2020’nin Ağustos ayı için kişilerin zaman içindeki devamlılığıyla ilgili bir yazı yazmıştım. Bu yazının üstünden tam bir yıl geçti ve bu sürede birçok şey gibi ben de değiştim. Ancak hala aynı kişiyim. Bu ilginç gerçeğin – sanırım yalnız bir felsefeci bu gerçeği ilginç bulabilir! – şerefine, bu ayki yazımı da bu konuda yazmak istiyorum.
Hatırlayalım. Kişisel özdeşlik sorunu, t1 anındaki y kişisinin, t2 anındaki x kişisiyle aynı kişi olmasının yeter ve gerek koşullarıyla ilgiliydi. 2020 Ağustos’undan beri birçok değişim geçirdim. Saçım uzadı, yeni şeyler öğrendim, bir yıl yaşlandım. Ancak 2020 yılındaki Deniz ve ben aynı kişiyiz. Oysa siz, değerli okurum, 2020 yılındaki Deniz’le farklı kişilersiniz. Bende, sizde olmayan ne var? Benim 2020 yılındaki Deniz’le aynı kişi olmamın ama sizin olmamanızın ölçütü nedir?
Bu soruya verilen en popüler yanıtlardan birinin bir tür psikolojik ölçüt sunmak olduğunu söylemiştim. Ben 2020 yılındaki Deniz’le belirli bir psikolojik bağa sahibim, bundan dolayı aynı kişiyiz. Bu psikolojik bağın ne olduğuyla ilgili bir alternatifin de hafıza olduğundan bahsetmiştik. Bu yanıt, yani kişilerin geçmişlerini hatırladıkları için aynı kişi olduklarını iddia eden yanıt, kişisel özdeşlik sorununu felsefe literatüründe ilk defa ön plana çıkaran John Locke’un tercih ettiği yanıttı. Ancak herkes bu yanıtın doğruluğu konusunda Locke ile hemfikir değil.
Daha belirli bir şekilde ifade edecek olursak, Locke’un sorumuza yanıtı şu şekilde: t2 anındaki y ile t1 anındaki x aynı kişidir, ancak ve ancak y kişisi, x kişisinin başından geçenleri hatırlıyorsa. Bu yanıtın nesi var? Sahip olduğu sorunlardan biri döngüsel oluşu. Açıklamaya çalıştığı kavramı (kişilerin özdeşliğini) analiz etmek için kullandığı terimler kişilerin özdeşliğini varsayıyor. y kişisinin, x kişinin başından geçenleri yalnızca hatırladığını sanmayıp da gerçekten hatırlaması için y ve x’in zaten özdeş olması gerekiyor!
Sizin bir şekilde 2020 Kasım’ında benim başımdan geçen bir olayı kendi anınız sanmanız, bu olayı hatırladığınızı düşünmeniz imkânsız görünmüyor. Ancak hatırladığınızı düşünmeniz, gerçekten hatırlıyor olmanız için yeterli değil. Bir olayı gerçekten hatırlayabilmek için hem hatırladığınızı düşünmeniz hem de olayın gerçekten sizin başınızdan geçmiş olması gerekiyor. Yalnız olayın gerçekten sizin başınızdan geçebilmesi için, olayı yaşayan kişi ile sizin özdeş olmanız gerekiyor. Bu durumda kişinin bir olayı hatırladığını söylerken, o olayı yaşayan kişiyle hatırlayan kişinin özdeş olduğunu varsayıyoruz. Ama açıklamaya çalıştığımız tam da kişilerin özdeşliğiydi. Kişilerin özdeşliğini açıklamak için, bahsi geçen kişilerin zaten özdeş olduğunu varsayan bir ölçüt sunmuş oluyoruz. Yani Locke’un sunduğu yanıt döngüsel; kişisel özdeşliği analiz etmede başarılı olamıyor.i
Öyleyse ne yapmalı? Başka bir yanıt sunmadan önce, çözmeye çalıştığımız sorunun geçerliliğini incelesek? Yazının başından beri, benim 2020 yılındaki Deniz’le aynı kişi olduğumu varsayıyorum. Bunun doğru olduğuna yönelik çok kuvvetli bir inanca sahibim; benim 2020 yılındaki, hatta 2002 yılındaki Deniz’le aynı kişi olduğuma emin gibiyim. Ancak hatalı olabilirim. Kişilerin geçirdikleri değişimler boyunca zaman içinde devamlılığa sahip nesneler olduklarını neden varsayıyoruz ki?
Britanyalı büyük ampirist filozoflardan bir diğeri, David Hume, zaman içinde devamlılığa sahip bir benlik olduğunu düşünmemizin büyük bir hata olduğu kanısındaydı. Kendi içine dönüp baktığında yalnızca belirli algılarla karşılaştığını söylüyordu. Tam şu anda, ayaklarımda mermerin serinliğini hissediyor, başımda uykusuzluğun getirdiği hafif bir ağrı deneyimliyor ve ileri doğru baktığımda balkonun köşesinde yatan kedimi görüyorum. Bu ayrık deneyimlere ek olarak bir “benlik” deneyimlemiyorum. Yalnızca gelip geçici, tikel algılar var. Önce şu algı, sonra da bu. Hume, bu algılardan oluşan bir bohçadan ibaret olduğumuzu söylüyordu. Tüm bu gelip geçici algılara ek olarak devamlılığa sahip bir benlik yoktu.
Hatta gelip geçicilikten kurtulsak dahi bir benliğe ulaşamayacağız gibi görünüyor. Doğduğunuz andan hayata gözlerinizi yumana kadar görüş alanınızın bir köşesinde duran sarı bir nokta olduğunu hayal edin. Bu nokta aradığımız devamlılığa sahip olsa dahi, bir benlik olamazdı.
Sizce Hume’un benliğe ve kişilerin zaman içindeki devamlılığına karşı bu saldırısı ikna edici mi? Bu düşünceler sizi, dün sabah yatağınızda uyananla ve yarın uyanacak olanla aynı benlik olmadığınıza ikna etti mi? Benim kendi yanıtımla ilgi bir ipucu için çağdaş filozof Peter van Inwagen bir sözünü paylaşarak bu yazıyı bitireyim: “Hume kendi içine baktığında ve kendini bulamadığında yanlış yere bakıyordu: Diğer herkes gibi kendini gözleri açıkken görebilirdi.”
i Aslında hatırlama kavramının hatırlayan ile hatırlananın aynı kişi olduğunu içerip içermediği tartışılabilir. Locke’un anladığı şekliyle hatırlama kavramının özdeşliği içermediği savunulabilir. Hatta, çağdaş filozof Shoemaker’ın yaptığı gibi, hafıza üzerine kurulu psikolojik devamlılık ölçütünün ruhunu korumak istiyorsak, basitçe özdeşliği içermeyen yeni bir kavram oluşturabiliriz. Shoemaker bu kavramı sözde-hafıza [ing. quasi-memory] olarak adlandırıyor ve döngüsellik itirazına bu şekilde yanıt verilebileceğini savunuyor. İlgili okur Shoemaker’ın 1970 tarihli “Persons and their pasts” makalesine göz atabilir. Bu yanıtın da başarısız olduğunu savunan bir görüş için, Harold Noonan’ın Personal Identity isimli eserinin 8. bölümüne bakılabilir.