Rusya nereden nereye?

1992 yılından sonra, Rusya’da yaşayan gelişmeler bilim insanları arasında çeşitli yorumlara yol açmaktadır. Fakat farklı değerlendirmelerin ortak noktaları mevcuttur. Yani herkes şunu soruyor: Neden böyle oldu? Neyi istiyorduk ve nereye vardık?
Esas mevzu, aşağıdaki konular üzerine odaklanmaktadır: sosyalizm sonrası dönemde ülkede demokratik ve sosyal devletin yerine kapitalizmin yırtıcı versiyonu, adaletli yaşam mekânı yerine yolsuzluklarla donatılmış bir alan, güvenlik çevresinin yerine silahlı çetelerin hüküm sürdüğü bir ortam.
Çoğu araştırmacıya göre durumun esas nedeni ülkenin hiçbir zaman gelişmelerden ders almamasıdır. Örneğin 20. yüzyılda Rusya, birinden farklı olan iki devrim yaşamıştır. Birincisi Vladimir Lenin tarafından, Alman Marksist teorisinin Rusya’da uygulanması, ikincisi ise 1990’larda Amerika’da ortaya çıkan neoliberalizm. Bazılarına göre (örn. siyaset bilimci Aleksandr Kiva), Rusya hep başkalarını örnek alarak, kendi kültürel-medeni yapısını bozmaktadır. Böyle bir özellik, günümüzün olayı değildir. 19 yüzyılın ilk çeyreğinde, ünlü Rus filozofu Peter Caadayev şöyle yazmıştır: Biz yalnız hazır düşünceleri hazmedebiliriz… Biz büyüyoruz, fakat yetişkin duruma gelemiyoruz. Biz bir daire içerisinde hareket etmekteyiz. Zamanların deneyimi bizim için örnek olmuyor. Yüzyıl sonra, Rus düşünce adamı Nikolay Berdyayev şöyle kaydetmiştir: Rusya’da orta kültür oluşumları Batı’dan farklı olarak hiçbir zaman toplum içinde yankı görmemekteydi. Belki de, Rus insanın aşırılığı burada gizlenmektedir. Rus ruhu, mutlak özgürlük istemektedir. Sınırı olmayan aşkın peşindedir ve karşılığında kölelik durumuna düşmektedir, düşmanlığa ve nefrete sürüklenmektedir.
Kuşkusuz ki burada tüm ulustan söz edilmemektedir. Bu tür ‘yeteneklere’ daha çok radikal aydınlar sahiptir ve SSCB’nin dağılması, sosyalizminden kapitalizme geçiş yukarıda sözü geçen fikirlerin somut bir örneğidir. Diğer bir değişle, Rus toplumunda uzlaşı kültürü gelişmemişti. Evrimci davranış kök bırakmamıştı. Örneğin, sosyalizm kendisini ifade edememiş, kendisini iyi gösterememiş, ‘gel kapitalizmi deneyelim’ düşüncesine girmiştir. Hâlbuki daha liberal modele geçiş olsaydı, örneğin, Leninci sosyalizm uygulamasından sosyal-demokrat modele dönüşü sağlamış olsaydı, ülke geleneklerine daha uygun olabilirdi.
Örneğin, Moskova Karnegi Merkezi’nin uzmanı, Lyudmila Şevtsova şunu vurgulamaktadır: «Bir zamanlar Rusya, ‘çıkmazlık’ ilkesine dayanarak gelişirdi. Biz her zaman duvara çarptıktan ve kafamızı kırdıktan sonra yeni yol arayışına giriyoruz. Şimdi biz biliriz ki ‘çıkmazın’ içerisindeyiz. Yani bu bir mesajdır. Elit, yeni alternatiflerin gerekliliğini anlamaktadır. Fakat halen söz konusu iş için mücadeleye hazır değildir.
Kuşkusuz, Rusya zor bir durumdadır, hep arayışlar içinde bulunan ve sonuçları göremeyen bir toplum, er ya da geç, umutsuzluğa sürüklenebilir ve ilgisiz kalır. Değişime muhtaç olan bir ülke için bu bir tehlikedir ve isyancı bir ortam yaratabilir. Rusya’nın Çağdaş Gelişim Enstitüsü müdür yardımcısı Yevgeniy Gontmaher’a göre, günümüzdeki Rusya, Perstroyka’nın başlangıcında olan durumdan daha kötü bir konumdadır. 25 yıl önce ekonominin bir takım rezervi vardı; şimdi ise ülke tümüyle petrole ve doğal gaza bağımlı kalmaktadır. Normal yaşamın çeşitli tarafları dondurulmuş şekildedir. Eğitim, bilim ve sağlık sektörleri çökmeye doğru hareket etmektedir. Her türlü toplumsal etkinlik yok edilmiştir.
Belki de, yukarıdaki düşünce biraz abartılmıştır, fakat hatırlanması gereken belirleyici unsur şudur: Ruslar liberalleşmeden korkmaktadırlar. Onlara göre, tıpkı SSCB’yi dağıtan Mikhail Gorbaçov’un reformları gibi, söz konusu süreç Rusya’nın çözülmesini getirecektir. Bir diğer ilginç nokta, tarih boyunca Rus toplumunda bir inanç hâkimdir: değişimler yöneticiler tarafından yapılır ve yavaş yavaş gerçekleşirler.
Bize göre Rusya, kapitalist döneminde en büyük darbeyi manevi değerlerde almıştır. Geçtiğimiz yüzyılda 90’lı yılların başında oluşan çarpık zenginleşme ideolojisi, toplumsal değerlerin keskin değişimine yol açmıştı. Toplumun suça temayülü, çeşitli sosyal statülere yaklaşımları alt üst etmişti. Yani, Sovyet döneminde bilime, kültüre ve eğitime verilen değer yok edilmiş, yerini hırsızlığa, yolsuzluğa saygı duygusu almıştı. Rusya’nın şimdiki kahramanları, üniversite akademisyenleri ve yazarlar değildir. Bankacılar, şirket yöneticileri, emlakçılar, pazarlamacılar ve kuşkusuz devlet memurları ön plana çıkmıştır.
Ünlü Rus yönetmen Eldar Ryazanov, durumu şöyle görmektedir: «Eskiden biz, dünyada en çok kitap okuyan devlettik, şimdi ise biz en çok hırsızlık yapan ülkeye çevrildik”. Diğer bir yönetmen Sergey Solovyev, daha ileri giderek vurgulamaktadır ki: Kapitalist reformlar, Rus ulusun büyük kısmını ve özellikle gençleri, maneviyatı olmayan, ülkemizin geçmişine ve geleceğine ilgisiz bir kitleye dönüştürmüşlerdir.
Öyle görünüyor ki, Rusya bir uçuruma doğru hareket etmektedir, söz konusu gidişatı engellemek zor olmakla birlikte mümkündür. Her toplumda olduğu gibi, bu tür eğilimleri elit tabaka önleyebilir. Ama burada da Rusya’nın Sanayi Sonrası Toplumları Araştırma Merkezi’nin müdürü Viktor İnozemtsev’ın sözlerine göre bir sorun var: Günümüzdeki Rusya’nın yöneticileri, belki de Birinci Peter’in tahta oturmasından sonra, eğitim seviyesi ve dünyaya bakışı en aşağı durumda olan yönetici tabakasıdır. Söylemek gerekir ki, sunulan fikir biraz abartılıdır. Fakat rakamlara bakıldığında şunu görmekteyiz: Son yirmi yılda bilimler akademisinde çalışan araştırmacıların sayısı 1.562.000 kişiden 803.000 kadar düşmüştür. Nedeni oldukça basit: Sovyetler Birliği, Yurt İçi Gayri Safi Milli Hâsılatın %3,5’ini bilime yönlendiriyordu. Şimdi ise söz konusu oran % 0,7’ye inmiştir.
Anladığımız kadarıyla, Rusya bütünüyle bir bunalım içindedir, hem siyasette, hem kültür ve eğitimde, hem de ekonomi ve bilimde, en önemlisi de insan davranışlarında. Ülkeyi yönetenler söz konusu durumu oldukça iyi anlamaktadırlar, çözüm yolunu modernleşmede görmektedirler. Fakat ne kadar başarılı olacaklar?
Çağın, ünlü Rus filozofu Aleksandr Tsıpko’ya göre: Rusya’nın faciası, yalnızca ülkemizin ruhunun hasta olmasında ve manevi değerlerin aşırı gerilemesinde gizlenmemektir. Asıl sorun şudur ki, toplumda bulunan tüm hastalıklara ülkedeki elitin büyük çoğunluğunun bulaşmış olmasıdır.
Son açıklamaya yorum yapmak istemezdik, gelecek her şeyi ortaya çıkaracaktır.

Bunları da sevebilirsiniz