Din istismarı ile ekonomi arasında belki ilk bakışta ilişki kurulamayabilir. Türkiye’nin geri kalmışlığının nedenleri araştırıldığında din istismarının engelleyici etkisi görülür.
Türkiye’de her ileri atılım, gelişme din istismarı ile önlenmeye çalışılmıştır. Din istismarı yalnız günümüzün politik, ekonomik sorunu değil, Türkiye’nin Osmanlı döneminden arta kalan tarihsel sorunudur.
Din istismarından kişisel, ekonomik, politik çıkar bekleyenler, çeşitli isimler altında örgütlenerek baskı aracı olarak din istismarından yararlanmışlardır, halen de yararlanmaktadırlar. Dikkat edilirse Cumhuriyet karşıtlarının en önemli, etkili aracı din istismarıdır.
Halka, ülkeye, topluma katkı yapamayan, yarar sağlayamayanların son çare olarak din istismarına sarılmalarını da doğal karşılamak gerekir. Din istismarı bir yerde çaresizliğin, aczin de itirafıdır.
Din istismarının arkasında emperyal güçlerin desteği vardır. Din istismarını Türkiye’yi denetim altında tutmak, gelişmesini önlemek için bir araç olduğunu görerek din istismarına yatkın siyasal oluşumları, tarikatları, cemaatleri, sivil toplum örgütlerini ya doğrudan ya da Ortadoğu’daki maşaları aracılığı ile dolaylı olarak desteklemektedirler.
Din istismarı yapanların daha neler yapabileceklerini öngörsek bile çekinmemek, susmamak gerekir.
AKP Türkiye’yi Ortadoğu’nun Lideri yapacaktı. O proje çöktü. AKP dış politikası tamamen iflas etti. AKP şimdilerde, iktidarını korumaya yönelik yeni bir enerji yaratma umuduyla, Ortadoğu’nun en yeni Lider adayı Suudi Krallığı’nın, modern anlamda devlet olduğu bile şüpheli «şeyin” peşine takılıyor.
Suudi Arabistan’ın da hiç şansı yok. Türkiye’yi de peşinde bir bataklığa sürükleme olasılığı ise çok yüksek.
Ortadoğu coğrafyasından seçim öncesinde ABD dolarını düşük tutabilme kaygısıyla Türkiye’ye kayıt dışı sokulan sekiz milyar ABD doları da AKP’yi kurtaramayacaktır. İllegal yapıların dolarlarını Türkiye’ye getirerek TL’ye çevirmek mali bir suç olmakla beraber, seçim sonrası bu paraların tekrar dolara çevrilip yurt dışına çıkarıldığında ABD dolarının ulaştığı yer Türkiye ekonomisi için çok vahim olacaktır.
Seçimlere giderken AKP iktidarda olmanın tüm olanaklarını, yasal sınırları tanımaksızın kullanabiliyor. Halen ortalıkta dolaşan kamuoyu yoklamaları, seçimlerden sonra şöyle ya da böyle yeni hükümeti AKP’nin kuracağını söylüyor. Ne var ki seçim meydanlarında AKP Liderliği, bu kamuoyu yoklamalarının sonuçlarından haberi olmayan bir yabancıya «bunlar ne kadar da korkuyorlar galiba gidiciler” dedirtecek konuşmalar yapıyorlar.
Mısır’da askeri rejimden bozma yönetim eskiye dönerken hızını alamayıp, seçilmiş Başkan, Müslüman Kardeşler’in lideri Mursi’yi idama mahkum etti. Başbakan Davutoğlu’da bu karara karşı çıkarken hızını alamayıp Türkiye’de devlet başkanlarının ve başbakanların bundan böyle mahkeme önüne çıkarılamayacaklarını açıkladı. Böylece bu ülkede, seçilenlerin, yasalardan muaf ve dokunulmaz oldukları bir rejime geçilmiş olduğunu öğrenmiş olduk.
Bu sırada, Cumhurbaşkanı da bilinçaltından yüzeye çıkan bir şeylerin etkisiyle, Mursi ile kendisini özdeşleştiriyor, bir gün kendisinin de idama mahkum edilebileceğinden söz ediyor.
Ya bu iki siyasetçi bizim bilmediğimiz bir şeyleri biliyorlar ya da bir başka nedenden büyük bir korku içindeler. Birinci olasılığı ciddiye alamıyorum. Ortada öyle bilinmeyecek bir şey yok. Kamuoyu yoklamaları AKP açısından en kötü olasılığın, HDP’nin meclise girmesi olduğunu, bu koşullarda AKP’nin tek başına anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaşamayabileceğini söylüyor. Hiçbir uzman analist, AKP’nin muhalefete düşmesini beklemiyor.
Bence korkularının nedeni başka. AKP 13 yıldır politikalarını momentumun korunacağı, Siyasal İslam’ın toplumun üzerindeki denetimin sürekli artacağı, genişleyeceği, sonunda öteki siyasi-kültürel dünyaların susturulacağı varsayımına, hatta inancına göre inşa ediyordu.
AKP’nin böyle bir umuda kapılmasında başlangıçta onun yükselişini açıklayan, merkez-çevre, askeri vesayet-sivil demokrasi, katı laiklik-ılımlı Müslümanlık, inançları yüzünden ezilen çoğunluk- ezen katı laik seçkinler, demokrat seçilmişler-otoriter atanmışlar ikilemleri üzerine kurulu söylem, bu söylemin ürettiği pratik büyük bir rol oynadı.
Neticede, bir taraftan AKP birilerini aldatırken, öbür taraftan AKP projesini kurgulayanlar da Siyasal İslam’ın seçkinlerini bu ideolojik ikilemlerle fena halde yanılttı.
Birincisi «ülke demokratikleşiyor” rüyasını görürken, öbürü «o ki seçildik, bundan böyle bu toplum bizim her istediğimizi yapar” fantezisini geliştirdi.
Bu fantezi, dini bir dünya anlayışıyla birleşince adeta bir inanca dönüştü. Bu inanç, ihtirasın da katkısıyla kaygıyı rüzgara savuran bir siyaset pratiği yarattı.
Ancak AKP’nin ve Siyasal İslam’ın geliştirdiği inanç ve pratik, kapitalist gerçeklik tarafından sınandıkça sınıfta kaldı. Bunları destekleyen topluma anlatılan söylem giderek istikrarını kaybetti. AKP ve Siyasal İslam’ın seçkinlerinin «bu toplum bundan böyle bizim” inancı sarsılmaya başladı.
«Ya tarih bir başka yöne dönüyorsa?”
«Ya kader yeni bir sayfa açıyorsa?”
«Ya yaptıklarımız yanımıza kalmayacaksa?”
Şimdi bu sorular hızla gündeme geliyor. Bunlar varoluşa ilişkin ağır sorular. Korkunun kaynağı da işte bu.
Hepimiz biliyoruz ki korkunun ecele faydası yok.
Aydınlık bir VATAN dileklerimle.