Boykotla tanışmam Türkiye’nin çalkantılı yıllarına rastlar. Özellikle yüksek okul öğrencilerinin çeşitli gerekçelerle derslere girmemelerine verilen addı boykot.
İlerleyen yıllarda ülkemizin uluslararası ilişkilerinde karşılık bulur oldu bu eylem biçimi. Ülkemizin ayrılıkçılıkla savaşımında terörden ve teröristten yana saf tutan ülkelerin ürünlerini tüketmeme ya da o ülkelerce üretilmiş ürünleri yakma, ortadan kaldırma gibi eylemlerle kendisini gösterdi.
Boykot eyleminin bir İrlandalının soyadından geldiğini yakın zamanda öğrendim.
1880 tarım ürünü hasadının düşük olduğu bir başka yıl olarak yaşanmış İrlanda’da. Bu durum karşısında toprak lordları (bizdeki adıyla ağaları) kiracılarına % 10 kira indirimi önermişler. Kiracılar indirimin en az % 25 olmasını istemişler. Bu uyuşmazlık ortamında Yüzbaşı Charles Boycott kiracıları kullandıkları topraklardan uzaklaştırma yolunu seçmiş. Bu davranış karşısında kiracılar yüzbaşıyı yalnızlaştırma ve yalıtma yolunu seçmişler. Şiddetten eser taşımayan bu eylem sonrasında Charles Boycott kendi toprağındaki ürünün hasadı için bile insan bulmakta zorlanmış. Adının başına gelen eylemde yaşaması ironik bir durum olsa gerek.
Boykotun isim babası Charles Boycott1
Boykot’un ünü İrlanda sınırlarını aşmakta gecikmemiş. Bu barışçıl yöntem kişilere, kurumlara ve hatta ülkelere yönelik eyleme dönüşmüş.
Boykotun bizim topraklarımıza gelişi ise İkinci Meşrutiyet sonrasındaki İttihat ve Terakki dönemine rastlamış. Bu dönemde kabaran milliyetçilik duygularının ve akımlarının bu tanışmadaki rolü hiç kuşkusuz yadsınamaz.
1908’de Osmanlı’nın Balkanlardaki toprakları üzerindeki emelleriyle öne çıkan Avusturya biz Türklerin ilk boykot hedefi olmuş. O yıllarda Osmanlı’nın fes gereksinimini büyük ölçüde karşılayan Avusturya’dan fes alımı durdurulmuş. Bunun yerine kalpak giyilmeye başlamış. Ayrıca, fes gereksiniminin yurtiçinden karşılanması için girişimlerde bulunulmuş. 1908’deki bu boykot sonrasında Bosna-Hersek Avusturya’nın elinden kurtarılamasa da topraklarımızdaki ilk “millici” girişim olarak tarihteki yerini almış.
İzleyen boykot da Osmanlı’nın Balkanlardaki toprak kayıplarıyla ilintili olarak kendisini göstermiş. 1911’deki boykot ise Yunanistan’ın Girit üzerindeki isteklerine karşı gelişmiş. Bu kez hedef Yunanlar olmuş. İtalyanların 1911’de Trablusgarp’a saldırısıyla son bulan bu boykot girişimi de kazanımsız sonlanmış.
Cumhuriyet dönemi ise her alanda olduğu gibi ekonomide de tam bağımsızlığı hedeflediği ve büyük ölçüde başardığı için boykota gereksinim duymamış olmalı! Boykotla alınması kesin olmayan sonuç tam bağımsız ekonomide elde edilen başarıyla alınmış ve emperyal devletler Türkiye’nin çantada keklik olmadığını yaşayarak öğrenmişler. Cumhuriyet, boykot yapabilmenin temel gerekliliği olan üretici olma bilincini özümsemiş.
Özellikle, 1980 sonrasında Türkiye’nin önde gelen sorunu olan ayrılıkçı terör farklı ülkelerin desteğini aldı. Kuşkusuz emperyalist bir kurguydu.
Örneğin, bebek katili Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmeden önceki Avrupa turu sırasında İtalyan mallarına yönelik boykot girişimleri anımsanabilir. Bu girişimin boykota dönüşmeden kent meydanlarında İtalyan ürünlerinin yakılmasıyla sınırlı kaldığı da gerçektir.
Bu ve benzeri boykot çağrıları saman alevi gibi yanıp sönmüştür.
Son boykot çağrısı Fransa’ya karşı T.C. Cumhurbaşkanı’ndan geldi.
Üretimi unutmuş Türkiye ekonomisinin gerçek anlamda bir boykotu akla getirmesi değil ama yaşama geçirmesi neredeyse olanaksızdır. Dolayısı ile gerçeklerden kopuk ve daha çok kitlelerin duygusallıklarına seslenen bu çağrının iç kamuoyuna yönelik bir çıkış olduğu kuşkusuzdur.
Boykot gibi uluslararası boyutlu eylemlerin başarıya ulaşması öncelikle sağlam ve güçlü ekonomi gerektirir. Ekonomik kırılganlık eğiliminin yüksek olduğu ülkelerde boykottan ancak söz edilebilir.
Son 25 yılda olur olmaz şekilde gündeme getirilen ve her seferinde başarısızlıkla sonuçlanan boykot çağrıları bir yöntemin ölüm fermanı olmaktan öteye geçememiştir.
Adı çekici olsa da başarı şansı neredeyse yoktur.
Kullanım ömrü dolmuş birkaç ürünün ve olasılıkla çakma moda ürünlerinin bir yerlerde ateşe verilmesi ve üzerinde tepinilmesi ancak heyecanlı kitleler için doyum aracı olabilir.
Örnekleyerek bitirelim!
Diyelim ki evian su içmedik, perrier maden suyu tüketmedik, danone yoğurt yemedik, rokfor peynirinden de özveride bulunduk!
Kapının önündeki arabayı ne yapacağız?
Daha da güncel bir başka noktaya eğinelim!
Küresel salgın etkisiyle alıcı sayısı artan ve yok satan Vaxigrip (mevsimsel grip aşısı) Fransız yapımıdır. Boykot kapsamına alınması düşünülecek midir?