Yaşadığım ülkede neyse ki mucizeler de gerçekleşiyor! Yoksa nasıl dayanırdık bunca hoyratlığa, bunca şiddete! Nasıl katlanırdık güç tutkunlarının, hırslarını ve açlığını doyurmak için bunca bedel ödemeye! Nasıl sineye çekerdik bunca yalanı dolanı, bunca talanı! O mucizeler de olmasa nasıl sevebilirdim bu “benim” dediğim ülkeyi! Sevgili okurlar, kim bilir şu yukarıdaki satırlarla başlayan kaçıncı yazım bu… Ama geçici de olsa, şimdilik ülke koşulları böyle…
Tam da YSK’nin “gerekçeli karar” diye adlandırdığı, ancak gerekçesiz 250 sayfayla hukuk ilkelerini, seçmen iradesini, demokratik rejimini yok saydığı akşamdı…
O akşam Boğaziçi Üniversitesi’nde bir konser vardı. AIMA (Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi) Festival Orkestrası’nın konseri… Eğer bu sayfaların okuruysanız, zaten AİMA’yı “Bir mucize” diye nitelendirdiğimi bilirsiniz.
Bilmeyenlere özetliyeyim: Bu mucize, yani AIMA, Filiz Ali’nin hayali olarak başladı (1998). Usta müzisyenler, İdil Biret, Ayla Erduran, Suna Kan seferber oldu… Ayvalık’la gönül bağı olan; Filiz Ali’ye güvenen sayısız insanın katkısı, desteği ve ilgisi, müziğin gücüne duyulan inançla bütünleşti. Akademi, ustalık sınıflarını sürdürürken, bu rahleden geçen genç sanatçılarla bir de orkestra kurdu (2013). Yıllardır konserler veriyorlar. AIMA’nın sürekliliği, bu konserler, sponsorluklar ve bağışlar sayesinde.
O akşam
AIMA Festival Orkestrası sahnede yerini aldı. Şef Orhun Orhon, aynı zamanda Bilkent Gençlik Senfoni Orkestrası’nın şefi. Solist İlke Işı Tuncer yerini aldı. Ve müzik… Vivaldi, “Dört Mevsim” keman konçertosundan, “Yaz” bölümü.
Müzik başladığında gözlerimi kapamıştım (Yorgunluk, gerilim). Bu öylesine duyarlı bir yorumdu ki… Baktım ağlıyorum… Gözlerimi açtım ve karşımda sahnede melekleri gördüm. Asıl o bir melekti. O dediğim solist. Kanatları yoktu. Kanatları kemanıydı, elindeki arşeydi. Kanatları, 13 yaşının güzelliğiydi…
Evet solistimiz 13 yaşındaydı… Yüzündeki duygu yoğunluğu müzikle bütünleşmişti. Şefe bakışı, kendi içine, iç dünyasına dalışı, belli belirsiz gülümseyişi… Gözlerimi ondan ayırabildiğimde tüm orkestrayı görebildim. Bu gençlerin her biri birer melekti. Değil mi ki bu salonu dolduran her dinleyiciye, güzelliği, mutluluğu, huzuru, yaşama sevincini aktarabiliyorlardı…
Sonradan küçük solisti kutlarken Filiz Ali her yaz AIMA ustalık sınıfına katılan İlke Tuncer için, “O, çok yetenekli, keman çalmayı ve müziği aşkla seviyor” diyecekti.
Konser, İdil Biret’in her zamanki duyarlığı ve mükemmelliğiyle yorumladığı Bach, Re Minör Piyano Konçertosuyla sona erdiğinde, salon ayağa kalkmış alkıştan inliyordu. O zaten ezelden beri meleklerin şahı!!!
Melekler yeryüzüne indiğinde dünya da, ülkem de muhteşemdi! Ve kim ne yaparsa yapsın, her şey çok güzel olacaktı.
Ali Koç – Cemal Kafadar ve taraftarlık
Boğaziçi Üniversitesi demişken… Kültürel insanlık tarihini konu alan “Humanities” dersine fon sağlamak amacıyla “HUM by Night” adlı birbirinden ilginç, herkese açık karşılaşmalar düzenleniyor. 29 Mayıs akşamı etkinliğe Ali Koç ve Harvard Üniversitesi Tarih bölümü Profesörü Cemal Kafadar katılıyor. Konumuz: Taraftar olmak… Sadece bir takıma değil, tarihe, hakikate, tüm tutkulara taraftar olmak… Taraf olmak çatışma unsuru mudur yoksa dayanışma mıdır? Daha nice sorular…
Etkinliğin moderatörü ve bütün bu buluşmaların mimarı, koordinatörü, öğretim üyesi Dr. Leyla Kayhan Elbirlik. (Yeğenim diye söylemiyorum, ama bu bölüme verdiği emekle, yeteneğiyle, performansıyla o da bir melek!)
Taraftar olmak konuşulurken elbet alternatif taraftarlıklar üzerinde de durulacak. Toplumsal cinsiyetten milliyetçiliğe, aidiyet ve bağlılıktan fanatizme uzanılabilir elbet…
Bu toplantı da tıpkı o muhteşem konser gibi Albert Long Hall’da. (Biletler, buim.org/ humbynight linkinden de alınabilir.)
Seçimlere dek tüm melekleri yeryüzüne indirmeye kararlıyım. Zaten sonra her şey çok güzel olacak.