“İnsanı bilinmeyenin dokunuşundan daha çok korkutan hiçbir şey yoktur. İnsan bu dokunulma korkusundan yalnızca kitle içinde kurtulabilir. Korkunun karşıtına dönüştüğü tek durum budur. Bunun için insan yoğun bir kitleye gereksinme duyar; kendisine ‘yaslananın’ kim olduğunu artık fark etmemesi için bu kitle fiziksel bakımdan da yoğun ve sıkışık olmalıdır. İnsan kendini kitleye bırakır bırakmaz, artık kitlenin dokunuşundan korkmaz olur.”
Bu sözleri Elias Cannetti 30 yıllık çalışma sonucu hazırladığı ve sosyoloji ve antropoloji başta olmak üzere birçok bilim dalını ilgilendiren konulardan faydalandığı Kitle ve İktidar kitabında yazar. Kitlelerin oluşumu ve türleri, tarihte kitlenin simgeleri, sürü türleri ve sürü-din ilişkisi, iktidarın unsurları ve özellikleri, başta olmak üzere kitle ve iktidar ilişkisini çeşitli boyutlarda ele almıştır. Dünyanın farklı kıtalarındaki insan toplulukları ve onların arasındaki güç ve iktidar karşılaştırmalarının yanı sıra hayvanlar arasındaki davranışların ayrıntısına kadar inceleyerek bu davranışların insan ile olan karşılaştırmalarını yapmıştır.
Cannetti, bir kitlenin iç yaşamının en çarpıcı özelliklerinden birinin zulme uğramış olma duygusu olduğunu yazar. Bu duygu bir kez ve sonsuza dek düşman ilan ettiği insanlara yönelttiği kendine özgü bir öfke ve sinirliliktir. Yine dünya dinlerinde kitlelerin evcilleştirilmesi kısmında istenilen şeyin itaatkar bir sürü olduğunun, inananları koyun olarak değerlendirmek ve boyun eğdikleri için onları övmenin adetten olduğunu belirtir.
Cannetti’nin kitabı 1960’ta yayınlanmasına karşın geçmişten günümüze değişmeyen ne kadar çok şey olduğunu anlıyoruz. Okuduğumuz her satır bir yerlerden tanıdık geliyor ve güncel bir kitap olduğu hissini veriyor. Bu konulardan biri de günümüzde istisnasız her vatandaşın iliklerine kadar hissettiği enflasyon konusu.
Enflasyon ve kitle olarak adlandırdığı bu bölümde bakalım 1960 yılında neler yazmış Elias Cannetti:
“Enflasyon, sözcüğün en katı ve en somut anlamıyla bir kitle fenomenidir. Enflasyonun bütün ülkelerin vatandaşları üzerinde yarattığı karışıklık etkisi hiçbir şekilde yalnızca fiili enflasyon dönemiyle sınırlı değildir. Savaşlar ve devrimler bir yana, modern uygarlıklarımızda önem bakımından onunla karşılaştırılabilecek hiçbir şeyin olmadığı söylenebilir. Enflasyonun neden olduğu kargaşalar öylesine büyüktür ki insanlar bunları örtbas edip gizlemeyi yeğlerler.
Enflasyon, insanların ve para birimlerinin birbirleri üzerinde tuhaf etkilerinin olduğu bir cadı kazanı olarak adlandırılabilir. Biri diğerinin yerini tutar, insanlar kendilerini paraları kadar ‘kötü’ hissederler; ve bu giderek daha da beter olur. İnsanların hepsi, hep birlikte merhametine kalmışlardır ve kendilerini eşit derecede değersiz hissederler.
Hiç kimse başına gelen ani değersizleşmeyi hiçbir zaman unutmaz, çünkü bu çok acı veren bir deneyimdir. Bu acıyı başka birine yükleyemezse, hayatı boyunca taşır. Bir kitlede kendi değer kaybını asla unutmaz. Bu değer kaybından sonra ortaya çıkan doğal eğilim kendisinden bile daha değersiz, kendisini küçümsediği gibi küçümseyebileceği bir şey bulmaktır. Eski bir hor görmeyi devralıp onu aynı seviyede korumak yetmez. Burada istenen dinamik bir aşağılama sürecidir. Bir şeye öyle muamele edilmelidir ki, tıpkı paranın enflasyon altındaki akıbeti gibi, giderek değersizleşsin. Ve bu süreç o nesne mutlak değersizliğe indirgenene kadar sürdürülmelidir. O zaman o nesne bir kağıt parçası gibi atılabilir ya da kağıt hamuruna döndürülebilir.
Hitler’in Almanya’daki enflasyon sırasında bu süreç için bulduğu nesne Yahudilerdi. Birey olarak Yahudi göze ‘kötü’ görünüyordu; çünkü diğerleri parayla nasıl başa çıkacağını bilmezken ve parayla hiçbir işinin olmamasını yeğlerken, onun parayla arası iyiydi. Enflasyon Almanların yalnızca bireyler olarak değerlerinin düşmesine yol açsaydı, birey olarak Yahudilere duyulan nefretin kışkırtılması sorunlu olurdu. Ancak durum böyle değildi çünkü, milyonları baş aşağı gidince, Almanlar kendilerini bir kitle olarak da aşağılanmış hissettiler. Hitler bunu açık şekilde gördü ve bu yüzden eylemlerini bir bütün olarak Yahudilere karşı çevirdi.
Nasyonel sosyaliz, Yahudilere yaptığı muamelede, enflasyon sürecini büyük bir titizlikle tekrarladı. Yahudiler önce kötü, tehlikeli ve düşmanlar olarak görülerek onlara saldırıldı; sonra daha da değersizleştirildiler; sonra Almanya’da yeterince Yahudi bulunmadığından, işgal edilen ülkelerdekiler toplandı; son olarak sözcüğün tam anlamıyla, milyonlarcası cezalarını çekerek yok edilecek haşarat muamelesi gördüler. Almanların bu kadar ileri gidebildikleri, bu denli büyük çaptaki bir suçta ya doğrudan yer aldıkları ya göz yumdukları ya da görmezlikten geldikleri gerçeği karşısında dünya, hala dehşete kapılmış ve sarsılmış durumdadır.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemi yaşayan Cannetti, Hitler Almanya’sında yaşanan ekonomik çıkmazın örtbas edilmek için nasıl bir soykırım sürecine yönlendirildiğine de tanık oluyor. Ekonomi bir toplumun en temel taşlarından biridir. Ekonomik çıkmaz içine giren bir toplum ve haliyle birey saldırganlaşır ve kendisine suçlu arar. Eğer eğitimli sorgulayan bir zihne sahipse o çıkmaza neden olanları bilir ve hakkını o yönde arar. Fakat at gözlüğü takmış bir şeye körü körüne inanan ve sorgulamadan bihaber ise kendini kukla gibi yöneten zihniyetlerin esiri olur ve gerçeği örtbas etmek için yaratılan gündemle başka başka kişileri hedef tahtasına oturtur.
Cannetti görünmez kitle olarak adlandırdığı bölümde ise gelecek nesillerle ilgili şunları yazar: “Bir insan gelecek nesilleri iki ya da belki üç kuşak boyunca görebilir; ondan sonra bu bütünüyle geleceğe ait olur. Gelecek nesiller sayısız olduğundan herkes için görünmezlik kazanır.”
Bizim de umudumuz artık bu görünmeyen gelecek nesiller…
*Elias Cannetti, Kitle ve İktidar(İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1998 Çeviri: Gülşat Aygen)