Sabah aracımızla Salento’dan çıkıp Pereira havalimanına ulaşmamız yaklaşık bir saat sürüyor. Yarım saatlik uçak yolculuğu sonrası Medellin’deyiz.
Medellin, 4 milyon nüfuslu, Bogota’dan sonra ülkenin ikinci büyük şehri ve Antioquia bölgesinin başkentidir. And Dağlarının ortasında Aburra Vadisinde, deniz seviyesinden 1500 m yüksekte yer alır, sonsuz bahar şehri olarak tanımlanır.
Havalimanında bizi karşılayan araçla, yarım saat sonra El Poblado semtindeki otelimize geliyoruz. El Poblado, İspanyolların 1616 yılında şehri ilk kurdukları yer. 1675’de şehrin merkezi, günümüzde Berrio Meydanı olan yere taşınmış. 1970’lerde El Poblado, şehrin zengin sakinlerinin mekanı ve ikinci kent merkezi haline gelmiş. Odalarımıza yerleştikten sonra, rehberimizin aracıyla Medellin turuna başlıyoruz.
Şehir merkezine geldiğimizde Park Berrio yakınında araçtan iniyor ve yürümeye başlıyoruz. Sokak lezzetlerinden bunuelos adı verilen içi peynir dolgulu kızartılmış hamur toplarını tadıyoruz, çok beğeniyoruz. Park Berrio’da Carrera 50 üzerinde Our Lady of Candeleria Bazilikası’nın arka tarafında yükselen, şehrin en yüksek binası olan tekstil firması Coltejer binasını görüyoruz. Şehrin kültürel kalbi olan, 1940 tarihli Rafael Uribe Uribe Kültür Sarayının arka tarafına geçiyoruz, Antioquia Müzesinin önündeki Botero Meydanına geliyoruz. Bu meydanda ünlü sanatçının yan yana sıralanmış devasa heykellerini tek tek dolaşıyoruz.
Medellin doğumlu olan (1932-2023) Botero, Bogota’ya eserlerini bağışladığı zaman Antioquia Müzesinin talebiyle buraya da 119 parçadan oluşan eserlerini bağışlamış. Bu eserlerden 23 bronz heykel müzenin önündeki meydanda sergileniyor. Botero tarafından bağışlanan eserlerin tamamı, 2012’de Kolombiya Ulusal Kültürel Miras Konseyi tarafından ulus için kültürel öneme sahip varlık olarak onaylandı.
Meydandaki çiçekli Medellin yazısı önünde fotoğraf çekiyoruz. Meydanın arka tarafında Avenida Carabobo’da yürümeye devam ediyoruz. Plazuela Veracruz’da, şehrin kolonial tarzdaki tek kilisesi olan 1682 tarihli Veracruz kilisesini görüyoruz.
Köşedeki minik büfeden, tanesi 1.500 Pezoya etli empanada alıyoruz, ev yapımı acı biberli sosuyla nefis bir lezzetti. Şehir merkezi kalabalık, karışık, evsizler, yerlerde yatan insanlar göze çarpıyor. Aracımıza geçip San Javier teleferik (Metrocable) durağına gidiyoruz.
Aburra Vadisinde kurulmuş olan Medellin, az gelişmiş mahallelere ev sahipliği yapan tepelerle çevrilidir. Konumları nedeniyle şehrin en büyük toplu taşıma sistemi olan metroya ulaşılamayan tepelerde, dik arazi ve evlerin sıkışık yerleşimi nedeniyle otobüs sistemi de kullanışlı olamıyor. Metrocable sistemi kurulmadan önce bu bölgede yaşayanlar işe gidip gelebilmek için uzun zaman harcarlarmış. 2004’den beri hizmet veren Metrocable, Medellin metrosunu tamamlayan ve otobüs, tramvay gibi toplu taşıma sistemine entegre bir ulaşım hizmeti olup Güney Amerika’daki ilk kentsel kablolu ulaşım sistemi olarak kabul ediliyor.
Aracı park ederek teleferiğe biniyoruz. Kademe kademe iç içe geçmiş gecekondu mahallelerinin bulunduğu tepeleri, teleferikten izliyoruz. 2.7 km uzunluğunda ve 4 duraklı olan bu hattın son durağı olan La Aurora durağında iniyor, fotoğraf çektikten sonra tekrar teleferikle geriye dönüyoruz.
Ünlü Comuna 13 (San Javier) sokaklarını keşfetmek için aracımızla gidiyor ve yakında bir yere park ederek yürümeye başlıyoruz. Escobar’ı merkeze alan Narcos dizisinde izlediğimiz gecekondu mahallesi tamamen turistik hale getirilmiş.
Medellin, 1980’lerin sonunda uyuşturucu kartelleri tarafından başlatılan savaşın sonucu olarak dünyanın en tehlikeli şehirlerinden biri olarak kabul ediliyordu. Pablo Escobar tarafından yönetilen Medellin karteli ve rakip karteller arasındaki savaşın yarattığı teröre sahne olan şehirdeki suç oranı, Aralık 1993’de Escobar’ın ölümünden sonra önemli ölçüde azaldı.
Yürüyen merdivenlerle gezmesi kolaylaştırılmış olan Comuna 13, grafitili dar sokakları, renkli merdivenleri, çok sayıda hediyelik ve yiyecek-içecek standları, kafe-restoranları ile tam bir turistik cazibe merkezi haline gelmiş.
Öğle saatlerinde sıcakta yokuş yukarı gezmek biraz zorlasa da yürüme yolunun sonlarına kadar gidip dönüyoruz. Medellin’in havası Bogota’ya göre daha iyi, ılık. Seyahatin ilerleyen günlerinde Karayip kıyılarında sıcaklık çok artacak. Bir tezgahtan aldığımız peynirli arepa çok yağlı ve miktarı fazla geliyor. Aracımıza dönerken, yol üzerindeki satıcılardan hatıra tişörtler alıyoruz.
Rehberimiz daha güvenli olduğunu belirttiği için, araçla gittiğimiz bir avm içindeki döviz bürosundan para değişimlerimizi yaptıktan sonra, şehir turumuza Nutibara Tepesinde konumlanmış Pueblito Paisa ile devam ediyoruz. Otopark yerinden tepeye çıkan merdivenlerden epeyce tırmanıyoruz. Yoldan da yürünebilir, ama daha uzun sürüyormuş. Paisa’lar, kahve yetiştiriciliğinden geldikleri öne sürülen Medellin sakinleridir.
Burası 1978’de açılmış, taş çeşmeli meydanın çevresinde kilisesi, belediye binası, okuluyla geleneksel bir köyün küçük bir kopyası haline getirilmiş, daha çok çocuklu ailelerin ilgisini çekebilecek turistik bir yer olmuş. Onarımlar nedeniyle şehir manzarasının izlenebildiği noktaları göremiyoruz. Salento’da iki güzel gün geçirdikten sonra burası bize pek ilginç gelmiyor. Araca geri dönüyor ve otelimize geliyoruz.
Kısa bir dinlenmeden sonra otelden çıkıyoruz. Yürüyerek 10. Cadde üzerinden 10 dakikada barlar, kulüpler, restoranlarla dolu Provenza mahallesine ve bir kenarında hediyelik standları olan Lleras parkına geliyoruz.
Yürümeye devam edince ilçenin ana meydanında, Medellin’in 1616 da kurulduğu yeri işaret eden San Jose Kilisesine geliyoruz. Karşı tarafındaki El Poblado parkının kenarında hediyelik standları dizilmiş.
Tekrar yukarıya doğru yürüyüp biraz hediyelik alışverişi yaptıktan sonra Barlar sokağındaki bir restorana oturuyoruz. Gece saatlerinde Provenza mahallesi daha da kalabalıklaşıp, hareketleniyor, her yerden müzik sesleri geliyor. Yürüyerek otelimize dönüyoruz, bu bölgenin gayet güvenli olduğunu görüyoruz.
Ertesi gün yolculuğumuz El Penol ve Guatape’ye doğru devam edecek.