Son günlerde bütün dünyanın gözü Yemen’de. Yemen’de «bir şeyler oluyor.” Yemen’de olanlar haber portallarında, ana haber bültenlerinde, gazetelerde dikkatle aktarılıyor: Yemen’in başkenti Sana’da, 2 Şii camisine düzenlenen bombalı saldırılarda 140 kişinin hayatını kaybetmesi üzerine, İran tarafından desteklenen Şii grup Husiler, ülkenin güneyine doğru harekete geçti. Husi Ensarullah örgütü, ülkenin güneyindeki Lahic kentini ele geçirdi. savunma bakanını ve Lahic tugay komutanını tutukladı. Aden Körfezine doğru ilerledi. Ocak 2015’te istifa etmek zorunda kalmış ama Aden’e yerleşerek görevini burada sürdüreceğini açıklamış olan, Yemen’in devrik devlet başkanı Abdurabbu Mansur el Hadi’nin konutuna yalnızca 60 km uzaktaki hava üssünün Husiler’in kontrolüne geçmesi üzerine, Hadi Yemen’i terk etti.
Husiler’in, Aden’e doğru ilerlemesi ve dünya petrol ticareti açısından hayati konumda olan Bab-el Mendeb boğazını kapatmaya hazırlandığının duyurulması, Husiler’e karşı zaten teyakkuzda olan Sünni bloğun harekete geçmesine neden oldu. Suudi Arabistan, Yemen sınırına binlerce asker yığdı ve askeri techizat sevkiyatı yaptı. Buna ek olarak, yine Suudi Arabistan önderliğindeki 10 devletin oluşturduğu bir koalisyon, Yemen’de Husiler’in ele geçirdiği yerleşim yerlerini ve Husi liderlerin bulunabileceği yerleri hedef alan bir hava saldırısına başladı. Saldırılardan en çok halkın etkilendiği, en az 6 çocuğun hayatını kaybettiği duyuruldu. Mısır’ın tutumu ise, bölge dinamikleri açısından oldukça önemliydi. Mısır, Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan ile birlikte hareket ederek, hava saldırısına müdahil olmayı tercih etti. Yemen konusunda olağan üstü olarak toplanan Arap Birliği’ne ev sahipliğini Mısır yapıyor.
Mısır ve Suudi Arabistan başta olmak üzere, diğer Körfez ülkelerinin bu müdahaleyi yalnızca Yemen’e yönelik bir müdahale olarak algılamadıkları ise açık. Hem Mısır’dan hem de Körfez’den bu doğrultuda açıklamalar geldi. Mısır Dışişleri kaynakları «İran’ın bölgedeki yayılmacılığı Arap ülkelerinde tedirginlik yaratıyor. Yemen’deki Husiler’e İran tarafından silah ve uzman yardımı yapıldığı biliniyor. İran diğer ülkelerin içişlerine müdahale etmeye son vermeli” şeklinde bir açıklama yaptı (www.aydınlıkgazete.com). Birleşik Arap Emirlikleri´nin dış ilişkilerden sorumlu devlet bakanı Enver Muhammed Gargaş, bunu, «Bölgedeki stratejik değişiklik İran´a yarıyor ve biz, Husiler’in, İranlılar’ın sancağını taşıdığı gerçeği karşısında sessiz kalamayız.” sözleriyle ifade etti (www.zaman.com.tr).
Yemen’deki sorunu, İran yayılmacılığı olarak gören Sünni blok tarafından, Yemen’deki Husiler’i askeri ve maddi olarak desteklediği iddia İran ise, Yemen’e yapılan hava saldırısını Yemen egemenliğini hiçe saymak, Yemen’in iç işlerine müdahale olarak niteledi. Ayrıca, Suudiler’in saldırıyı hemen durdurmasını isterken, Yemen’e Sünni müdahaleyi destekleyen Erdoğan’a da bölgedeki etkisini, bölgeyi karıştırmak için değil barış getirmek için kullanmasını salık verdi. Bunlara ek olarak, yaralı Husiler’i hastanelerinde tedavi ettiği haberlere düşen İran, Yemen talep ederse, Yemen’e yardım edebileceklerini belirtti. Öte yandan Husiler, İran yardımı olmaksızın da konumlarını savunacaklarını açıkladı.
Bölgesel aktörlerden gözümüzü biraz uzaklaştırıp bölge dışı aktörlere baktığımızda ise, gördüklerimiz bizi hiç şaşırtmadı. ABD, Yemen’e askeri müdahaleye istihbarat desteği verirken, Rusya müdahaleyi kınadı, sorunun diyalogla çözülmesi gerektiğini vurguladı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde, İran Devlet Başkanı Hasan Ruhani ile yapacakları görüşmeye koşut bir tutum izleyeceklerini belirtti.
Yemen’i, geciken kahvelerden ve acıklı türkülerden tanıyan Türkiye kamuoyu açısından, yukarıda çizilen tablo pek bir anlaşılmaz ya da karmaşık gözükebilir. Bu görünüm, pek tabi haklıdır. Bu anlaşılmazlığı biraz olsun gidermek için, Yemen hakkındaki genel bilgilerden bahsetmek yerinde olacaktır.
Yemen Hakkında Kısaca
Ortadoğu’da Arap yarımadasının güneyinde yer alan Yemen, batısında Kızıl Deniz güneyinde Aden Körfezi ve Arap Denizi ile çevrilidir. Doğusunda Umman, kuzeyinde Suudi Arabistan ile komşudur. 2014 verilerine göre nüfus miktarı tahmini 26 milyon civarındadır. Nüfusun %99’unu Araplar oluşturur. Nüfusun yaklaşık %65’i sünni İslamı, yaklaşık %35’i şii İslamı benimsemiştir. Başkenti Sana’dır.
Yemen 20. ve 21. yüzyılları istikrarsız olarak, sürekli çatışma ve savaş gölgesinde geçirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra, Yemen’de yönetim, İngiliz himayesi altındaki bölgeye ek olarak, çeşitli kabileler arasında bölünmüştü. Bu parçalı siyasi yapı, zaman içerisinde Yemen’de iki ayrı siyasi yönetime evrilmiştir. 1962’de Mısır destekli Yemen Cumhuriyeti’i (Kuzey Yemen) kurulmuştur. Bunun üzerine, Güney’de İngiliz egemenliğini saf dışı bırakmak için, Arap milli hareketinden Ulusal Kurtuluş Cephesi kurulmuştur. Bu mücadelenin sonucunda, 1967’de Güney Yemen bağımsızlığını ilan etmiş, Sovyetler Birliği ve Çin ile yakın ilişkiler geliştirerek sosyalist blokta yer almış ve Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti kurulmuştur.
Kuzey ve Güney Yemen 1990 yılında de facto olarak birleşmiş, 1994’te ise, resmi olarak birleşme tamamlanmış ve Yemen Cumhuriyeti ismini almıştır. Yemen Cumhuriyeti’nin cumhuraşkanı, Kuzey Yemen’in eski cumhurbaşkanı olan, Ali Abdullah Salih olmuştur. Salih cumhurbaşkanlığını 2011’e kadar devam ettirmiştir.
Yemen’de Bugüne Gelirken
2004’ten itibaren, Husiler Yemen’de varlığını güçlendirmeye başlamıştır. Husiler 1962’ye kadar yani Kuzey Yemen kurulmadan önce, Yemen’in kuzeyini yönetmiş olan, Şiiliğin Ziyadiye koluna bağlı bir gruptur. Ensarullah adı ile de anılan ve ülkenin yaklaşık üçte birini temsil eden bu grup, ayaklanarak 2004 yılında Yemen’in kuzeyindeki Sada bölgesini ele geçirmiş, çatışmalarda örgütün lideri Hüseyin Bedr-el Husi öldürülmüştür. 2010 yılına kadar Husiler ile Yemen yönetimi arasında 6 önemli çatışma meydana gelmiş, Yemen yönetimi Husiler ile, Suudi Arabistan desteğini alarak savaşmıştır.
2010 yılında, önce Tunus’ta başlayan, Mısır ile devam eden Arap ayaklanmaları Yemen’i de etkiledi. 2011’de ayaklanmanın şiddetini artarak sürmesi üzerine, Körfez İşbirliği Örgütü devreye girdi ve Salih görevden uzaklaştırılarak yerine, yardımcısı Mansur el-Hadi geldi. 2014 Eylül’de ise, Husiler, başkent Sana’yı kuşattı, 4 gün süren çatışma sonucunda Husiler başkenti ele geçirdi. 2015 Ocak sonunda Hadi istifa etti, Husiler ise Şubat ayında meclisi fesh ettiler. Hadi, Aden’e yerleşerek görevi buradan yürüteceğini açıkladı.
Yemen’de olanları anlamak için
Yemen’de ne olduğu, ne yapılması gerektiğ ve hangi tutumunun doğru tutum olduğu konusunda her kafadan bir ses çıkıyor. Ne yapılması gerektiği ve hangi tutumun doğru olduğu sorusu, elbette «ne”yin ve «kim”in tarafında olduğunuza göre farklılık gösterecek bir konu. Ancak, tartışmaların gelip dayandığı konu, mezhepçilik. Dolayısıyla, bu konu üzerinde biraz daha fazla durmakta yarar var. Ancak öncelikte, Husiler’in «kim” olduklarının ne talep ettiklerinin anlaşılması, bu konuda moral değerlendirmeler yapmak için bir ön koşula benziyor.
Husiler’in, 1960’lardan önce Kuzey Yemen’in yönetimini ellerinde tutsalar da, özellikle ABD’nin Irak işgalinden sonra güçlerini arttırmaya başlayan bir grup olduğu söyleyebiliriz. El Kaide’nin en güçlü kollarından birisi olarak görülen Yemen El Kaidesi ve geçen yıldan itibaren etkisini arttırmakta olan IŞİD’e karşı konumlanan Husiler, «Devrimci Komite” adı ile Yemen’de yönetimi ele almıştır. İdeolojik olarak Lübnan Hizbullah’ına yakın olan Husiler, özellikle dış politikada ABD ve Suudi Arabistan’dan bağımsızlığı savumaktalar. Bu nedenle, Yemen’in daha ziyade kuzeyinde yerleşik olan Ziyadiler’in yanısıra, ülkenin güneyindeki sol eğilimli kişiler de gruba destek vermekte. Husiler’in öncelikli siyasi hassasiyetinin, Yemen’de kangrenleşmiş ekonomik sıkıntılar, yoksulluk ve işsizlik olduğunu söylemek oldukça kolay. (www.aydınlıkgazete.com)
Mezhepçilik konusu ise, Ortadoğu ile ilgili yapılacak herhangi bir çözümlemede, mutlaka üzerinde durulması gereken bir konu olarak beliriyor. Yemen özelinde, mezhepçilik ise, Yemen’e müdahale eden devletler tarafından İran yayılmacılığına dayandırılmakta. O halde, İran’ın Şiiciliğine biraz daha yakından bakmakta fayda var.
İran’da 1979’da gerçekleşen rejim değişikliğinden sonra gündemde sıkça adı geçen «devrim ihracı” tezinin bir şekilde, farklı tarafları ile bugün de gündeme taşındığını görüyoruz. İran’daki rejim değişikliğinden sonra, İran’ın kısa bir süre, Şii eğilimleri fazla bir devrim ihracı politikası güttüğü rahatlıkla söylenebilir. O günün İran’ı açısından bakıldığında bu politikanın oldukça «rasyonel” gözüken tarafları da vardı. İran, bir Sünni Arap coğrafyasında hem Sünni hem de Arap olmayan tek devlete sahipti. (Türkiye, halkının çoğunluğu Arap olmayan ancak sünni olan bir devletti. Ayrıca, özellikle o günlerde hala «laik” sayılırdı). Bu durum zaten ABD’ye (ve Şah’a) karşı sürdürülmüş bir halk hareketinden sonra bölgede müttefiki kalmamış İran açısından rejimin güvenliğini oldukça tehdit eder bir hal almıştı. Nitekim 1979’dan hemen sonra, İran’da İran’ı kapsamayan hatta İran’a karşı oluşturulduğu maddelerinde açıkça belli olan Körfez İşbirliği Konseyi kurulmuştu. 1980’de ise neredeyse bütün dünyanın İran’a karşı Irak’ı desteklediği, Irak savaşı başlamıştı.
İran’ın özellikle 1979 rejim değişikliğini takip eden aylarda ve özelikle söylem bazında, rejim ihracı politikaları güttüğünü söylememize neden olacak birçok örnek bulunmaktadır. Nitekim, namı diğer İran devrimi ile Şiilik, yakın tarihte ilk defa resmi bir ideoloji olarak benimsenmişti. Bölgede aşırı derece yalnızlaşan İran’ın özellikle Irak’taki ve Arap yarım adasındaki Şii nüfusu kullanmayı planladığını düşünmek oldukça mümkündür. Ancak, Saddam, belki de bu «tehditi” sezdiğinden İran’a karşı savaş açtı ve bunu yaparken de İran’ın Kuzistan bölgesinde yaşayan Arapları kullandı. 8 yıl süren bu savaş özellikle İran açısından çok yıkıcı olmuştu. Ancak, yeni rejime, kendisini özellikle İran içerisinde sağlamlaştırmak için birçok olanak da sunmuştu. Pek rasyonel olarak sezilebileceği üzere, İran 1988’e kadar devrimini «ihraç” edebilecek konumda değildi. Nitekim «vatan” savunuyordu.
1990’lara gelindiğinde Humeyni ölmüş, Sovyetler Birliği dağılmış, Irak savaşı da bitmişti (Körfez savaşlarını saymazsak). İran özellikle Orta Asya’daki bebek cumhuriyetler üzerinde bazı aşırı islamcı grupları desteklemişti. Ancak aynı İran, 1990’larda Türkiye’deki İslamcı haraketleri de desteklediği gibi, Kürt hareketini de desteklemişti. Bu iki hareketi desteklerken belirli bir «islamcılık” gütmüş olabilecekse de, Şiicilik yaptığı pek söylenemezdi.
Bununla birlikte, İran Lübnan Hizbullahı’nı, Suriye’de Esad rejimini her zaman desteklemiş, özellikle Irak işgalinden sonra, Irak’taki büyük Şii nüfusu üzerinden Irak üzerinde etkisini arttırmaya çalışmış ve bunda büyük ölçüde başarılı da olmuştur. Ek olarak, Esad rejiminin Şii bir rejim olmadığı, laik olduğu, Esad’ın da Arap Alevisi diyebileceğimiz Nusayri mezhebinden olduğu belirtilmelidir. Ancak bu bilginin tek başına çok bir anlamı yok. Burada özellikle, İran’ın Esad rejimini desteklerken Şiiciliğin en azından ilk önemli unsur olmadığının örneklenmesi açısından Esad’ın partisi olan Baas´ın ezici çoğunluğunun Sunni olduğu belirtilmelidir. Suriye´nin %70´ten fazlası da Sunnidir ve Sunnilerin önemli bir bölümü de Esad´ın destekçisidir.
Ancak burada özellikle üzerinde durulması gereken bazı noktalar bulunmaktadır. Bunlardan ilki, ABD’nin her nedense, bölgedeki Sünni siyasi aktörleri, kendi çıkarları için uzun zamandır kullandığıdır. ABD 1980’lerden itibaren «Yeşil Kuşak” doktirini ile, sonra 2000’lerden itibaren de «ılımlı islamcılık” üzerinden bölgeye ideolojik olarak yoğun bir sünni mezhepçilik aşılamıştır. Bir bakıma, konjonktürel olarak, sünni mezhepçilik ABD’nin bölgeye müdahale araçları içinde başı çeker hale gelmiştir. Burada, İran rejiminin niyet okumasını yapmayacaksak eğer, Şiilik, tarihin bu evresinde, ABD’nin bölgeye müdahalelerine bir direnç noktası olması açısından, tepkisel bir nitelik kazanmakta, bir neden olmaktan çok bir sonuca işaret etmektedir. Buna karşılık, zaten 1979’da ABD’yi «büyük şeytan” ilan eden ve temel hatları ile ABD’nin Ortadoğu politikalarına karşı olan İran’ın, direnme araçları arasında zaten yapısal olarak birbirleri ile sorunlu olan iki gruptan diğerini «kullanması” güçlü bir alternatif olarak belirmektedir. Hala kabile hayatı süren, cahil ve yoksul bu halklar arasında, Ortaçağ ideolojilerinin tutulması ise hiç şaşırtıcı değildir.
Bölgede ve özellikle Yemen’de olanları, Şii yayılmacılığı olarak değerlendirmek, ya biraz üstün körü bir çözümlemenin sonucu ya da bölgeyi mezhep savaşına sürükleme gizli emellerinin bir sonucu olarak görülmelidir. Burada, savaşan piyonlar açısından tutunum ideolojisi mezhepler üzerinden şekillense bile, çatışmanın aslı çok daha grift bir yapıya dayanmaktadır. İran Şii olduğu için mi Husileri destekliyor? Husiler Şii oldukları için mi ABD ve Körfez ülkeleri tarafından kınanıyor? Yoksa, İran, anti-ABD olduğu ve Şiilik üzerinden daha kolay etkileyebileceği için mi Husiler’i destekliyor? Ya da Husiler, anti- ABD, Anti-Suudi oldukları için mi bölgeden aforoz ediliyor? Ortodoks ve eski komünist Rusya, neden Yemen ve Ukrayna olaylarını birbirine benzetiyor? Anti-ABD olmasaydı Şiicilik yapmak için hiçbir mantıklı gerekçesi olmayan Rusya, neden Arap koalisyona karşı İran’ın tutumunu savunacağını söylüyor? Bu şekilde daha da uzatılabilecek sorulara bir çırpıda yanıt vermeyi ise, tarihsel imkanlar mümkün kılmıyor.
Ancak, tüm bunlar arasında ABD ile bağımlılık ilişkilerinden uzak eşitler dengesine dayalı bir ilişki kurmaya çalışan, kılık değiştirmiş ılımlı islamcı İhvan’ı çökertmiş, yeni Mısır’ın, burada Körfez ülkeleri ve ABD ile birlikte hareketmesi ise, bu tablonun açıklanması en zor kısımlarından birisi. Böylelikle, Mısır’ın bölgede Şiilik-Sünnilik üzerinden devam edecek bir mücadelede Sünniler tarafında olacağının sağlam işaretlerini alıyoruz. Ayrıca, Arap dünyasının ağabeyi olan Mısır’ın, Arap coğrafyasında etkinliğini her geçen gün arttıran, Kızıl Deniz üzerinden, sanal komşusu olacak bir İran’a tahammülü olmadığını da söylemek mümkün görülüyor. Mısır’ın tarihsel ve teknik konular nedeniyle, ABD ile arasına çok belirgin çizgiler çekemeyeceği ortada. Ancak, hiç kuşku yok ki, gözü kara, nükleer bir İran, bir de yayılmaya girişirse karşısında Suudi Arabistan’dan başka Mısır’ı da bulacak.
Kısacası, Yemen yalnızca Yemen değil, Yemen’de Ortadoğu’yu görüyoruz.