Okura not: 27. Ütopyalar Toplantısındaki sunumumun özleştirilmiş, yeniden düzenlenmiş metnidir.
Plan
Topraksız yaşam ütopyalarını devlet ve toplumsal yaşam ölçeklerinde ele alacağım. Bunu yaparken en güncelden uzak geleceğe, hâlihazırda uygulanabilir olandan bilimkurguya uzanacağım.
”Topraksız” derken?
Ama öncesinde ”topraksız” derken neyi kast ettiğime bir açıklık getirmeliyim. Sözcüğü en dar anlamıyla alırsak eskilerin (ama çok eskilerin) ”toprak” elementi dediği şeyi yahut günümüzde ”topraksız tarım”la kast edildiğindeki gibi alışıldık ”toprak”ı kast ediyorum. Bu bakımdan ”topraksız yaşam” bir ütopya değil: Gurbetteki mühendislerimiz kontrol odalarında ıspanak yetiştiriyor, Filipinlerdeki Bajau halkı zaten toprak yerine adeta suda yaşıyor, şu an Mars’ta yaşamıyorsak da Marslı olmamıza ramak kaldı. Bu bakımdan çoktan ”kurtulduk” topraktan.
Öte yandan, ”topraksız” derken Mars örneğinde olduğu gibi ”Yerküre”nin zemininden kopuk olmak da kast edilebilir. Böylece, yine güncel ve uygulanabilir olanın menzilinde kalmış oluyoruz.
”Topraksız” ifadesiyle Yerküre’yi anıştırmaksızın düpedüz ”zeminsiz” olmak da pekâlâ kast edilebilir. ”Zeminsizlik” ifadesiyle ayağımızı yere basmamaktan tutun da ayağımızın dahi olmadığı bilimkurgusal senaryoları kucaklayabiliriz. Zeminsiz bir gelecek mümkün mü sahiden? Niçin olmasın. Zeminsizliği geniş anlamıyla anlarsak denizaltıda kalan denizcilerin yaşamından söz etmek mümkün olur. Ne var ki, bu ifadeyi sözcüğün gerçek anlamıyla alırsak zeminsizlik durumunun zemine ihtiyaç duymayacak bir yaşamı gerektireceği açıktır. Neyse ki henüz oralarda değiliz. Yine de çok sevinmemek lazım. Zira makineleşmek hatta biyonikleşmek isteyenlerimiz var. Transhuman bir çağda insanın zeminsizleşmesi, başka bir biyolojik yahut mekanik yapı içinde konaklaşması ve hatta büsbütün buluta yüklenmesi mümkün. Özellikle bu son ihtimalde insanın zeminsizleşeceğinden kuşkum yok. Beni rahatsız eden tek şey, bu senaryoda ”yaşam” ve ”insan” ifadelerinin nesnel bir karşılığının kalmama ihtimali. Öyle ki yeme, içme, üreme ve gerçek sosyal etkileşim olmaksızın salt biyolojik gereksinimleri tüplerle karşılayıp makineye bağlanacağımız bir gelecek artık bilimkurgu sayılır mı? Bilemiyorum. Bu durumda bedenen zemine bağımlı ama ”yaşamı” (en azından bilinçli yaşamı) salt sanal bir zeminde var olan bir varlıktan (Kartezyen bir dille ifade edersek ”Res Cogitans” türünden bir varlıktan) bahsedeceğiz.
Topraksız yaşam ütopyalarından oluşan bu yelpazenin bir ucunda etiyle kemiğiyle bildiğimiz insan, öte ucunda ise salt düşünsel bir varlık, bir bilgisayar programına yahut bir algoritmalar kümesine indirgenmiş bir yığın yer alıyor. Yelpazenin diğer ucu şu an için bilimkurgu. Ama her bilim de biraz kurgu. Üstelik günümüzde bilim ile kurgu arasındaki mesafe her zamankinden daha da kısa. Arttırılmış gerçeklik, sanal dünyalar bir yanda, öte yanda makineye bağlı bitkisel yaşam hâlihazırda tanık olduğumuz şeyler. Bu ikisini birleştirmek o kadar da hayal değil sanki. Ne dersiniz?
Topraksız Devlet Ütopyaları: Yoksa Distopya mı demeli?
Topraksız yaşam demişken, yurttaşlığa değinmemek olmaz. Acaba topraksız devlet olacak mı? Zaten şimdi de topraksızlaşmıyor mu devletler? Devletin asli unsurlarını hatırlayalım: üzerinde yaşanan bir vatan, yurttaş topluluğu, ulusal ve uluslararası tanınma ve ”bazı işlevleri” yerine getirebilme kabiliyeti. Sanal bir yurttaş topluluğu çoktandır hazır. ”Nostalgia” adlı portal yurttaşlık halen yürürlükte. Öte yandan, devlet olmayan bazı yapılar günümüzde de ulusal ve uluslararası ölçekte tanınabiliyor. Geriye üzerinde yaşanan vatanla ”bazı işlevleri” yerine getirebilme kabiliyeti kalıyor. Vatanı geçelim. Zira toprak üzerinde yaşamaya gerek kalmadığında bu unsur es geçilebilir. Madem ütopya sularındayız, uçalım. Vatansız daha doğrusu topraksız, susuz, havasız bir devletten bahsediyoruz. Belki sanal bir vatan olur. Çok güçlü belleklerden oluşmuş bir sanal vatan.
Peki ya o ”bazı işlevler”? Mesela ordu ve polis gücü. Elde avuçta bir vatan olmayınca, daha doğrusu elle tutulur bir vatan olmayınca, iç ve dış tehditlere karşı gereken tek ordu siber ordu olacak gibi görünüyor. O siber ordu da bir gün yapay zekâdan ibaret hale gelebilir. Fakat siber güvenlik önemli. Onun hakkını yemeyelim.
Caydırıcı ve güvenlik amaçlı güç dışında başka bazı işlevler daha var. Mesela sicil kayıtlarının tutulması ve güvenliğinin sağlanması… Sanırım bu en kolayı. Ne de olsa artık blokzincir teknolojisi var. Öyle ki tapu siciline güven ilkesi artık sadece bir ilke olmayabilir. Blokzincir aradığımız güveni çok daha iyi sağlayabilir.
Para basma ve para politikası yürütme işlevine gelince blokzincir teknolojisine dayanan kriptoparalar ne güne duruyor? Onların da çözümü kolay sanki.
Hazır uçuyoruz, biraz daha uçalım. Yurttaş topluluğuna dahi gereksinim kalmayabilir. İnsana ihtiyacın kalmadığı bir kurgu da pekâlâ mümkün. İşin kötü yanı bunun kurgudan öteye gitmesinin de mümkün olması. Böyle bir sistemde insanın işlevleri ne olacak? Devleti kurtarmadan önce insanı kurtarmak gerekecek sanki.
Şu makaleyi anımsatmakta yarar var: ”Bruno Frey: A Utopia? Government Without Territorial Monopoly (2001)”. Topraksız bir devlet tekeli olmadan idare etmek pek çoklarına çekici gelebilir. Zira böyle bir devlet anarko-kapitalistlerin iştahını kabartabilir. Ne de olsa John Zube ”panarchy” kavramını çok önceden dile getirmişti. Böyle bir devlette millet sorunu, hak ve özgürlükler sorunu, liyakatsizlik ve kamu harcamalarının planlanması rahatlıkla çözülebilir. Hatta o kadar rahat ”çözülebilir” ki sadece katı olan değil ne varsa buharlaşabilir. Her şeyin buharlaştığı, her şeyin tek bir yapı içinde çözüldüğü bir tekilliğe dek varabilir bu dönüşüm. Bu durumda topraksız (”territorial” olmayan) ve işlevleri genişlemiş, adeta güncellenmiş bir e-devlet ütopyası devlet ve insan namına her şeyin buharlaştığı bir distopyaya dönüşebilir. İş en sonunda, ister topraklı ister topraksız ister Yerküre üzerinde ister Galaksi’nin hatta Evren’in herhangi bir yerinde bir Süper Yapay Zekâ Devleti’ne yahut herhangi bir belleğe sığdırılamayacak ama belleklere dayanan bir algoritma yığınına varabilir. Böylesi bir tekillikte artık ne ütopya ne distopya var. Her şey tekillikte. İyinin ve kötünün ötesinde (yoksa ”berisinde” mi demeli?), ahlakın olumlu veya olumsuz yükleri olmaksızın kendisini biteviye kopyalayan, dönüştüren, geliştiren (gelişimi değişimden nasıl ayıracağımız sorunsalını bir kenara bırakırsak) bir tekillikte son bulabilir binlerce yıllık kültürel evrim. Tüm Evren’i bir kültür alanı olarak gören ve kendisini bu kültür ortamında sürekli güncelleyen tek bir sistem. O kadar güçlü ve aşkın ki artık buna başka bir ad vermeliyiz. Ütopyanın ve distopyanın ötesinde tam anlamıyla yersiz-yurtsuz, ”topos”u olmayan, mekânsız tek bir varlıklık bir sistem. Adeta bir Tanrı. Tek bir farkla: Var olmak için korkunç miktarda bir enerjiye ihtiyacı olan bir varlık.