Dil konusuna, Türkçemize önem veriyoruz. Peki, bunun tarihi? İnişler var çıkışlar var. Selçuklu döneminde Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türkçenin resmi dil olduğunu hatırlatması var (1277). Adeta bir namus borcu ödenmesi gibi. Karaman da “Türkçenin Başkenti” olarak ilan ediliyor. Demek ki, Türkçe gidiyor ve tam giderken yakalanmış, Türkçeyi o gün geri kazanmışız.
Kuruluşunda Osmanlı, ilan etmeye gerek duymadan Türkçeye bağlı. Lakin zaman akarken, bir yandan dinimizi “kaybetmemek” için Arapçaya sarılmışız, bir yandan da sanata ne kadar yetenekli olduğumuzu bilmeyenler öğrensin diye Farsçayı Saraya davet edip baş köşeye oturtmuşuz. Bunlar bir şekilde bu yola koyulmuşken, halkın, devletin ne kadar üstün, güzel ve incelikli bir dili de olduğunu anlaması için devlet yazışma dili olan karma bir dil yaratmışız. Bunlar oluyor, yapan bilmez, bakan görür, Türkçe gidiyor!
Ancak telaşa lüzum yok, Türkçe halkın dilinde durup duru! Hem de en güzeliyle, en çeşitlisiyle, en durusuyla, en akışkanıyla, en sağlıklısıyla… yaşaması gereken yerde yaşamakta. Yani, bir yere gittiği mittiği yokmuş meğer!
Hikaye kısaca böyle, ancak bu konular yalnız bizim sorunumuz değil.
“Basın ve Medya” yazısını1 yazdıktan bir hafta kadar sonra “sosyal medya dili”nin sözcüklerinin Batı’da bir sözlüğe girmiş olduğuyla ilgili bir haber-yazı okudum. Cambridge Sözlüğü olarak bilinen oldukça itibarlı sözlük 6 bin yeni medyatik sözcüğü kapsamına almış.2 Dil İngilizce. Bu bakımdan bizi ilgilendirmesi gerekmez. Ama bize birazı da bulaşsa iyi olmaz tabii. Ayrıca İngilizcenin daha önce başına gelmiş olan bir sözcük türetme yöntemiyle3 ilgili bilgimiz olduğundan bunu fazla önemli de bulmadık. Dünyanın en gelişmiş dili olduğu söylenen İngilizcenin başına gelenler sonunda “Batı’nın” sorunu.
Sorun, bizim için başka bir şekilde!
Bizim için dedim ya, Türkçemiz için. Niçin bizim Türkçemiz için? Dil Devrimimizin yanlışlığı, yersizliği, gereksizliği yolundaki tavır alışlar yüzünden Türkçemizin nasıl yolundan saptırılmaya çalışıldığını artık herkes biliyor. Altında Türkçeyi sevmek ve istemek gibi bir hevesi olmayanlar eskiye yapışmayı adet edinmişlerdi. Ayrıca bunların, sadece Dil Devrimine değil, Cumhuriyet’e ve devrimlerimizin hepsine karşı itirazları vardı. Çünkü Cumhuriyet Devrimleri bir bütündü. Bu yüzden Cumhuriyet’e karşı olanlar bütün devrimlerine de karşı oluyorlardı.
Dil Devrimi karşıtları çoğunlukla zamanın Eski Rejim’inin taraftarlarıydılar. Her şey tekrar eskiye dönüşün istenmesindendi!
Çoğunluğu yeni kuşaklardan olan çok sayıda kimse son zamanlarda aile büyüklerinin mezar taşları yazılarını okuyamamanın eksikliğini yaşamaya başladı! Anlıyoruz tabii, ama böyle bir sıkıntı yaşayanların tarihçiliklerin şüphelenilme olasılıkları olmayan Halil İnalcık ve İlber Ortaylı gibi sözlerine itibar edilen kişilerin bu konuda dediklerini neden duymadıklarını ve bunları bir türlü öğrenmediklerini ise anlayamıyoruz.4
Bunlara, Türkçenin devrimine devrimin içinden de zarar verenlerin sözünü etmeden geçmeyelim. Öz-Türkçeyi, halktan kopmanın bir aracı haline getirenler Türkçeye az kötülük etmemişlerdi. Aşırılıkçılık, uydurukçuluk vb. de Dil Devrimi’nin kötüye kullanımıydı. Böyle uç noktalara savrulmak ve oralarda tutunmak, kimi zaman Dil Devrimi’ne karşı yürütülen mücadelenin haklı gibi görülmesine yol açıyordu. Konuyu birazcık olsun bilmeyenler hemen oltaya takılıyorlardı.
Dil Devrimi olarak dilde sadeleşmenin ve özleşmenin Cumhuriyet Devrimciliği ile olan ilişkisini ve iç içeliğini, Dil Devriminin geçmişine bir göz attığımızda net bir şekilde görebiliriz. Yakın Türkiye tarihinde devrimciler Dil Devrimi’nin öncüleridir. Tanzimat Döneminde, 19. yüzyılda, kimi Tanzimatçılar yanı sıra Tanzimatçı olmayan aydınlar, edebiyatçılar, yazarlar, devlet adamları, bürokratlar, askerler Türkçenin sorununu görmüşler, ihtiyacı anlamışlar ve konunun üzerinde durmuşlardır. Dilcidirler, Türkçecidirler, tarihçidirler ve sadeleşmenin taraftarıdırlar. Halkın konuştuğu dilden yanadırlar. Özetle ve kabaca söylersek, Jön Türkler ve onlardan daha önceki muhalifler (Yeni Osmanlılar5), halkçı olduklarından Sarayın diline, Divan’ın diline mesafeli durmuşlar, ağdalı dilden kaçınmak ve yabancı sözcüklerden mümkün olduğunca arınmak gerektiğini belirlemişlerdir. Sadelikten ve sadeleşmeden yana olmuşlardır. Bunun sonucu olarak 19. yüzyılda Divan Edebiyatı çok kan kaybetmiştir. 20. yüzyıla girerken Divan Edebiyatının artık eskinin edebiyatı olduğu görülüyor, anlaşılıyordu.
Tanzimatçılar da sorunu görmüşlerdi, nasıl görmesinler, Türkçe sözcüklerini azalta azalta dili anlaşılmaz kılan Tanzimat dönemi Divanı kendini halka nasıl anlatacaktı? Halkla iletişim nasıl sürdürülecekti? Halktan farklı olmak istiyorlardı, halka önem vermiyorlardı, halkın dilinden uzak durmak niyetindelerdi, tamam da, kopukluk yaşanması da kötüydü. İktidarlar böyle bir sorunla nasıl iktidarda kalırdı?
Tanzimat, halktan kopuk ve Avrupa ülkelerinin üstünlüğünü benimsemiş yöneticilerin Avrupa çizgisine girmek için Osmanlı devletini yeni bir düzene sokmak istemeleriyle girilen dönemin adıydı. Tanzimat, reformculuktu, ama esas özellik, Avrupa’nın istediği reformların yapılmasıydı. Neredeyse hükümetin nazırlarının her biri bir Avrupa ülkesine bağlı durumdaydı. Seçimlerini yapmışlar, ona göre hizmet veriyorlardı.
Devletin dili konusunda, Türkçe konusunda bir hassasiyetleri yoktu.
Tanzimatçıların kendilerinden daha önemli olan muhaliflerdi.
Osmanlı’da muhalefet, programlaşmamış olmakla birlikte, Meşrutiyetçilik ve Avrupa devrimlerinden etkilenmekti.
Padişaha sınırlama getirilmesi bir bakıma halktan yana olmak demekti. Bu ise halkın dilini mi, yoksa dünyada başka benzeri olmayan “gayrimeşru” dili mi doğru görmek demekti.
Türkçüler zaten doğal olarak Türkçeciydiler.
Aydın olan ve halkı ilerletmek niyetindeki yazarlar zaten sade Türkçeye hem yatkın, hem açık, hem yakın, hem de mecburdular. Tanzimatçı olmayan Tanzimat Dönemi edebiyatçıları, Tanzimat diline cephe almıştı.
Basın derseniz, dediği anlaşılamayan basının yaşama şansı mı vardı? Elbette halkın konuştuğu dili kullanacak, onun yazı dili haline gelmesi için bir sorumluluk da üstlenecekti.
Bunlar yüzünden 20. yüzyıldaki (1930’lu yıllardaki) Dil Devrimi, Tarih Devrimi gibi öldürülememiştir ve ilerletildiği kadarıyla başarılı olduğu söylenebilecek bir devrim de olmuştur. Artık anlaşılır ve övünülecek bir dilimiz vardır, kökleriyle buluşmuş, kabul edilir sadelikte anlaşmış bir Türkçe vardır. “Osmanlıca” bir sarsıntı sürecine girmiş, savunulurluğunu büyük ölçüde yitirmiştir. Hatta taraftarlarıyla birlikte “uç nokta” olmuştur. Bugün sözcük dağarcığımızdan ve Türkçenin yapısından uzaklaşmış olan Arapça ve Farsça sözcükler ve kurallar, kolay hatırlanmayacak ölçüde geride kalmıştır.
Türkçemizin ise halkçılık ve bilimsellik açığı yoktur, hiç bir zaman da olmamıştır.
Buna karşılık, özellikle Arapça kökenli olan ve günümüzde Türkçemizde kullanılmayan sözcüklerin önü tekrar açılmaya çalışılmıştır ve çalışılmaktadır. Unutulmaya yüz tutanlar tekrar devreye sokulmak istense de bu konuda geri dönüşün sınırları vardır ve yapılanların ölçüleri de çok önemli değildir.
Dilimizin küreselleşme döneminin gereği ve sonucu olan yeni saldırı sağanağı6 altındaki durumu ayrı bir yazıyı hak etmekte ve ayrıca ele alınmak durumundadır.
Yeni Çağ’da dilleri etkileyen en önemli etkenlerden biri yazıdır ve yazının halkla ilişkisinin kurulmasıdır. Bu ilişki, her şeyden önce ve her şeyden çok gazeteler ve basınla kurulur. Şimdi geçmişimizdeki basının Türkçe karşısındaki konumlanmasını değerlendirmeye çalışacağız. Bu konuda erken Osmanlı döneminde Türkçenin ne şekilde ele alınmakta ve ne durumda olduğunu gördük. Türkçe esastır.
19. yüzyıla geçiyoruz.
Osmanlı döneminde Basın, Türklük ve Türkçe
Bugünkü anlamda gazeteler ilk olarak 18. yüzyılda Avrupa’da yayın dünyasına girmiş.
Osmanlı toplumunda basın, Osmanlı millet sistemine göre ortaya çıkmış ve her azınlık millet statüsünde dinsel ayrımlara göre cemaatleştirildiğinden ilk olarak Türkçe olmayan gazeteler yayınlanmaya başlamıştır. İstanbul, Selanik, İzmir, Şam, Beyrut ve Kahire gibi büyük kentlerde önce azınlıkların gazeteleri ve dergileri olmuştur.7
Osmanlı devleti hudutları içindeki çeşitli milliyetlerin epeydir kendi matbaaları vardır. Türkçenin matbaaya kavuşması için 1727 yılı beklenecek, İbrahim Müteferrika (1670[74]-1747) İstanbul’da Türkçe için matbaa izni alacak ve kitap basmaya başlayacaktır.
Türk aydınlanmasının öncüsü ve basında Türkçeciliğin ilk örneği olacak olan İbrahim Şinasi Efendi (1826-1981) 1849’da Paris’e gönderilir. Batı’yı örnek alan ilk şair ve oyun yazarı olarak bilinen Şinasi, Fransa’ya gitmeden önce ne muhaliftir, ne de Meşrutiyetçi, siyasi rejimle sorunu yoktu.
İleri fikirlerle karşılaşır orada, önde gelen aydınlarla tanışır, gazeteciliği öğrenir ve ne yapmak istediğini belirler. Türkiye’ye döndüğünde kendisine eğitimde görevler verilir. Ancak memur olarak çalışmakla yapmak istediklerini gerçekleştiremeyeceğini düşündüğünden Agâh Efendi’nin 1860’ta kurduğu ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval’de 1861’de çalışmaya başlar, ertesi yıl ise kendi gazetesi olan Tasvir-i Efkar’ı çıkaracaktır.
Bu arada 1830’larda ihtiyacı duyulan ve 1840’ta devletin çıkardığı ilk Türkçe gazete olan Ceride-i Havadis8 yayına başlamıştır ve “basın” oluşmaktadır. Niyazi Berkes, basının “dil çağdaşlaşması zorunluluğunu yaratan öğretim yanında belki daha da etkili” bir araç olduğunu kaydetmektedir.
Şinasi Fransızcadan şiir çevirileri de yapar. Bilimsel ve laik yönelimli gazetecilik ve edebiyat çalışmaları o zamana kadar yapılmamıştır. Şinasi yenilikçidir. “Basın dönemi”ni etkileyen ve şekillendiren ilk insandır.
Namık Kemal (1840-1888), Şinasi’nin gazetesinde çalışmaya başlar. Şinasi gelişmesinde çok önemli rol oynayacaktır. Baskılar başladığında da Şinasi gazeteyi Namık Kemal’e bırakarak Paris’e kaçar. Bir süre sonra Namık Kemal de gizli örgüt üyesi olarak açığa çıkar (İttifak-i Hamiyet) ve yanına Ziya Paşa ile Ali Suavi’yi alarak Paris yolcusu olur. Orada bir süre birlikte çalışırlar. Padişah Abdülaziz’in Fransa ziyareti dolayısıyla hükümet muhaliflerin Fransa dışına çıkmalarını ister. Birlikte Londra’dadırlar ve orada Hürriyet’i çıkarırlar.
Bu dönemde yurt dışındaki muhalifler esas olarak Osmanlıcıdırlar. Ama hem Türkiye’den uzakta olmalarından ve hem de Avrupa’da her ülkede gençlerin vatanları savunmalarından etkilenerek ve esinlenerek vatan kavramına önem verir olmuşlardır. Bu arada Avrupa’yı ve Avrupalıları tanımışlar, devrimler ve diğer olumlu taraflar yanı sıra Devleti Muazzama’nın sömürgeciliğini ve yayılma politikalarını görmüşlerdir.
En somut etkilenme ve bilinçlenme Namık Kemal’dedir. Sonraları Avrupamerkezciliği ve Hıristiyanmerkezciliği hedef alan yazılar yazacaktır. İslamın kötülenmesine ve Avrupa Oryantalizminin devlet politikalarında kullanılmasına tepki gösterecek, Türkiye’nin ve Doğu dünyasının kendi yolunu çizmesinin 19. yüzyıldaki haberci öncüsü olacaktır.9 Namık Kemal erken öten horozdur!
Namık Kemal, neredeyse bütün yazarlık hayatında Türkçecidir ve bu özelliğiyle örnek olur.
Avrupa’da Devrimci Faaliyetler: Jön Türkler
Jön Türk ibaresi ilk kez yurt dışında 1828 yılında Charles Mc Farlane tarafından dönemin Genç Osmanlı muhalif nesline atıfta bulunarak kullanılmıştır. Daha sonra 1855’te yazar Ubicenhi, hem II. Mahmut dönemindeki reform hareketine katılan devlet adamlarını, hem de Abdülmecid döneminin Batılılaşma yanlısı Tanzimatçılarını tanımlamak için “jeune Turquie de Mahmut” ve “jeune Turquie d’Abdul Medjid” ifadelerini kullanmıştır. Bu terimleri kavram olarak ilk kullanan kişi hemen sonra Hippolyte Castille olmuştur.
Mehmet Bey, Reşat Bey, Nuri Bey,10 Ali Suavi, Ziya Paşa, Mithat Paşa, Abdullah Cevdet, Abdurrahman Bedirhan, Ahmet Cevdet, Ahmet Rıza, Ahmet Fazlı, Ahmet Ferig, Ahmet Kemal, Ahmet Lütfullah, Ahmet Niyazi, Ahmet Saib, Dr. Rıfat, Miralay Zeki, Ali Fahri, Ali Fehmi, Ali Haydar, Ali Şefkati, Bahaeddin Şakir, Derviş Hüma, Edhem Ruhi, Emir Şekib Arslan, Halil Ganem, Hüseyin Tosun, Hüsrev Sami, Hüseyinzade Ali, İbrahim Temo, İshak Sükûti, İsmail Canbulat, İsmail Enver Bey, İsmail Kemal, Mahmut Celaleddin Paşa, Mahir Said, Mehmet Ali Halim Paşa, Selanikli Nazım, Ahmet Saip, Yusuf Akçura, Sami Paşazade Sezai, Ahmet Ağaoğlu, Hacı İbrahim Paşazade Hamdi, Tarsusizade Münif, Tunalı Hilmi.
Bu liste, eksikleriyle birlikte muhalefetçilikleri yüzünden yurt dışına çıkmış ve değişik dönemlerde Avrupa’da bulunmuş Türkler listesidir. Önemli bir kısmı sürünmüş ama çok zor şartlarda çıkardıkları gazete ve dergilerle muhalefet görevlerine Avrupa’da ve başka yerlerde devam etmişlerdir. Muhalifler aydınlardı, aydınlar muhalif oluyorlardı çünkü.
Avrupa’ya gelenlerin çoğu Türkiye’deki mücadeleye katkı sağlamak için gazete çıkarmak taraftarıydı. Gazeteler, Türkiye’de basılamadığından bulundukları yerlerde yayınlanacaklar ve çeşitli yollarla ülkeye gönderileceklerdi.
Gazete çıkarmak uğraşlarında inanılmaz çabalar sarf ettiler. En önemli sorun ekonomikti. Aydın olmalarıyla yayın faaliyetlerinin etkisini ve önemini kavramışlardı. Eğitimliydiler. Jön Türkler 1908 yıllına kadar 13 ülke ve bölgede Türkçe olanlarla birlikte birçok dilde olmak üzere 152’nin üzerinde gazete veya dergi yayınlamışlardır. Böylece bu gazeteler ve dergiler ile fikir hayatına yeni bir yön vermeyi başarmışlar, siyasal mücadeleyi sürdürmüşlerdir. Ortak nokta genellikle Meşrutiyet ‘in savunulmasıydı.
Bu yayın faaliyetleri ise Birleşik Krallık, Fransa, Avusturya, Bulgaristan, İtalya, Yunanistan, Romanya, İsviçre, Brezilya, Belçika, Amerika Birleşik Devletleri ve Kıbrıs olmak üzere oldukça geniş bir alanda yürütülmüştür.
Osmanlı aydınları Avrupa’da hem öğreniyor, hem faaliyet gösteriyor, hem dikkat çekiyor ve örnek oluyor, dahası örgütleniyorlardı.
Avrupa’da çıkarılan yayın organları
-
Muhbir, 1867 / Ali Suavi – Londra, 50 sayı
-
Hürriyet, 1868 / Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa (Yeni Osmanlılar Cemiyeti adına)
-
Ulûm, 1869 / Ali Suavi – Paris, 25 sayı
-
İbret, 1870
-
İkdam, 1870
-
İstikbal, ? – Napoli
-
İstikbal, ? – Londra / Ali Şefkati Bey (1876’dan önce, Anayasa yazılmasından önce)
-
Muvakkaten, 1880? – Lyon
-
Hidmet, ? – Cenevre
-
Gencine-i Hayal, ? – Cenevre
-
Cüret, ? – Paris
-
İçtihat, ?
-
Terakki, ?
-
İntikam, ?
-
Meşveret, 1895 – Ahmet Rıza, Paris
-
Mizan, 1895 – Murat, Kahire
-
Osmanlı, 1896-1898 – Tunalı Hilmi, Cenevre
-
Osmanlı, 1899-1904 – Tunalı Hilmi, Londra
-
Kanun-i Esasi, 1896 – Mısır
-
Sade-i Millet, 1898 – Mısır
-
Şurayı Ümmet, Ahmet Rıza
-
Hak, 1899
1880’li yıllarda çıkan La Jeune Turquie, Lübnanlı bir Maruni olan mebus Halil Ganim tarafından yayınlandı, gazete Fransızcaydı.
İki dilde, Fransızca ve Türkçe olarak Paris’te yayınına başlayan Mechveret Suplément Français ve Meşveret Ahmet Rıza’nın yönetimindeydi ve yurt dışındaki muhaliflerin örgütünün yayınıydı. Cemiyet’in üyesi Murat Bey, İstanbul’da başladığı Mizan gazetesi kapatılınca Mısır’a kaçmış ve Türkçe gazetesini orada sürdürmüştü. Ahmet Rıza, Cemiyet’in iki Türkçe gazetesi olmaz diyerek Türkçe Meşveret’i durdurdu, Paris’te yalnız Fransızcası çıkmaya başladı. Fakat Murat Bey Saray’la anlaşıp gazetesini İstanbul’da tekrar yayınlamaya başlayınca Meşveret Türkçesiyle gene yayına girdi.
Meşveret başından sonuna kadar Meşrutiyeti savunmuştu. Eğitime önem veriyordu. Yazılar ağı ve cüretkardı. Öyle ki, Fransa savcılığı Osmanlı devletiyle arasının bozulmamasını istediğinden gazeteyi kapatmak zorunda kalacaktı.
Osmanlı gazetesi, İttihat ve Terakki‘nin ilk kurucuları İshak Sükûti, Abdullah Cevdet, Tunalı Hilmi gibi kişiler tarafından kurulmuş, Fransızca, Almanca ve İngilizce dillerinde ilk Jön Türk gazetesidir. Ancak Saray bu durumdan rahatsız olmuş ve Afrika‘ya sürgüne gönderilen Jön Türklerin serbest bırakılacağı vaadi karşılığında gazetenin kapatılmasını istenmiştir. Gazete bir süre kapatılmış; ancak saray sözünde durmadığından yeniden çıkarılmaya başlanmıştır (1897). Gazete, cumhuriyet yönetiminden ilk söz eden yayındır.
Son döneminde Osmanlı’nın yönetimine Avrupa’ya sonradan gelen Prens Sabahattin geçmiştir. Onun önemi ise, ademi merkeziyetçiliği savunarak Avrupa örgütünün ikiye bölünmesinde rol oynamış olmasıdır.
Prens Sabahattin’in görüşleri bir Avrupa devletinin desteğini almaya çalışmaktı. Bunun karşısında olan Ahmet Rıza bağımsızlığı ve merkeziyetçiliği savunmuş ve örgütü kendi etrafında toplayarak Şura-yı Ümmet‘i yayınlamaya başlamıştır. Yazım kadrosunda, Selanikli Nazım, Ahmet Saip, Yusuf Akçura, Sami Paşazade Sezai, Ahmet Ağaoğlu gibi isimler vardı.
Prens Sabahattin buna karşı “Terakki” adında bir gazete tasarladıysa da gerçekleştirememiştir.
Yurt dışında yayınlanan dergiler daha çok bilimsel veya dinsel nitelikli yazılarla çıkmaktaydı.
-
Şikaya, 1893
-
Şark ve Garb, 1896 Paris
-
Musavve, 1900
-
Mecmua-i Kemal, 1905
-
İçtihat, 1904
1908 – Meşrutiyet, Hürriyet, Milli Basın, Türkçenin Zaferi ve Cumhuriyet’in Yolunun Açılması
Ülkenin Meşrutiyet ve özgürlük mücadelesinde yurt dışında bulunan aydınların Türkiye’nin fikir hayatına katkılarından biri de, Avrupa düşün, siyaset, bilim ve dil alanlarında karşılaştıkları ve ilgilendikleri yeniliklerle ilgili olarak kazandıklarıdır. Jön Türklerin arasında akademik çalışmalar yapanlar olduğu gibi, kütüphanelerde araştırmalara girişenler de vardı. Türkçe konusunda bilgilerini genişletenler, başka yerde bulamayacakları kaynakları (örneğin, Türkçelerle ilgili sözlükler) Avrupa’dayken değerlendirmeye çalışanlar, Türkiye’nin Türkçe ayağında ilerlemeye katkılar sağlamışlardır. Türkçe gramer yapısı ve özellikleri netleştirilmiş, Türkçe ile ilgili birçok eser ortaya çıkmıştır.
Gazete ve dergilerin Türkiye’ye sokulması, dağıtılması, Devrimin hazırlanması, muhalif örgütlenmeler, birleşmeler, en sonunda İttihat ve Terakki. Türkiye bir devrime gidiyordu.
Avrupa’da şartlar zordu, en büyük sorun ekonomikti. Ancak gelişmeler süreklilik kazanmıştı. Türkiye’deki mücadeleye katkı çok yönlüydü. Avrupa’daki yayıncılık Türkiye’deki mücadeleyle birleşmiş, onun parçası olmuştu. Devrimci yayınlardan örgütçülerin çıkması, devrimin yolunu açtı. Talat Bey ve onun yönettiği “postacılar” örgütü, yurt dışında yayınlanan gazetelerin ve bütün yayınların çok yere, her yere ulaşmasını sağlıyordu. Başlıca merkezler, İstanbul, Selanik, İzmir, Şam gibi büyük liman kentleri ve Şam, Kahire gibi başka önemli kentlerdi.
1902 Paris Kongresi, örgütün ve devletin bağımsızlığının öne çıkması, hiç bir Avrupa ülkesinin koruyuculuğuna sığınılmaması, vatan için mücadeleden vazgeçilmemesi, teslimiyete razı olunmaması kararlarını almıştı.
1908: II. Meşrutiyet ve özgürlüklerle devrim amacına ulaşmıştı. O günden sonra Avrupa’da muhalif ve devrimci kimse kalmadı. “Jön Türklerden kimse Avrupa özgürlüğünü istemedi! Hepsi ülkeye döndü.”
Meşrutiyet Devrimi çok parlaktı. Özgürlükler ülkenin her yanında gazete ve dergilerin patlamasını yaratacaktı. Basının bu öngörülemez gelişimi, bırakacağı başka miraslar yanında en çok Türkçenin gelişmesi ve yerleşmesinin temeli oldu.
Dönemin konu zenginliği içinde Türkçe, dil, Türkçecilik akımları ve tartışmaları yapılmaktaydı. Sadelik-ağdalılık, Türkçecilik-Osmanlıcılık, ilericilik-muhafazakarlık, yenilikçilik-tutuculuk ayrışmaları yaşandı. Yazarlar ile aydınlar kendilerini saflarını belirlemek zorunda hissediyorlardı. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında Türkçülük yanı sıra aynı derecede ilgi gören konulardan biri (ona paralel olarak) Türkçecilik olmuştu. Bu yüzden Cumhuriyet dönemi edebiyatı, Dil Devrimi’nden de yararlanarak Türkçecilikten yana olarak şekillenecekti.
Türkiye’nin çok yerindeki istibdat karşıtı hürriyet mücadelesi, hem ülkeyi birleştirmişti, hem de yurt dışında mücadele edenlerle imparatorluk topraklarındaki mücadeleyi. Bu birleşmelerden doğan milli talepler, başta kapitülasyonlara karşı politikaların savunulması ve vatan savunması olmak üzere ilk Büyük Savaş sırasındaki ve sonrasındaki bağımsızlık mücadelesinin ve Kurtuluş Savaşının temelleri olacaktı.
Milli bilincin ve milletleşmenin gelişme süreci, Türkçenin de gelişme sürecidir.
KAYNAKLAR
Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki (1908-1914), Sander Yayınevi, İstanbul 1971.
Yusuf Akçura, Türkçülüğün Tarihi, Kaynak Yayınları, İstanbul 1998.
Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İmge Kitabevi, Ankara 2011.
Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2013.
Sina Akşin (Yayın Yönetmeni), Türk Tarihi 2 / Osmanlı Devleti / 1300-1500, Milliyet Yayınları, İstanbul (?).
Sina Akşin, Türkiye Tarihi, cilt 3, Cem Yayınevi, İstanbul 2009.
Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, YKY, İstanbul 2002.
François Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri / Yusuf Akçura 1876-1935, Yurt Yayınları, Ankara 1986.
Ali Nüzhet Göksel, Ziya Gökalp / Hayatı, Sanatı, Eseri, Varlık Yayınları, İstanbul 1959.
M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Üçdal Neşriyat Yayınevi, İstanbul 1981.
Alpay Kabacalı, Türk Kitap Tarihi, Cem Yayınevi, İstanbul 1989.
H. Zafer Kars, Belgelerle 1908 Devrimi Öncesinde Anadolu, Kaynak Yayınları, İstanbul 1984.
Ahmet Bedevi Kuran, İnkılap Tarihimiz ve Jön Türkler, Kaynak Yayınları, İstanbul 2000.
Mustafa Celalettin Paşa, Eski ve Modern Türkler, Kaynak Yayınları, İstanbul 2014.
Ömer Seyfettin, Bütün Eserleri 13 / Dil Konusunda Yazılar, Bilgi Yayınevi, Ankara 1989.
E.E. Ramsaur, Jön Türkler ve 1908 İhtilali, Sander Yayınları, İstanbul 1982.
NOTLAR
1 Dağarcık Türkiye, Eylül 2025; bkz. https://dagarcikturkiye.com/2025/09/01/basin-ve-medya/.
2 Gözen Esmer, “Sosyal Medya Dili Sözlüğe Girdi”, Aydınlık, 3 Eylül 2025, s. 11.
3 ABD’de çoğunlukla yeni teknolojik gelişmelerle ilgili olarak bazı teknik alet, yöntem ve kavramların tarif edildiklerinde ilk harflerin alınmasıyla ortaya çıkan sözcük türetme yolu. CAPIG, MEKINU, UASTA, GALOK gibi sözcükler. Nasıl okunduğu sorunu kendiliğinden oluşan ilk okunma süreçlerinde çözülüyor (mu?). Amerikan kültürünün ve “modernite”nin İngilizceye bir katkısı. Yeni sözcüğün kökü yok, anlamı yok, çağrışıma açık bir tarafı yok ve bilmeyen için çözmenin imkanı yok.
4 En başta bu iki tarihçimiz Dil Devrimi’ne böyle bir gerekçeyle karşı çıkılmasını saçma bulduklarını açıklamışlardı.
5 İlk muhalefet olan aydınlara Avrupa’d a “Jeune Turc” terimi yakıştırıldığında ve kullanıldığında bunu kabullenmek istememişlerdi. Bunun yerine “Yeni Osmanlılar”ı kullanmayı tercih etmişlerdi. Ancak, “genç” modası karşı durulamaz bir yayılma olduğundan zaman içinde benimsenildi.
6 Yeni (ya da son) küreselleşme döneminin Amerikan kültürel yayılması durumunun bir sağanak gibi olduğunu düşündürmekte ise de, sorun, yalnız Türkçenin değil, neredeyse bütün milli dillerin sorunudur. Ancak ilginç olan nokta, Batı emperyalizmi tarafının Amerikanca sözcükleriyle, eskiye özlem duyan dinsel gericiliğin sözcükleri günümüzde eşzamanlı bir görüntü veriyor.
7 1438’de Almanya’da faaliyete geçen ilk Hıristiyan matbaacılığın yayılmasındaki birinci adımın İstanbul’da ortaya çıktığı biliniyor. Azınlıklara ait bu matbaada dinsel metinler yayınlanmıştı. Ancak Avrupa’daki ilk matbaacılık ve kağıt üretimi 900’lü yıllarda Endülüs’te İslam devletlerinde Asya’dan bağlantılı teknolojiyle Kıtaya gelmiştir.
8 Türkçeydi ama Türklerin değildi. Bu gazeteyi çıkaran bir İngilizdi ve gazetenin yazarları da Ermenilerdi.
9 Namık Kemal’deki bu bilinç sıçraması onun birçok başka makalesi ve “Müdafaaname”si yanı sıra “Avrupa Şark’ı Bilmez” başlıklı yazısını yazmasına yol açacaktır. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Zeynep Çelik, Avrupa Şark’ı Bilmez / Eleştirel Bir Söylem (1872-1932), Koç Üniversitesi, İstanbul 2022.
10 Bu üç kişi için bkz. Serol Teber, Paris Komünü’nde Üç Yurtsever Türk / Mehmet, Reşat ve Nuri Beyler, de Yayınevi, İstanbul 1986.
