İdeolojik hegemonya, toplumdaki çoğunluk tarafından “sağduyu” olarak kabul edilen belirli bir dizi fikir ve inancın hakimiyeti anlamına gelir. İtalyan Marksist düşünür Antonio Gramsci tarafından geliştirilen bu kavram, yönetici sınıfların yalnızca güç veya baskı yoluyla değil, aynı zamanda insanların dünyayı anladığı kültürel ve entelektüel çerçeveyi şekillendirerek de iktidarı nasıl sürdürdüklerini açıklıyor. İdeolojik hegemonyanın mantığı, belirli bir dünya görüşünü doğallaştırma, onu kaçınılmaz veya değişmez gösterme yeteneğinde yatmaktadır.
Nasıl Sürdürülür?
İdeolojik hegemonya eğitim, medya, din gibi kültürel kurumlara ve hatta aile yapılarına nüfuz ederek varlığını sürdürüyor. Bu kurumlar egemen ideolojiyi yayar ve onu bir norm olarak pekiştirir. İnsanlar bilinçsizce bu değerleri içselleştirdikleri zaman, statükoyu sorgulamadan yeniden üretecek şekillerde hareket etmeye başlarlar. Kendi kendini sürdüren bu döngü, egemen sınıfın yalnızca siyasi veya ekonomik baskıya dayanmadan kontrolü sürdürmesine olanak tanır. Üstelik ideolojik hegemonya, gerektiğinde muhalif fikirleri de bünyesine katarak değişimlere uyum sağlar. Örneğin, eşitlik talepleri hakim çerçeveye seyreltilmiş bir biçimde entegre edilebilir, bu da mevcut güç ilişkilerini korurken sistemin duyarlı görünmesini sağlayabilir.
İdeolojik hegemonyanın inşasında ve sürdürülmesinde, daha da özel olarak kitlelerin iktidar lehine rızalarının yaratılmasında duygu siyaseti başat önemdedir. Duygu siyaseti, bilişsel yanlılıklarımızın (cognitive biases) ve sağlıklı muhakeme etme becerimizi sakatlayan duygularımızın sömürülmesine veya daha hafif bir deyimle manipüle edilmesine dayanır. İnsanlar korkutulur, umutsuzluğa sevk edilir, coşturulur, kaygılandırılır ama çoğu zaman en elverişli duygu korkudur. Korkuyla sömürülen kitlelerin yapmayacağı şey yoktur.
Bir diğer araç, güvenlikleştirmedir. Korku duygusunu besleyen bu politikayla, rakipler veya hayali rakipler üzerinden bütün bir halk güvenlik tartışmalarının konusu haline gelir. Rakipler şeytanlaştırılır. Kitleler bu şeytana karşı göreve çağırılır.
Diğer bir önemli araç, borçlandırmadır. Borçlandırılmış kitleler sistemin kölesi haline gelir. Borçlandırma için bir hayat pahalılığı döngüsü yaratılır. Bazıları bu pahalılığın üstünde kazanmayı başarır. Bu kez de tüketme ihtiyacı veya tüketme iştahı yaratılarak her gelir düzeyinden insanın borçlandırılması sağlanır.
Bunlar da yetmez. Kitleler medyalaştırılır. Kitleler medyada yaşarlar. Kahramanlar ve kötüler; ilahlar ve şeytanlar medya ikonları üzerinden dövüşür. Kitleler onları izler. Yahut kendileri de arenaya inip dövüşe katılmak isterler. Gerçek bir dövüş yoktur. Minderde dövüşenler de dövüşenleri izleyenler de uyutulur. Gerçi, Nazım’ın deyimiyle ”Onlar” memnuniyetle uyurlar. Rıza üretilmiştir.
İdeolojik hegemonyanın kurulmasıyla siyasetin kamplarının sınırları, bu kampların söylemleri, makbul ve aykırı fikirler sistem tarafından tanımlanmıştır. Bütüncül bir anlatıda her şeye ve herkese makbul bir yer vardır. Nitekim, ideolojik hegemonyanın inşası, egemen sınıfın çıkarlarını daha geniş toplumla uyumlu hale getiren bir anlatı yaratmayı içerir. Bu, entelektüel liderlik ve kültürel üretim üzerindeki kontrol yoluyla sağlanır. Medya, akademik kurumlar ve siyasi söylem, kamu bilincinin şekillenmesinde önemli rol oynamaktadır. Yönetici sınıf veya iktidar konumundakiler, meritokrasi, bireycilik veya milliyetçilik gibi kendi egemenliklerini destekleyen değer ve inançları stratejik olarak destekler. Bu fikirler daha sonra normalleştirilir ve bu da onlara karşı çıkmayı zorlaştırır.
İdeolojik Hegemonyayla Mücadele Etmek: Karşı Çıkış ve Yenisini İnşa
İdeolojik hegemonyaya meydan okumak için öncelikle egemen ideolojilerin düşünce ve davranışı nasıl şekillendirdiğinin bilincine varılmalıdır. Eleştirel farkındalık veya “karşı hegemonya” hedeflenmelidir. Tarihten birkaç örneği anmakta yarar var: Kurtuluş Savaşı’nın önderleri emperyalistlerce ”Eşkıya” olarak hakir görülüp küçümseyici bir tavırla ”Kemalist” olarak anılır. Kurtuluş Savaşı’nın önderleri bu saldırıya karşı gardı düşürmez. Kemalizm emperyalizme karşı savaşan tüm ulusların ilham kaynağı olur. ”Kemalizm” ise muzaffer komutanın toplumsal dönüşüm tahayyülünün ve pratiğinin adı olur.
”Deli” diye adlandırılan halk ozanları, halk kahramanları bu adı gururla taşır egemenlere karşı. Benzer şekilde aşağılamak amacıyla kullanılan ”kızılbaş” adı direnenlerin benimsediği bir ad haline gelir.
Daha yakın tarihli bir örnek: Çapulcular. Gezi Olayları döneminde Yüce İnsan liderimiz eylemcilere ”çapulcu” der. Direnenler bu adı benimser. Çapulculuğu Türkçe’deki olağan anlamının dışında, bu suçlamalara inat direnenleri niteleyen bir övgü sözü olarak kullanırlar.
Dar bir etnik grubu nitelemek için ısrarla yinelenen ”Türk” adı, Türk tarihinde defalarca aynı ülkü birliğine, düzene bağlı her kavimden insanı kucaklamak için kullanılır. Ayrımcılığa karşı bu adı sahiplenmek de bir seçenek ayrımcılığı körüklemek için bu adın kapsamını daraltmak da. İdeolojik Hegemonyaya karşı hegemonya oluşturma çabası sistemin düşünce stillerine karşı yeni stiller, yeni anlamlar ve yeni uzlaşılar yaratmayla başarılı olur.
Ütopyacıların toplandığı Karaburun’un adını tarihe altın harflerle yazdıran Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in başını çektiği isyancılar, iştirakçiliği, ortaklaşmacılığı memnuniyetle yakıştırmışlar kendilerine. Onlardan 500 yıl sonra Marksizm dolayımıyla ortaklaşmacılığı benimseyen Nazım Hikmet’le birlikte tarih adeta yeniden yazılmış. Bedreddin adının başındaki ”şeyh” sözcüğünün çağrıştırdığının aksine, evrensel bir bilge, bir lider ve insancıl, eşitlikçi, adil bir düzenin fikir babalığına yükselmiştir. Tarih, ideolojik hegemonyanın dışında bir tarih okumasıyla adeta dirilmiş, yeni bir bütünlüğe kavuşmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk hakeza… Etrak-ı biidrak denen Türkleri kendileriyle övündürecek bir tarihsel söylemi yaratmış. Burada mitolojiye dayanmakla yetinmemiş, tarihsel araştırmalara yön vermiştir. Tarih defalarca yeniden okunmuştur.
Feminist epistemoloji gibi yeni bir disiplinde de benzer bir yeniden okuma görüyoruz. Bilgi kuramındaki eril, erkekçil okumaya karşı alternatif bir okuma yaratılmıştır. Siyaset düzleminde yürütülen savaş, bir karşı hegemonyayı gerekli kılmış, en azından mevcut ideolojik hegemonya sarsılmıştır.
Özetle
Eleştirel yaklaşımlar sayesinde egemen ideoloji içindeki çelişkileri ortaya çıkarılmış ve bu ideolojinin diğerlerinin pahasına belirli bir sınıfa veya gruba nasıl fayda sağladığı vurgulanmıştır. . Entelektüeller, aktivistler ve toplumsal hareketler, gerçekliğin farklı yorumlarını sunan alternatif anlatıların geliştirilmesinde kilit rol oynamıştır. Tabandan örgütlenme, eğitim ve medya hegemonya karşıtı fikirlerin kritik aşamaları olarak işlev görmüştür. Kemalizmin pratiğinde dil devrimi, tevhid-i tedrisat ve Türkçe yayın organları karşı hegemonik inşa çabaları değildir de nedir?
Toplumsal gruplar arasında koalisyonlar kurmak, farklı mücadeleleri birbirine bağlamak (örneğin emek, ırksal adalet, çevrecilik) ve dayanışmayı teşvik etmek kritik stratejilerdir. Kolektif eylem, eşitlik ve adalet gibi alternatif değerleri teşvik ederek hakim ideolojinin gücü zayıflatılabilir ve sistematik değişim için alan yaratılabilir. Emperyalist saldırganlığa karşı Paktlar kurmak, farklı toplumsal grupları kooperatifler, dernekler, cemiyet toplantıları üzerinden modernleşme ideali peşinde çalışmaya sevk etmek işte bunun harika örnekleridir.
Sonuç
İdeolojik hegemonya, egemen fikirleri kültürel ve entelektüel kurumlara yerleştirerek, onları doğal ve tartışılmaz hale getirerek varlığını sürdürmüş ve halen sürdürmektedir. Kültürel anlatıların kontrolü yoluyla inşa edilen bu yapı, muhalif sesleri marjinalleştirirken statükoyu meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Buna meydan okumak, eleştirel farkındalık, koalisyon oluşturma ve egemen ideolojiye gömülü eşitsizlikleri açığa çıkaran ve bunlara karşı çıkan alternatif değerlerin desteklenmesini gerektirir. Dahası, bu alanda somut ürünler yaratmak suretiyle iktidar alternatifi anlayışların kurabileceği bir geleceği kitlelere sezdirmek gerekir. Kitlelerle gerçek anlamda birleşmek ancak böylelikle mümkündür.