Sağ Popülizm Bağlamında Kemalizmin Milliyetçilik ile İmtihanı

Yükselen sağ popülizm belirli açılardan hoş görünmeye başladı. Özellikle de düzensiz göçmen meselesi nedeniyle bu konuda alınması gereken önemlerin arkasına sığınmaya başladı. Bir yandan da korumacı ekonomi ve ulusal güvenlik endişelerini ön plana taşıyan, askeri gücü ön plana alan nitelikleriyle çok hatalı bir şekilde Kemalizm ile milliyetçilik arasındaki ilişkiyi etkileme potansiyeline sahiptir.

Kemalizmin özellikle de ulusalcılık bağlamındaki temsilinde milliyetçilik en güçlü ilke olarak karşımıza çıkmaktadır. Halkçılık, devletçilik ve devrimcilik ilkelerinin tozlandığı 2000’lerde cumhuriyetçilik ilkesi toplumsal bağlamını yitirip yalnızca ulus-devlete indirgenmiş, laiklik de iktidar baskısı olmadığı sürece yedek kulübesinde sırasını bekleyen yedek oyuncu olarak beklemektedir. Ancak milliyetçilik gündeme geldiği zaman yaşanan tüm gerilimlerin tercümanı olarak tek başına bir panzehir rolü üstlenmiştir. Altı ok içindeki bütünlüklü irtibata kendi elimizle son verdiğimiz bir çağda neredeyse yalnızca milliyetçiliğe tutunarak ilerlemeye çalışıyoruz. Bu noktayı biraz daha açmak lazım.

Milliyetçilik, tıpkı diğer ilkeler gibi birbiri ile temasta olduğu sürece anlam kazanmaktadır. Başka bir ifadeyle halkçılık ilkesi ile eşitlikçi, devletçilik ilkesi ile iktisadi, cumhuriyetçilik ile toplumsal yönünü kaybeden bir milliyetçilik en arkaik köklerine geri dönme tehlikesi yaşayacaktır. Bu da çok daha dar alanda tanımlanan, sadece endişe temelli bir öfkeyle şekillenmiş, etnisite vurgusu güçlenen bir milliyetçilik halidir.

“Tehditlere karşı korunma” ve “vatan savunması” parantezine alındığında içinde milliyetçilik geçen herhangi bir yorumun baştan makbul olması arka plandaki diğer sorunların gözden kaçmasına neden olmaktadır. Zira söylemde olmasa da pratikte tek bir milliyetçilik varmış gibi davranma eğilimimiz oldukça yüksek. İkinci Cumhuriyetçi zevat Kemalizme faşizm üzerinden saldırdığı zaman çok doğru bir biçimde bizim milliyetçiliğimizin anayasal bir zeminde ve toprağa bağlı niteliğe sahip olduğu için ırkçılıkla asla yanyana gelemeyeceğini açıklayabiliyoruz. Öte yandan siyasal pratiğe bakıldığı zaman durum farklılaşıyor. Kemalizmin milliyetçilik anlayışının tamamen dışına taşan figürler kolaylıkla kendisine bu cenahta meşru bir alan bulabiliyor.

Göçmen sorununun çözülmesi gerek acil bir sorun olduğunda şüphe yok. Ancak teorik olarak zayıfsanız ve bu meseleye fazla yüzeysel bir yerden bakıyorsanız konuyu sadece basit bir “deportation” ile halletmek isteyebilirsiniz. Sığ bir milliyetçilik bu noktada konuya baktığı için göçmenlerin de ülkelerindeki krizlerden mağdur olan insanlar olduğunu, emperyalist baskının bütün tarihsel arızalarını hala taşıdıklarını ve yaşanabilir bir ülkeye yeniden sahip olmaları gerektiğini unutur, bunun tüm siyasi, iktisadi ve toplumsal boyutlarını askıya alır ve basit bir geri gönderme ile ülke içinde huzurun yeniden tesis edileceğine ikna olur. Sanki göçmen sorunundan önce ülke içinde bütünlüklü ve huzurlu bir düzen içinde yaşadığı hayaline kapılır ve göçmenlerle beraber toplumsal sorunların başladığına kanaat getirir. Bugünkü eğilimlerin tam bu noktada filizlendiğini ve Kemalizm dışı milliyetçiliğin bu damar üzerinde meşruiyet arayışı içine girdiğini görmeye başladık.

Öte yandan ulusalcılığın yükselişe geçtiği yıllarda Macar lider Orban’ın “Türkçü” ve “Avrasyacı” söylemleri üzerinden ne kadar önemli biri olduğu konuştuğunu da unutmamak lazım. Orban güzellemesi yapan ulusalcılık bugün aynı kişinin Avrupa’daki faşist partiler ittifakının en önemli üyelerinden biri olduğu gerçeğiyle yüzleşmek mecburiyetindedir. Buna bağlı olarak dış politikada yükselen sağ popülizmin Trump’ın gölgesinde güç bulduğu gerçeği ile de yüzleşmek mecburiyetindedir.

Bir ülkenin toprağının geleceği kadar üzerinden yaşayan halkın da bir bütün olarak geleceğini savunmak sağ popülizm çağında amiyane tabirle “enayilik” olarak görünüyor. Ülkenin daha demokratik ve yaşanılabilir bir hale gelmesi ve tüm yurtsever duygularla bir araya gelmek isteyen insanların özlemleri çocukça bir ütopya olarak resmediliyor. Neoliberal düzenin bizzat eliyle inşa ettiği yapay çatışma gündemleri sanki eşyanın tabiatına uygun bir gerçeklik gibi sunuluyor. Pek çok kriz bugün olduğu gibi dün de vardı, yarın da olacak. Mesele bu krizleri çok daha makro bir perspektiften inceleyerek çözüm üretme noktasında düğümleniyor.

Düşmanlık, hamaset ve güvensizlik “gerçek dünyanın” sembolleri olarak görüldüğü için bu kadar kolay ve yüzeysel bir siyaset yürütmek milliyetçiliğin çok daha dar alanda tanımlanmasına ve akıldan çok duygulara vurgu yaptığı için hızlı reaksiyon üreten saman alevi tırmanışlara neden oluyor. Duygusallığı ön plana alan ve sadece tehditlerle beslenen bir milliyetçilik ise güç ve otoriteyi merkezine aldığı için tüm demokratik ideallerden de giderek uzaklaşma eğilimi gösteriyor. Bu tip ideallere sahip olan kesimleri “gerçeği görememekle”, hatta “düşmana hizmetle” suçlayan bu sığlık dünyanın nereye doğru sürüklendiğini algılama noktasında herhangi bir veriye sahip olmadığı için mevcut düzeni değiştirme hedefine sahip olmasına rağmen aslında onun bir parçası olduğu gerçeğinin de farkına varamıyor.

Dünyada milliyetçiliğin ırkçılığa ve emperyalizme dönüştüğü her örnekte biz sınırları belirlenmemiş bir “vatan sevgisi” kavramını görüyoruz. Her örnekte güçsüz kalmış ve tehdit altında bir milletin bu cendereden çıkma ihtiyacını görüyoruz. Tespitler konusundaki gerçekliğe rağmen çözüm üretme konusundaki tercihler doğal bir sonuç değil yalnızca uygulanabilir alternatiflerden yalnızca birini ifade eden bir gerçekliğe karşılık gelmektedir.

Sap popülizmin gölgesindeki bir milliyetçilik size göçmen sorununun arkasındaki esas yıkımı değil göçmenler üzerinden inşa edilen toplumsal tehditlerden başka hiçbir şey sunmaz. Ülkede göçmen sorunundan önce de mevcut olan tüm toplumsal ve iktisadi eşitsizliği görmezden gelir ve önceki dönemi bir çeşit altın çağ gibi size anlatarak tamamen kurgu bir anlatıya teslim olmanızı sağlar. “Vatan sevgisi” ve “ulusal çıkar” kavramlarının dibine kadar sömüren sağ popülizm, sizi sistemin kendisiyle değil aynı sisteme maruz kalan diğer öznelerle kavga etmenizi sağlar. Böylelikle yukarıda tüm dinamiği devam eden bir sistem ile mücadele ettiğinizi zannederken ve sağ popülizmin sözde “meydan okumalarını” bir cesaret timsali gibi görürken tam olarak talep edilen yere gelir ve neo-faşizm çarkının dişlilerinden biri haline gelebiliriz.

Kendi üretmediğimiz çatışmaların jandarmalığını yapmak bizi daha çok şüphelendirmelidir. Sap popülist teyakkuza karşı “kim, kiminle ve neden kavga etmemizi istiyor?” sorusunu sorarak hareket etmek hepimiz açısından çok daha sağlıklı olacaktır. Buna karşı yurtseverlik adına sağ popülizm girdabına kapılarak sahip olduğumuz öfkeyi küresel sağ popülizmin emrine vermenin ne kendimize ne de bu ülkeye kazandıracağı bir şey olmadığını unutmamak gerekir.

Bunları da sevebilirsiniz