Dijital evren ile fiziksel dünyanın giderek iç içe geçtiği bu zamanda bu kaynaşmanın simgesi hâline gelen metaverse kavramı, artık yalnızca teknoloji çevrelerinin değil, üretimden eğitime, sağlıktan sanat ve ticarete kadar geniş bir yelpazenin ortak gündem maddesi olmaktadır. Kavram ilk kez Neal Stephenson’ın 1992 tarihli Snow Crash adlı romanında hayal edilmiş olsa da çok oyunculu çevrim-içi oyunların yükselişiyle 2000’lerde somutlaştı; 2021’de Facebook’un adını “Meta” olarak değiştirmesiyle de küresel ilgi odağına yerleşmektedir. Bugün metaverse; sanal, artırılmış ve karma gerçeklik gözlükleri, gerçek-zamanlı üç boyutlu grafik motorları, blokzincir temelli dijital mülkiyet altyapıları ve yapay zekâ destekli içerik üretiminin kesişiminde yükselen, çok katmanlı bir dijital evren mimarisi olarak tanımlanmaktadır.
Metaverse’in özünü, avatarlarımız aracılığıyla içinde yaşayabildiğimiz, çalışabildiğimiz ve sosyalleşebildiğimiz kalıcı üç boyutlu sahneler oluşturur. Bu sahneler oturumu kapatsak da akmaya devam eder, dünyanın dört bir yanından kullanıcıları eş-zamanlı olarak bir araya getirir ve dijital varlıklarımız üzerinde mülkiyet iddiası geliştirmemize imkân tanır. Söz konusu bu evrim süreci kabaca dört döneme ayrılabilir: 1990’ların bilimkurgu metinleriyle atılan teorik tohumlar, 2003’te Second Life gibi öncülerle başlayan ilk pratik denemeler, 2010’larda Roblox ve Fortnite gibi oyun platformlarıyla yaygınlaşan kullanıcı-yaratımı içerik modeli ve en son 2020’lerde pandemiyle hızlanan uzaktan etkileşim çağı. Donanım sevkiyatlarındaki çarpıcı artış, bulut bilişim gücünün genişlemesi ve yapay zekânın içerik üretim süreçlerini saniyelere indirmesi bu değişimi besleyen başlıca unsurlardan biri olmuştur.
Günümüzde metaverse, eğlence ve sosyal deneyimlerden eğitim ve kurumsal iş birliğine, endüstriyel ve dijital sağlık uygulamalarına kadar uzanan geniş bir yelpazede kullanılmaktadır. Sanal konserler milyonları tek bir dijital sahnede buluşturmaktadır; BMW gibi üreticiler tüm fabrikalarını sanal ortama taşıyarak prototip maliyetlerini kayda değer biçimde düşürmektedir. Accenture, VR tabanlı “santral kampüsünde” yüzbinlerce çalışanını işe alıp eğitmektedir. Apple’ın uzamsal bilgisayar başlığı Vision Pro, 4K sanal ekranlarıyla mühendislik ekiplerinin gerçek-zamanlı tasarım kararlarını hızlandırmaktadır. Sağlık dünyasında yüksek çözünürlüklü üç boyutlu anatomik modellerle yapılan sanal cerrahi planlama, öğrenme süresini ciddi oranda kısaltırken güvenliği ise önemli ölçüde arttırmaktadır. Öte yandan NFT sanat eserleri, dijital moda ve sanal arsalar yepyeni bir ekonomi modelini şekillendirmektedir.
Bu parlak tablonun arkasında henüz çözülmemiş zorluklar olmaktadır. Gözlüklerin yüksek fiyatı ve ağır tasarımı kitlesel benimsemeyi geciktirmektedir; platformlar arası geçişlerin sınırlı oluşu kullanıcıların avatarlarını ve varlıklarını yanlarında taşımasını zorlaştırmaktadır. Göz takibi gibi biyometrik verilerin toplanması yeni mahremiyet ve güvenlik tartışmalarını gündeme getirmektedir. Ayrıca gerçek-zamanlı üç boyutlu grafiklerin ihtiyaç duyduğu bulut altyapısı enerji tüketimini ciddi bir şekilde artırarak sürdürülebilirlik sorularını da beraberinde getirmektedir.
Bütün bu dinamikler ışığında metaverse’in, internete “mekân” duygusu kazandırarak dijital deneyimi kökten dönüştürdüğü açıkça görülmektedir. Fabrika zemininden ameliyathanelere, uzaktan çalışan ofislerinden sanal perakende mağazalarına kadar uzanan kullanım alanları, kavramın gelip geçici bir moda olmadığını bizlere kanıtlamaktadır. Donanım fiyatlarının düşmesi, açık standartların yerleşmesi ve yapay zekânın içerik üretimini desteklemesiyle birlikte, metaverse’in önümüzdeki birkaç yıl içinde erken benimseyenlerin oyun alanından genel kullanıcı kitlesinin ortak yaşam alanına evrilmesi beklenmektedir. Başka bir deyişle, gözlüğü takıp adım attığımız bu çok katmanlı dijital evren, fiziksel dünyanın duvarlarını incelterek eğitimden ekonomiye, üretimden popüler kültüre kadar yepyeni ufuklar açmaya hazırlanmaktadır.