Dile kolay!
100 yıl.
İnsan yaşamı için inanılmaz uzunlukta.
Kurumlar ve ülkeler için de öyle.
Yeryüzünde 100 yaşını doldurmuş ülkelerin sayısı parmakla sayılacak kadar azdır.
Son 30 yılda yaşanan harita değişiklikleri bile ne demek istediğimi anlatmaya yeter.
Türkiye Cumhuriyeti 100 yaşında.
Son 3 çeyrek yüzyılı boyunca yağmayla, talanla ve yıkımla geçmesine karşın!
Bu durumda her türlü tartışmayı bir yana bırakıp kutlamak hak değil görevdir.
Son 20 yıl boyunca kendisini gösteren Cumhuriyeti aşağılama, bir yana bırakma ve kendini onun üzerine çıkartma histerisi 100. Yılda doruğa ulaştı.
Yakın geçmişe dek kutlamalara katılmamak için doktor raporu gösterenlere günümüzde kutlamaları kendi ereklerine katık etme eğilimi eklendi.
Bunlara bugün sizin yaratılarınız ne sorusu sorulsa alınacak olası yanıtlar!
-
TOGG
-
İstanbul Havalimanı
-
Osmangazi Köprüsü
-
İHA-SİHA
Liste uzar gider…
On yıl süren savaşlar sonucu kan ve can verilerek kurulan Türkiye Cumhuriyeti bu ve benzeri başarıları 10. Yılda elde etmişti.
Sıralanan başarılara bakarak insanın sorası gelmez mi?
“İnsan bunun neresinde?”
Yanıt mı?
“Giderlerse gitsinler!”
100. yılda olabilecek en kötü senaryo gerçekleşti.
Cumhuriyet’in başına geçenler Cumhuriyetin ürünü olan insanlarla gönül bağını koparttılar.
Yüzüncü yaşına ekonomik, demografik ve sismolojik bozgunla giren Türkiye Cumhuriyeti’ne Vahdettin penceresinden bakılması olağan karşılanmalı.
Dolmabahçe’yi selâmlamaya alışmış donanma bu kez Vahdettin köşkünü selâmlayacakmış.
İzmir’deki Türkiye İktisat Kongresi’nde bundan 100 yıl önceki konuşmasında kurucu, kurtarıcı ve devrimci Mustafa Kemal ne Vahdettin’i ne Abdülhamit’i almış karşısına. Doğrudan altın üçlü olarak bilinen Fatih-Yavuz-Kanuni’ye yöneltmiş eleştirilerini.
Vahdettin penceresinden bakma hevesinin canlandığı 100. Yılda son Osmanlı padişahının iki hünerine değinmekle yetinelim.
İlki, 1 Eylül 1921 tarihli.
Canını dişine takmış Türk ordusu Sakarya’da ölüm kalım savaşı vermekte.
“Ya ölecek, ya olacak!”
Vahdettin ne mi yapıyor o sırada?
Hiç bir şey olmamış gibi beşinci kez dünya evine giriyor.
Yoruma gerek görmüyorum.
İkincisi, 17 Kasım 1922!
İngilizlerle yazıştıktan sonra sığınma isteği kabul gören son Osmanlı bu tarihte İngiliz gemisi Malaya’yla ayrılır İstanbul’dan.
Mısır’a yerleşme isteği İngilizlerce olumlu karşılanmayan son Osmanlı İngilizlerin karakutusu olması nedeniyle de olmalı, İngilizlerce teslim alınarak uzaklaştırılır İstanbul’dan.
San Remo’da veda eder çok da onurlu sayılmayacak yaşamına.
Cumhuriyet’e Sakarya’dan, Dumlupınar’dan, İzmir’den ya da Ankara’dan bakmak!
Vahdettin’in penceresinden bakmak da bir seçimdir kuşkusuz.
Ben Cumhuriyet’e baba tarafından dedemden bana emanet İstiklâl Madalyası penceresinden bakarak yazdım bu satırları…
Bizlere armağan ettikleri bu vatana sahip çıkmak boynumuzun borcudur.
Ruhları şad olsun…