21. yüzyıl, dış politika yapımı açısından pek çok yeni zorluk getirdi. Türkiye’nin son 23 yıllık yönetim pratiği ise bu zorlukları daha da derinleştiriyor. Dış politikanın aşırı şahsileşmesi, kurumsallığın yerini keyfiliğe bırakması ve ulusal çıkar kavramının siyasal çıkara indirgenmesi, Türkiye’yi uluslararası sahnede rotasız, savunmasız ve kırılgan hale getiriyor. Buna ek olarak, hem siyasal hem de sivil toplum bileşenlerinin küresel dinamikleri doğru okuma konusundaki eksiklikleri, dış politika tartışmalarını da sakatlıyor.
Hangi Batı, Hangi Doğu?
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kazananların uzlaşısına dayanan dünya düzeninin kavram setleri Türkiye’de hala kullanımda. Ancak Doğu-Batı ayrımı başta olmak üzere bu kavram setleri küresel düzlemde karşılıksız kalıyor. Ülkemizde hala Türkiye’nin yeri Batı mı olmalı Doğu mu olmalı tartışması sürdürülüyor. İçi boş bir tartışma. Hangi Batı, hangi Doğu? Bugün, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi değerlerin en azından teorik düzeyde taşıyıcısı olan bir Batı kampından bahsedebilmek mümkün mü? Batı kendi içinde paramparça olmuş durumda. Aslında her zaman, hatta Soğuk Savaş’ın en hızlı dönemlerinde bile blok içi çıkar çatışmaları vardı. Olmaması imkânsız. Ancak çıkar çatışmalarının ötesinde, ortak uygarlık tasarımı, idealler ve ilkeler konusundaki ayrıksı sesler, ana akım olamadan büyük ölçüde etkisizleştirilirdi. Bunda, ABD’nin hegemonik anlatılarına rıza yaratabilmesinin ve tehdit algılarını ortaklaştırabilmesinin de büyük payı vardı. Artık ne ortak tehdit algıları, ne de ortak gelecek tasavvuru tedavülde.
Demokratikleşme konusunda karanlık taraftan aydınlık tarafa geçebilen çok sayıda örnek olmasa da aksini söylemek pek ala mümkün. Bugün demokrasiyi, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü pek de şaşırtıcı olmayacak biçimde en fazla Avrupa ve ABD tartışıyor. Türkiye’de farkında olmalıyız ki, artık o evrensel değerlerin popüler olmadığı bir dünyada dış politika yapmaya çalışıyoruz. Bugün baskının, kuralsızlığın ve popülizmin siyasi yelpazenin her alanında meşru hale geldiği bir küresel zemin geçerli.
Kuzey ve Güney: Tarihsel Referansa Dönüşen Ayrım
Kuzey ve Güney ikiliği de giderek tarihsel birer referans haline geliyor. Çünkü Kuzey ve Güney’i bilindik ekonomik parametreler ve kalkınma verileriyle birbirinden ayırmak giderek zorlaşıyor. Artık, klasik ekonomik parametrelerle Kuzey ile Güney’i ayırmak eskisi kadar kolay değil.
Devleşen Çin’in yükselişi karşısında Avrupa ekonomilerinin can çekişmesini izliyoruz. Üretim avantajları nedeniyle sanayisi Güney’e kaymış olan gelişmiş ülkeler, bugün işsizlik ve demografik krizle boğuşuyor. Güney’den “onurlu bir çıkış” stratejisi arıyor. Öte yandan, Güney’in kalbi artık Kuzey’de atıyor. Nitelikli işgücü göçü bir yandan, istikrarsızlık ve savaş mağdurlarının kitlesel hareketleri diğer yandan…
Güney, Kuzey’e sığınmış durumda.
Sınır Ötesi Siyasi Elit Ağları ve Ulusal Çıkar Yanılsaması
Kurumsallığın aşındığı, keyfiliğin hâkim olduğu bir dış politika ortamında ulusal çıkar kavramı da işlevsizleşiyor. Ulusal çıkar, yalnızca kitleleri ikna etmek için kullanılan bir retorik aracına indirgeniyor. Ülkelerin içindeki siyasal ayrışmaların, dış politika yönelimlerine doğrudan yansıdığı bir dönemdeyiz.
Farklı siyasal klikler arasındaki çatışmalar, dış politikanın ülke içindeki değil, dış diplomasi masalarında şekillenmesine yol açıyor. Belki her zaman böyleydi; ancak artık bu eğilim istisna değil, norm haline geldi. “Dış politikada kol kırılır yen içinde kalır” anlayışı ise çoktan geçerliliğini yitirdi. Bugün, sınır ötesi siyasi elit ağları, devlet içi kurumsal ilişkilerin bile belirleyicisi haline gelmiş durumda. Siyasi partiler, bürokratik kurumlar ve hatta devlet aygıtı, sınır ötesi kliklere göre bölünüp saflaşıyor. Devletler, giderek kolektif siyasi çıkar grupları gibi hareket ediyor. Bu dinamikler, özellikle kurumsallığın zayıf olduğu Türkiye gibi ülkelerde, ulusal çıkarın araçsallaştırılması sorununu daha da ağırlaştırıyor.
Öte yandan, küreselleşme sayesinde artık dış politika, yalnızca devletlerin tekelinde değil. Özel aktörler, şirketler, sivil toplum yapıları da dış politika sahnesinde yer alıyor. Bu, devlet merkezli dış politika stratejilerinin yetersiz kalmasına yol açıyor.
Doğru Soruları Sormak: Ezberlerden Arınmak
Bu karmaşık tabloda, dış politika yapımında doğru soruları sormak zorunlu hale geliyor. Zihnimize yerleşmiş ezberlerden arınarak küresel ilişkileri yeniden okumamız gerekiyor. Çağın ruhu, daha esnek, daha çok aktörlü ve daha az sabit dış politika biçimlerini mümkün kılıyor. Bu durum, doğru yönetildiği takdirde Türkiye için büyük bir avantaj olabilir. Ancak esneklik, ilkesizlik ve savrulma anlamına gelmemelidir. Türkiye’nin siyasal ve sivil toplum aktörleri, çok aktörlü, çok değişkenli ve daha dinamik bir dış politika ortamına hazırlıklı hale gelmelidir. Ancak bu şekilde, küresel düzensizlik çağında ulusal çıkarlarımızı savunabilir ve etkin bir dış politika izleyebiliriz.