İnsana dair, yaşantımıza dair, ülkemize dair, geleceğimize dair her ama her alanın baskı altına alındığı bir dönemden geçmekteyiz… Gerçek sayıları gizlenen ölümcül salgından söz etmiyorum sadece… Hepiniz biliyorsunuz: Fetih tutkusunu, ekonomik çöküntüyü, işsizliği, medyaya baskıları, Giresun’da “afet” denilen ama iktidar sahiplerinin neden olduğu yıkımı, milli bayramları yasaklayıp dini gösterişe yönelmeyi, ayrımcılığı… Bize dayatılan tüm kötülükleri anbean yaşamaktayız…
Bu ortamda günün sonunda bir sandalyeye ilişmişsiniz… Karşınızdaki sahneye bir genç çıkıyor, gülümseyen aydınlık bir yüzle size teşekkür ediyor.
İnsanlık için, müzik için, sanat için teşekkür ediyor. “İyi ki varsınız. İyi ki buradasınız” diyor… Ve dört ay aradan sonra ilk kez bir resital vermek üzere piyanonun başına geçiyor…
O andan sonra yaşadığınız tüm kötülükler, size dayatılan tüm baskılar sizden yavaş yavaş uzaklaşmaya başlıyor. O gencin, piyanonun tuşlarında gezinen parmakları, ruhunuzda sadece ve sadece güzellikleri ortaya çıkarmaya başlıyor. O gencin kullandığı dil, kendi içinizde geliştirdiğiniz dille, kendi algılarınızla, kendi çağrışımlarınız, kendi yarattığınız anlamlarla bütünleşiyor.
O gencin adı Can Çakmur…
Büyülü bahçede
Önceki akşam Sabancı Müzesi Fıstıklı Teras’ta “Bahçede Yaz Festivali”nin açılışı vardı. Oraya “Büyülü Bahçe” diyorum. Mesafeli ve maskeli oturma düzeniyle İstanbul Boğazı’nı kucaklayan bir bahçe… Hakan Erdoğan Prodüksiyonları’nı bu sayfanın okurları bilir. Yıllardır olağanüstü mekânlarda “Bach ve Bahar”, “Bach ve Caz”, “Bach ve Aşk” vb. temalar çevresinde düzenlediği konserlerle hem kenti hem nitelikli müzik dinleyicilerini zenginleştirir.
Bu yılın teması “Beethoven 250 Dede Efendi”… İki ayrı dünyanın ve coğrafyanın, aynı dönemde yaşamış iki muhteşem bestecisini çok ilginç bir programda buluşturan festival, uluslararası katılımla 10 Eylül’e dek sürüyor. Kamran İnce’nin Dede Efendi için festival için özel bestelediği “Dede Remix”in dünya prömiyeri de burada yapılacak.
Açılış gecesine dönüyorum:
‘Düşünür piyanist’
Can Çakmur, 23 yaşında, dünya çapında piyanistlerimizden biri. 2015’ten beri kazanmadığı ödül yok. Japonya’da, büyük prestijli Hamamatsu Uluslararası Piyano Yarışması’nda (2018) birinci olması, (üstelik parmağı yaralıyken birinci olması) önünde sayısız kapı açacak, ona pek çok konser olanağı, büyük ve önemli orkestralarla çalışma fırsatı, muhteşem eleştiriler ve plak kaydı kazandıracaktı.
Önceki akşam Bach’ın “Partita”larıyla başlayıp Haydn’ın özgürlüğünden ve neşesinden süzülüp Beethoven’ın ilk dönem iki sonatına yöneldiğinde romantizmin müjdesini de veriyordu… İşte ben asıl buna müjde derim!
Her parçadan önce verdiği kısa özlü bilgilerle, sağduyulu konuşmasıyla, sahnedeki alçakgönüllü ama sahici duruşuyla, yaşının çok üstünde olgunluğuyla, çalışındaki sonsuz duyarlılıkla hem ölümsüz bestecileri hem biz ölümlü dinleyicileri farklı dünyalara taşıdı, mutlu etti.
Bu yazı, bir müzik eleştirisi olmadığı için ilk bölümdeki duygularımı tekrarlayıp şunu ekleyebilirim: Can Çakmur’u dinlerken her notanın ayrı bir anlamı olduğu duygusuna kapılıyor insan. Her notasıyla içimde bir ışık yaktı, umut verdi…
Can Çakmur’u sadece yorumlarındaki duyarlılığı için, teknik ustalığı için değil (Hadi itiraf edeyim: Büyükannesi, sınıf arkadaşım olduğu için de değil.) yazdıkları için de çok seviyor ve saygı duyuyorum. Yıllardır Serhan Bali’nin çıkardığı “Andante” dergisinde müzik üzerine, besteciler üzerine düşüncelerini paylaşıyor. (“Düşünür piyanist” tanımlaması için Serhan Bali’ye teşekkürler.) Nitelikli müziğe “korkutucu bir ağırlık” yüklememizin yanlışlığını vurgulayan, önümüzde ufuklar açan, öylesine olgun düşünce yazıları…
Can Çakmur’a göre: “Müzik bizim ona anlam atfettiğimiz ölçüde anlamlıdır.”
Teşekkürler Can Çakmur! İyi ki varsın!