Teknoloji o kadar hızla ilerliyor ki, nesil farkı aralığı giderek küçülüyor. 90’larda ya da 2000’lerin başında doğmuş gençlerle hayata bakışımız, neyi sorun yaptığımız, sorunları nasıl ele aldığımız, çözümü nerede gördüğümüz başkalaşıyor hızla… Biz, 80’lerin çocukları, bile bu denli yabancılık hissediyorsak, yaşça bizden büyükleri düşünemiyorum. Sanırım teknoloji ilerledikçe biz büyüklerimize daha çok yaklaşıyoruz. Makas açılıyor…
Bu devrin insanı olmak, bu devri değiştirmek, dönüştürmek için, bu devrin dinamiklerini anlamak zorundayız. Bambaşka bir toplumsal gerçeklikle karşı karşıyayız. Sorun, teknolojiyi kullanmakta değil. O teknolojik mecraların öznesi olabilmekte, o mecraların olumlu özelliklerini içselleştirip, olumsuz olanları bertaraf etmeyi becerebilmekte…
80’lerin çocukları, lise ya da üniversite dönemlerine geldiklerinde interneti yaygın olarak kullanmaya başladı. Sosyal medya devrini, bizim akranlarımız inşa etti. Bir kısmımız, hızla parçası olduk bu devrin, bir kısmımız daha çekingen davrandı ama karşı koyamadı. Çağ, dedelerimizi ve ninelerimizi bile peşinden sürüklerken, karşı koymak olanaksızdı. Ayrıca ne gerek vardı? Ancak bizler, 80’lerin çocukları, mektup arkadaşları olan, zarfın neresine alıcının neresine göndericinin adının yazıldığını bilen, düşüncelerini uzun mektuplar yazarak ifade etmeyi deneyimlemiş çocuklardık. Haberleşmek için ev telefonlarını kullanır, arkadaşlarımızla sözleştiğimiz zaman bir gece önceden, ertesi gün sözleşilen yerde, sözleşilen zamanda bulunma sorumluluğunu hissederdik. Zamanla biz de rüzgâra kapıldık. Buluşma saatine 10 dakika kala “yarım saat gecikeceğim” mesajlarına… Yaşam esnekleşti. Bizler esnekleştik.
90’ların 2000’lerin çocukları, cep telefonlarının olmadığı bir dünyaya açmadı gözlerini. İlkokul çağlarında mesajlaşmayı öğrendiler. Legolar yerine, renk renk şekerlerle oynadılar ekranlarda… Cümleler, sözcükler kısaldı. Karakterlere sığar oldu. Teknoloji hızla gelişti. Geliştikçe, her alan gibi, toplumsal alan da dönüştü. Düşün yöntemleri değişti. Hala değişiyor dönüşüyor. Kitap sayfaları, radyolar, tiyatro sahneleri nostaljikleşiyor. Ekranlar, yönetiyor zihinleri… Boy boy ekranlar… Beyaz perdeli; duvara, ünitelere yerleştirilen; diz üstüne konulan; cebe sokulan ekranlar…
Geçmişi fetişleştirmeye, nostaljik “takılmaya” gerek yok. Takılıp kalsaydık geçmişe, hiç ilerleme olmazdı kuşkusuz. Anlamak ve müdahale etmek lazım… Seyirci kalmamak, eylemek gerek… Anlamak zorunda olduğumuz şey, eğer geleceği inşa etmek niyetindeysek, o ekranlarda olan bitenler… O ekranlarda olan bitenlerin zihinler üzerindeki etkisi… Karşımızdaki kitlenin, gençlerimizin, geleceği kuracak olanların yani, algılama, veriyi işleme ve kullanma yöntemleri…
Pek çok yenilik gibi, dijital yenilikler de, olumlu ve olumsuz etkileriyle birlikte geliyor. Bir yanda, “fenomenler”, pazarlamaya odaklanmış zihinler… Her şeyin metalaştığı, metanın bile değersizleştiği, değerin tüketmekten kaynaklandığı zihniyetler… Sanal bir dünyanın, hayli gerçek ve sakatlayıcı etkileri gençleri esir almış durumda. Yalnızca gençleri de değil, orta yaşlıları, yaşlıları, hepimizi… Diğer yanda, bireyin “yapıcı” olduğu, üretmeyi, zihinsel yaratma süreçlerini destekleyen, kendi yaptıklarınızla “kahraman” olabileceğiniz, yüzbinlerin sizi takip edebileceği, yüzbinleri etkileyebileceğiniz, baskılara direnebileceğiniz mecralar… İşin ilginci, bu olumlu ve olumsuz mecraların yapıcıları da alıcıları da aynı kitleler… Ayırmak zor sapla samanı, çünkü ayrı değil artık sapla saman…
Biz önceden gidip geride kalanlar… Bu dinamikleri iyi anlayıp çözümlemek zorundayız… Geleceği kurmak, bugünden başlıyor. Zamanın ruhu bizi çabuk olmaya zorluyor. İyi anlarsak elimizdeki silah büyük… Karşımızdaki zihinler, esprilerin birincisini anlayamadan ikincisiyle darmadağın edecek bir mizah anlayışına sahip. Mizahın zekâyla bu denli harmanlandığı dönemler, değişimlere gebedir. Her birimiz, kutsallaştırdığımız her değer, hedeflediğimiz her başarı bu mizahın malzemesi olabilir… Zihinler, bizim düşündüğümüzden çok daha serbest ama sistemin dayatmaları karşısında çok daha bağımlı… Bu bağımlı serbestlik, doğru yönetilmezse en büyük kâbusumuz olabilir. Ancak doğru yönetilirse, bağımlılığı aşmanın en acısız silahı da olabilir…
Karşımızdaki zihinler, çok çabuk algılıyor… Bu çabuk algılama, düşüncelerin kalıcı olamamasına, değerini inşa edememesine neden oluyor. Her şey gelip geçiyor. Bizler, bu çabuk algılama durumunu, avantaja çevirmeninin yolunu bulabilmeliyiz… Cümleler kısalıyor çünkü düşünceler küçülüyor. Ama böyle olmak zorunda değil. Büyük düşüncelerimizi kısa cümlelerle anlatmayı öğrenmemiz gerek… Bu, neden yüklerimizden kurtulmanın bir fırsatı olmasın. Neden illa küçük düşünmeyi dayatsın… Daha az yükle daha hızla koşmaz mıyız geleceğe… Daha az düşman edinmez miyiz kısa cümlelerimizle…
Kazanacak olan, çağı iyi anlayan, çağa dışarıdan değil, çağın öznesi olarak içerisinden bakanlar olacak… Gelecek, gençleri iyi anlayıp, yönlendirebilenlerin olacak… Kısa cümleler kuranların olacak… Kısa cümleleri, büyük düşünceler anlatanların olacak…