Bence romantizm iyidir, hatta güzeldir. Açıklaması şimdi uzun olur, ama en azından müziğin, romanın, şiirin müthiş romantikleri var. Ama iş böyle düşünmekle bitmiyor. Bir ihtiyat payı gerekiyor.
Neden? Duygularımız var, olumlu, tartışmasız olumlu. Ama düşüncelerimiz de var, o da olumlu. Aklın bize armağanı olan düşünmek, aynı duygularımız gibi, insana özgü büyük bir ayrıcalık. Düşünen hayvanız ya.
Ancak duygular ve düşünceler arasında bir gerilim var. Çoğu zaman (ya da bazıları için az zaman), beyin ve kalp, akıl ve duygu, düşünceler ve sevmeler, gerçeklik ve hayal, hayat ve planlar, sahip olduklarımız ve olmak istediklerimiz vb. çatışma halinde.
Romantiklik, genel anlamda sempatiktir. Hiç kimsede onun kötü bir şey olduğu ya da olabileceği düşüncesi uyanmaz. Bir bilgi gerekmeksizin, romantik olmanın kişinin duygu dünyasının gelişmiş olduğunu gösterdiği sanılır, öyle kabul edilir. Romantikliğin, duygululuğu karşıladığı, yaygın bir görüştür. Duygular insana özgü olduğuna göre de bu iyi bir şeydir, romantik olmak insan olmaktır yani. Hatta ne kadar duygulu, o kadar insan!
Oysa birçok şey gibi, hatta her şey gibi, romantizmin de siyasal bir kavram olarak bir anlamı vardır, dahası romantizm siyasal akımlar arasında bile sayılıyor. Siyasal olan her şeyin iyisi ve kötüsü, yararlısı ve zararlısı olduğu için bu kavramı iyi-kötü, yararlı-zararlı ölçümlerine dahil edebiliriz.
I. Devrimci Romantizm
Romantizmle devrim arasında bir ilişki var, biliyoruz. Birincisi, romantizm, “yeni sınıf”a uygun düşen, burjuvazinin beğenisiyle beslenmiş, duygusal olmasıyla daha gerçekçi bulunan bir 18. yüzyıl akımı. Romantizm, aristokrasinin çok incelmiş sanat biçimlerinin dışına çıkarak, onları beğenmezlik içinde yapay bularak halkçı olmuştu. O dönemde akılla çatışmadığı gibi, ydınlanmanın da temeliydi. Devrimin kapısını aralıyordu. Romantizmin en önemli başlatıcısı, öncülü ve temsilcisi olduğu düşünülen Jean-Jacques Rousseau, büyük devrimin habercisiydi, onun altyapısı hazırlamıştı. O romantizm, doğanın farkına varıyor, doğaya güzellemeler yapıyor, Avrupalıyı doğayla tanıştırıyordu (Avrupalı-doğa ilişkisinin/ilişkisizliğinin de bir önemi ve özgünlüğü var, belki bir gün bu da ele alınır).
Edebiyatta romantizm, hem Büyük Fransız Devriminin yarattığı, beslediği, değerlendirdiği bir akımdı, hem de Devrimin itici gücüydü.
Büyük Fransız Devriminin sanatçıları, ister görsel, ister yazınsal, ister plastik, ister mimari, ister müzik alanlarında olsunlar, çoğunluğu ve etki güçleri bakımından romantiklerdi.
Devrimin romantizmi, içinde hayaller de olmakla birlikte geleceğe dönüktü.
Romantizmle devrim arasında kan uyuşmazlığı bulunmuyordu.
Bunlar, devrimci romantizm. Bunlar, iyi romantizm, yararlı romantizm.
Bununla birlikte romantizmin karşıdevrimle de arasında bir ilişki, gayrimeşru olmakla birlikte gene de bir evlilik ilişkisi var biliniyor.
II. Karşıdevrimci Romantizm
Romantizm akımının adı, modern çağ itibarıyla (yani 18. ve 19. yüzyıllar açısından) geçmişe, geçmişteki bir kavrama dayanıyor, Avrupa’nın Orta Çağının “romans”larına. “Romans”, şövalye serüvenleri ve kahramanlığı, egzotizm, doğaüstü, gizemli ve anlaşılmaz alanlara dayanan anlatılardı. Geçmişe özlemin, gerek sınıfsal, gerek dönemsel, gerek düzensel olarak tutuculuk olduğunu bilmeyen ve buna katılmayan yoktur. Ama aynı zamanda tutuculuk, geri dönüş siyasası olarak “gericilik” de olmaktadır. “Geri dönüş”, siyasal bakımdan, yıkılan, iktidardan sürülen sınıfları geri getirmek, Eski Rejimi yeniden inşa etmek ve en çarpıcısı ve önemlisi, devrimi yıkmak, yeni ve ileri kurumları tahrip etmek, kazanımları yok etmek ve gelişmeyi önlemektir.
İlk önemli örneği, 19. yüzyıl başı Almanyasında Büyük Fransız Devrimi sonrası, daha doğrusu Napoleon Bonaparte sonrası dönemdedir. Almanya, Büyük Fransız Devrimine karşı konumlanmıştır, Fransız Devrimine karşıdır, karşıdevrimcidir, gericidir, gelişme karşıtıdır. Bu özellik uzun yıllar devam edecektir. Ayaklanmalar şeklindeki 1830 ve 1848 Devrimleri başarısızdır, Alman karşıdevrimi tarafından ezilir, olmadık zulüm yapılır, bütün haklar askıya alınır, kaçan kurtuluyor durumları yani. Ancak bunların yanında önemli olan, geçmişe özlemi öne çıkaran, şövalyeliği kutsayan, masallara-efsanelere dayanmak isteyen, kökene dayalı (Cermenliğe dayalı) söylemleri taçlandıran, başka toplum ve ülkelere nefret ve düşmanlığı yaratan, son kullanım tarihi geçmiş heveslerin içinde bulunduğu bir akımın ortaya çıkmasıdır, ki bu akım romantizmdir, kapsam dışında olması gerekenlere ayrıcalık ve ihtimam göstererek, buna Alman romantizmi diyebiliriz (diyorlar zaten).
Alman romantizmi, doğayı önemsemedi, doğalcılığa (natüralizme) karşıydı, Zola’ya düşmandı. Doğacılar, sanatçılar değil, bilimcilerdi. Doğacı sanatçılar ise biraz eskide kalmıştı.
Alman romantizmi “tarihi” seviyordu, Alman edebiyatı romanda şövalye maceralarına takılıydı. Alman romantizmi, gelecek için geçmişi geri getirme hayalleri de içinde olmak üzere geçmişe dönüktü.
Bu romantizmin karşıdevrimle bir kan uyuşmazlığı bulunmuyordu.
Bu romantizm, dünyanın en dikkate değer toplumsal-siyasal-ideolojik bir sağlıksızlığa, Alman ırkçılığına, Pan-Cermenizme, “üstün insan”a, insanlık dışı anlayışlara, giderek soykırımlara varan vahşet uygulamalarına yatak oluşturdu.
Bunları hatırladığımızda romantizmin ikinci yüzünü ve bir başka şeklini de görmüş oluruz.
Bu Durumda Romantizm?
Böylece, devrimin romantizmine karşı ve ondan ayrı olarak, karşıdevrimin romantizminin de bulunduğunu görüyoruz.
Çok yakında bir yazı okudum, konu, devrimci “bir kuşağın aşkları”ydı. O kuşağın ünlülerinin ilişkilerinden, evliliklerinden örnekler verilerek onların ne kadar “romantik” oldukları gösteriliyordu! İkna ediciydi tabii, madem ki seviyorlar, sevebiliyorlar, aşık olabiliyorlar, demek ki romantiktiler. Ne güzel! Ya romantik olmasalardı!
Çıkarılan sonuçlar üzerinde düşünmeye değer. Devrimciler, Kemalistler ayrımsız romantik midirler? Aşık olanlar, sevgilisi olanlar hep romantik midir? Romantik olunmadan devrimci olunamaz mı?…
Geçenlerde insanın sevgisi üzerine yazdığım bir yazıya bir arkadaşım, “romantik mi oldun” diyerek, daha doğrusu böyle bir “retorik sorusu” sorarak beni onurlandırmıştı! Bu da göstermekteydi ki, sevmek insanın kendi kendisinin ait bir başkasını sevme kabiliyeti olduğunu düşünmeyi, bunu olumlu ve değerli bulmak, kişinin romantik olduğunu göstermekteydi ve gerektiriyordu. Romantik değilseniz sevemezdiniz.
Tabii bunun karşıtını da düşünmeniz gerekiyor, sevmiyorsanız, aşık olmadıysanız ve olmuyorsanız, olamıyorsanız romantik olamazsınız.
Ama bana kalırsa, kişi sevince romantik olmuyor, insan oluyor.
Diğer taraftan, sevmeyen, sevemeyen, duygu dünyası küt kişi, romantik olmamak değil, insan olmamak sorunuyla karşı karşıya.
(Bir başka sorun, şiir sanatıyla romantizm arasındaki ilişki. Burada konuyu daha fazla uzatmadan bunu başka bir yazıya bırakmak doğru olacak.)