahip olduğunu ve uluslararası müdahalelere her zaman açık bir bölge olduğunu göstermesi bakımından da önemlidir.

Bunları da sevebilirsiniz