Analiz (8)

Son dönemde artan kaotik süreçlerin ve kriz olarak adlandırılan olayların, makro bazda ele alıp incelenmesi gerekmektedir.
O nedenle Büyük Ortadoğu Projesi tekrar incelenmeli ve bu bağlamda gerekli politikalar oluşturulmalıdır. Öyle görünüyor ki, yaşanan kaotik süreç şiddetini arttırarak devam edecek ve özellikle de bölgemizde güvenlik politikalarının oluşumundaki ABD etkisi artarak sürecektir.
ABD bölgedeki temel çıkarları ile küresel terörizm ve kitle imha silahlarının yaygınlaşması gibi güvenlik kaygılarını özellikle İslam ülkelerindeki yetersiz ve demokratik olmayan yönetimler ve geri kalmışlık düzeyi ile ilişkilendirerek, kendisine küresel güvenlik görevleri yaratmıştır.
En basit ifade ile ABD’nin bölgedeki stratejik hedefi; enerji kaynaklarının kontrolü ve pazarlara ulaşım güzergâhlarının güvenliğinin tesisidir.
Ayrıca ABD’nin küresel çıkarlarına hizmet eden güvenlik kavramlarını ve politikalarının başta NATO olmak üzere, uluslararası teşkilatların stratejilerinde de yer almasını sağlamıştır. Bunun neticesinde Kuzey Afrika’dan Orta Asya’ya kadar olan bölgenin, Büyük Ortadoğu Projesi adı altında jeo-stratejik bakımdan tek ve bütünlüğü olan bir bölge olarak algılamasını sağlamıştır.
Bu proje, ABD’nin sürdürülebilir üstünlüğüne ve hedef bölgede sürekli kriz ortamı yaratılmasına dayanmaktadır. Çünkü bölgedeki kriz ortamı son yıllarda uluslararası ilişkilerde ortaya çıkartılan sanal algılamalar ve kavramlar çerçevesinde ABD’nin bölgedeki varlığının sorgulanması yerine, meşrulaştırılmaktadır.
ABD bu stratejinin gereği olarak; öncelikle Irak rejimini devirmiştir. Lübnan, İsrail ve ardından Birleşmiş Milletler marifetiyle kontrol altına almıştır. İran ve Suriye’deki mevcut rejimi devirme veya kontrol etme çabalarına devam etmektedir.
Bu ilişkiler yumağında Türkiye’nin ABD tarafından bölge dengeleri içinde nerede ve nasıl görüldüğü iyi analiz edilmelidir.
ABD bakımından Türkiye; stratejik çıkarları aynı paralelde olduğu sürece vazgeçilmez bir müttefik olarak görülmekle beraber, iki ülke arasında yürürlükteki stratejik ortaklık belgesine rağmen 2002 yılından bu yana ilişkilerin gidişatında olumsuz yönde gelişmeler olduğu aşikârdır.
Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında bölge ülkelerine demokratik ve özgür toplum modeli sunan ABD’nin stratejileri için, laik ve demokratik, sosyal hukuk devleti Türkiye pek makul görülmemektedir. Bu nedenle her fırsatta Türkiye için ılımlı İslam modelini gündemde tutmaktadır.
İşte bu noktada ABD’nin Türkiye’yi bölgesel «stratejik ortak” yerine «stratejik görevli” olarak gördüğünü iddia etmek yanlış olmasa gerek.
Sözün kısası ABD’nin bölgesel stratejik hedefleri ile Türkiye’nin milli menfaatlerinin görülebilir yakın gelecekte örtüşmesinin hatta belli ortak konularda buluşmasının güç olduğu gün ve gün açığa çıkmaktadır.
İşte bu nedenlerledir ki; küresel emperyalizm ve ortakları Türkiye’de ulus devlet anlayışını tasfiye etmeye çalışıyor. Son çivilerini söküyor. Özellikle orduya karşı saldırılar Türkiye’deki ulus devleti güçsüzleştirmektedir. Yani Türkiye farklı cemaatlerin yaşadığı, ortak değerler kümesinin olmadığı bir alışveriş merkezine dönüşüyor. Bir vatan olmaktan çıkıyor, bir otele dönüşüyor. Oteldeki ortak kullanım alanıyla ilgili kurallarıysa AB’nin ya da ABD’nin belirlemesini bekler bir hale geldik.
Türkiye’nin ihtiyaçlarının ötesinde bir takım değerler, amaçlar üzerinde siyaset oluşturması lazım. Yani bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacımız var. Bugünkü iktidar toplumun bütününün değil bir parçasının temsilcisi olduğu için toplumsal birleştirme konusunda başarılı olamamıştır. Olacaklarını da sanmıyorum.
AKP yandaşlarıyla birlikte bir paylaşım şirketidir. Türkiye bir takım usulsüz uygulamalarla korkak cumhuriyeti haline getirildi. Telefonda dahi insanlar rahat konuşamıyor. İnsanların konuşma özgürlüğünün alındığı bir toplumda, özel hayatlarına, yatak odalarına kadar girildiği bir ortamda bırakın düşünce üretmeyi, rahatlıkla duygularınızı yaşamanız bile mümkün değildir.
Türkiye’de ortaya çıkan bugünkü yapı post modern feodalleşmedir. Yoksulluk ve yolsuzluk diz boyudur.
Bugün Türkiye’de gördüğümüz şu; kadınlar başlarını örtecek, içki içilmeyecek ama mümkün olduğu kadar lüks tüketim yapılacak. Lüks tüketmek için de büyük hırsızlıklar yapılacak. Özellikle de emlak alanında, devlet ihalelerinde.
12 Eylül yönetiminin getirdiği seçim sistemi, seçim barajı AKP’nin tek başına iktidar olmasını sağlamıştır. Böyle bir seçim sistemi olmasaydı AKP’nin 2002 seçiminde yüzde 33 dolayında oy ile iktidar olması olasılığı yoktu. AKP, 12 Eylül’ü eleştirmekte, karalamakta ancak getirdiği seçim sistemini siyasal parti düzenini benimsemektedir. 12 Eylül düzeni AKP’ye iktidar yolunu açmıştır. AKP 12 Eylül’e hücum ederek hala oy devşirme aracı olarak bundan nemalanmaktadır.
Bu bağlamda; küresel emperyalizm ve onun planlarına, bu projenin eş başkanı Tayyip Erdoğan hükümetinin hazırladığı anayasa değişikliği paketine, içinde saklı bulunan tuzaklardan ötürü ve önce Türkiye Cumhuriyeti dediğimiz için HAYIR diyoruz.

Bunları da sevebilirsiniz