Yaşadığımız süre boyunca tüm yaşananları tecrübe olarak ya da yaşam mücadelesi içinde bir çaba olarak görebiliriz. İyi veya kötü yaşananların hepsi bizim için hayatta kalma mücadelesinin getirdiklerinin toplamı aslında. Yaşamı boyunca her şeyi düzenli bir şekilde giden, hayattan ne istediyse kolaylıkla alan ve sorunsuz bir yaşam çizgisi olan tek bir insan yoktur. Varsa bile yaşadığı tekdüzelikte mutlu değildir.
Yaşam, kurallar ve kuralsızlıklar, denge ve dengesizlikler, iyi ve kötüler, ve daha birçok zıt kavramları içinde barındıran kaotik bir kavram. Senin onu nasıl tanımladığına bağlı çoğu zamanda. İster yaşamı sana sunulan ve bir gün sona erecek olan bir zaman sarmalı olarak görüp her anını doya doya yaşarsın, istersen de amaçsızca veya tam tersine sana biçilmiş bir kıyafet gibi üzerine geçirip basmakalıp bir şekilde yaşarsın.
Gerçek olan şu ki bu hayat senin. Sadece senin. Nasıl yaşamak istersen öyle yaşarsın. Onu iyi ve kötü yaşamak senin çabalarının sonucunda ortaya çıkacak. Bir nevi yaşam kendinle savaşın. Çabalamayı ve ondan istediğini almayı bıraktığın an maalesef yeniliyorsun. Oysa yenildiğinde kaybetmiyorsun, vazgeçtiğinde kaybediyorsun. Kimi zaman güçsüz kalıyorsun, yeni bir adım atmaya, düştüğün yerden kalkıp yeniden başlamaya gücün kalmıyor. İşte o zaman hayatın sana gönderdiği işaretleri takip etmelisin. Küçük bir işaret yetiyor seni yeniden mücadele etmeye, yeter ki o işareti farkında ol.
Yaşadıkların sana aslında neyin senin için iyi, neyin kötü olduğunu gösteriyor. Yapman gereken yaşadığın şeyleri süzgeçten geçirip tek tek analiz etmek aslında. Neyi yaptığında sana iyi geliyordu, yaptığın hangi şey seni mutsuz ve çaresiz hissettiriyordu. Yaşamda mutlu olmanın sırrı bu belki de. Yapacağın işe bu şekilde karar verebilirsin. Tabi ki istediğin işi hele de bizim ülke koşullarında hemen elde edemezsin. Öncelikle çalışmak zorunda kalacağın zorlu istikametlerin olacaktır.
Ne iş yaparsan yap, ne yaşarsan yaşa olumlu veya olumsuz, yaşadıklarının hepsini kendine yaptığın yatırım olarak görmelisin. Seni mutlu eden anlar olduğu gibi yıpratan zamanlarda yaşayacaksın. Ama unutmamak gerekiyor ki mutsuz anları yaşamasaydık, mutlu olduğumuz anların farkında bile olmazdık. Yenilginin, bir şeyi elde edememenin çaresizliğini yaşamazsak, ne elde ettiğimiz zaferin tadına varabiliriz, ne de bir şeyi elde etmenin bahtiyarlığına varabiliriz.
Demem o ki her şey bizim zihnimize ve çabamıza bağlı aslında. Mutlu olmak için yaşamak gerek mutsuzluğu, hem de dibine kadar, kazanmak için kaybetmek gerek belki de sonuna kadar, en önemlisi de emek vermek gerek, çoğu zaman bir karşılığı olmayacağını bile bile. Birileri senin hak ettiğini düşünmeyecek ama sen bileceksin hak ettiğini ve emek verdiğini.
Bir de mutlu olmak için büyük nedenler aramayacaksın. Mesela doğada yaptığın bir gezide, sonbaharda dökülen sarı yaprakların görüntüsü, kışın habercisi olan sonbahar serinliği seni mutlu etmeli ve yaşama tutunma nedenin olabilmeli. Yaşadığın kışın baharı olduğunu, karanlığın sonunun aydınlık olduğunu aklından çıkarmamalısın…
Hayat, senin hayatın.
İzin verme itilmesine, kederli teslimiyetin içine.
Hazır ol beklediğine.
Çıkış yolu vardır elbet.
Işık var bir yerde.
Belki çok parlak değil ama def eder karanlığı.
Hazır ol beklediğine.
Tanrı sana fırsatlar sunacak.
Tanı onları… ve kullan.
Ölümü yenemezsin ama yok edebilirsin yaşarken ölmeyi…
Ve sen öğrendikçe bunu yapmayı, daha da aydınlık olacak.
Hayat, senin hayatın.
Tanı onu, ona hala sahipken…
Sen muhteşemsin.
Tanrı bekler mutlu etmek için seni.
Charles Bukowski