Türkiye – Ermenistan İlişkileri ve Kıbrıs

Türkiye’nin «komşularla sıfır problem” politikası çerçevesinde, Ermenistan ile ilişkileri düzeltme çabaları 10 Ekim 2009 tarihinde imzalanan Zürih Protokolleri ile doruğa ulaşmıştır. Her iki ülkede son gelişmeleri sert bir şekilde eleştiren muhalefetin varlığına rağmen; Zürih Protokolleri, Türkiye ve Ermenistan arasındaki tarihi düşmanlığı sona erdirecek sürecin ilk adımı olarak değerlendirilmiştir.
Fakat Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin protokollerle ilgili olarak 12 Ocak 2010 tarihinde vermiş olduğu karar bu iyimserlik havasını bir anda tersine çevirmiştir. Karara Türkiye’nin vermiş olduğu tepki, bir anda iç politika baskısı altında zor şartlarda hayata geçirilen protokollerin geleceğini de tehlikeye atmıştır.

Ermenistan Anayasa Mahkemesi Kararı ve Türkiye

Ermenistan’da uluslararası antlaşmaların ve yasa önerilerinin yasalaşma süreci, Türkiye’den farklı bir prosedüre bağlıdır. Ermenistan’da antlaşmaların, yasalaşması için Meclis’te görüşülmeden önce Anayasa Mahkemesi’nce incelemesi gerekmektedir.
Bu aşamada Anayasa Mahkemesi antlaşmaların (ya da yasa önerilerin) Meclis’e gelmeden anayasaya uygun olup olmadıklarını denetlemektedir. Zürih Protokolleri de önce Anayasa Mahkemesi’nde incelenmiş ve Mahkeme Başkanı’nın 12 Ocak tarihinde yaptığı açıklama ile Anayasa’ya uygun bulunmuştur.
Fakat Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararı protokollerin mantığı ile çelişen ifadeler içerdiğinden, Türkiye açısından önemli sonuçlar doğuracak niteliğe sahiptir. Bu gerekçeli kararda, protokollerin yürürlüğe girmesini sözde Ermeni soykırımının tanınması şartına bağlamaktadır.
Ayrıca Mahkeme Türkiye’nin doğusunu Batı Ermenistan olarak tanımlayan Bağımsızlık Bildirgesi’nin 11. maddesine atıfta bulunmuş ve Ermenistan Hükümeti’nin Karabağ konusunda protokollerle herhangi bir yükümlülük altına giremeyeceğini belirtmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararı doğal olarak Türkiye’yi rahatsız etmektedir. Protokollerin imzalanması sırasında hemen hemen hiç gündeme gelmeyen konuların ön şart olarak öne sürülmesi, Türkiye’nin bir oldubitti ile karşı karşıya kaldığı izlenimini güçlendirmektedir.
Hatta Ermenistan daha konuyu parlamentoya bile getirmeden kendi üzerine düşeni yaptığını, sıranın Türkiye’de olduğunu söylemektedir. ABD Başkanı Barack Obama’nın sözde Ermeni soykırımı konusunda Ermeni lobisine vermiş olduğu sözler hatırlanırsa konunun Türkiye açısından önemi daha da artmaktadır.
Bu aşamada, Türkiye’nin çok dikkatli hareket etmesi ve karşılıksız ödünler vermekten kaçınması gerekmektedir.

ABD’nin Tepkisi

Zürih Protokolleri’nin geleceği, Türk – Amerikan ilişkilerini de yakından ilgilendirmektedir. Protokollerin 24 Nisan tarihine kadar yürürlüğe girmesi Obama’nın üzerindeki baskıyı azaltacaktır.
Obama Ermeni meselesine şimdiye kadarki başkanlardan daha fazla angaje olmuş ve Ermeni lobisine 24 Nisan’da «soykırım” ifadesi kullanma sözü vermiştir. Ancak Obama da kritik bir kararın eşiğinde. Irak ve Afganistan’da Türkiye’ye ihtiyacı gittikçe artarken böyle bir ifade kullanması, tam anlamıyla siyasi bir intihar olacaktır.
Öte yandan, içerde Ermeni lobisinin desteğini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Dolayısıyla, protokollerin bir an önce yürürlüğe girmesi Obama Hükümeti için hayati bir önem taşımaktadır.
Bu aşamada Amerika’nın Türkiye üzerinde baskılarını arttıracağını kestirmek zor olmasa gerek. Nitekim Amerikan siyaset ve bilim çevrelerinin mahkemenin kararı konusundaki düşünceleri bu durumu doğrular nitelikte.
İlk olarak ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı James Steinberg, kararın olumlu bir adım olduğunu belirtmiştir. ABD, Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin protokollerin ruhuna aykırı olarak öne sürdüğü şartları adeta göz ardı ederek Ermenistan’ın üzerine düşen görevi yerine getirdiğini ima etmekte ve topu Türkiye’nin üzerine atmaya çalışmaktadır.
Ortadoğu uzmanı olan ABD’li bilim adamı Henri J. Barkey de 5 Şubat tarihinde Los Angeles Times’da yayımlanan makalesinde, Türkiye’nin Ermenistan Anayasa Mahkemesi kararını bahane ederek süreci yavaşlattığını savunmaktadır.
Diğer yandan Rusya’nın da aynı beklenti içinde olduğunu tahmin edebiliriz. Zürih Protokolleri ile bozulan Türkiye – Azerbaycan ilişkilerinin, TBMM’nin protokolleri ilk önce onaylayarak daha da kötüleşeceğini ve Azerbaycan’ın kendisine daha da yakınlaşacağını tahmin eden Rusya’nın da Türkiye üzerinde baskı kuracağı söylenebilir.
Yani Türkiye her iki koldan baskı altına alınabilir ve süreç Türkiye’nin hiç istemediği bir noktaya gidebilir.

Türkiye, Ermenistan ve Kıbrıs


Sonuç olarak; Türkiye’nin Ermenistan açılımı ile Kıbrıs sorunu arasında paralellik kurmak mümkün. Türkiye, AB’nin Kıbrıs konusundaki isteklerini birer birer yerine getirmiş ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti halkı da Annan Planı’nı onaylamıştır. Fakat sonuçta Rum Kesimi hiçbir tavizde bulunmadan Türkiye’ye «de facto” tanıma için baskı yapmaktadır.
Türkiye’nin AB’ye girişi adeta bu ön şarta bağlanmaktadır. Ermenistan konusunda da aynı oyunun oynandığını söylemek yanlış olmasa gerek. Ermenistan, kendi üzerine düşen görevi yaptığı izlenimini dünya kamuoyuna yaymaya çalışmakta ve böylece Türkiye üzerinde baskı kurmayı amaçlamaktadır. Bu durum Türkiye’nin aynı Kıbrıs’ta olduğu gibi köşeye sıkıştırılması sonucunu doğurabilir.

Bunları da sevebilirsiniz