Ocak Ayının Uğursuz Son Haftası ve Uğur Mumcu

Türkiye’nin devlet, siyaset, kültür, sanat ve bilim alanlarındaki kayıplarının ocak ayı sonu itibarıyla takvimimizde özel bir yeri var. Hepsini sıralayacak değiliz, ama bazılarından söz edeceksek bile şu adları anmadan geçemeyiz. Gazeteci Uğur Mumcu ve Diyarbakır Emniyet Müdür Gaffar Okkan 24 Ocak (1993, Ankara ve 2001, Diyarbakır), Los Angeles Başkonsolosumuz ve Konsolosumuz Mehmet Baydar ve Bahadır Demir 27 Ocak (1973, ABD)[1], Prof.Dr. Tarık Zafer Tunaya 29 Ocak (1991, İstanbul), Prof.Dr. Uçkun Geray 30 Ocak (2009, İstanbul), Prof.Dr. Muammer Aksoy 31 Ocak (1990, Ankara) günleri aramızdan ayrıldılar. Şüphesiz bu kişilerin hepsi birbirinden önemli, ancak biz kayıplarımızın hepsini anmakla birlikte bugün yalnızca Uğur Mumcu’yu konu edineceğiz. Mumcu, ülkemizin içinde bulunduğu durum nedeniyle önemi her gün daha da artan bir aydınımızdır. Bu yüzden geçen hafta yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda yapılan anma toplantılarında özel olarak anıldı.

Olduklarından fazlası olan insanlardandı, yazdıklarından fazlası olan yazarlardan biriydi, yaşadıklarından fazlası olan öldürülenler arasındaydı.

Gazeteci olarak ünlü olan Uğur Mumcu, öldürülmeseydi mutlaka Ergenekon sanıkları ve kahramanları arasında bulunacak, en fazla hedef alınanlar arasında olacaktı. Çünkü Cumhuriyet düşmanları, Cumhuriyetçileri etkisizleştirmeye çalışmışlardı, çalışıyorlardı.

Mumcu, güçlü bir yazar, titiz ve sabırlı bir araştırmacı, iyi bir gazeteci, (kendisi kabul etmezdi ama) aynı zamanda bir «tarihçi«ydi. Bu özellikleriyle çok iyi bir arşivciydi. Çünkü belge ve kayıtların önemini bilen, belge ve kayıtlara dayanarak yazmak isteyen arşivci olmak zorundaydı.

Diğer bir başka önemli yanı ise, (kendini öyle tanıtmazdı ama) mizahçı olmasıydı. Kitap ve makalelerinin çoğu, Aziz Nesin’in deyişiyle, okuyanları acı acı güldürürdü, güldürüyordu. Sohbeti tatlı bir insandı, espriliydi, güzel fıkra anlatırdı. Ancak «fıkraları” aslında fıkra değildi, çoğunlukla hayattan alınmış, yaşanmış olaylardı, kendi yaşadıklarıydı, başından geçenlerdi ve gözlemleriydi. «Fıkraları”, yaşanılan ve yaşadığı şeylerden, karşılaştığı anlamsız ve gülünç olaylardan aktarılmaydı. Zaten yazdıkları içinde fıkra olacak özellikte çok şey bulunurdu.

Baskı dönemlerinin özel yazarıydı, baskılarsa her zaman mizahın gelişmesine ve gelenekleşmesine yol açmıştı, açıyordu. Tarihimizdeki önemli gazeteci ve yazarların çoğu zaten onun gibi mizahçıydı. Aslında bizde mizah bir Jön Türk geleneğiydi. 19. yüzyılda yenilikleri savunmayla başlayan, istibdada karşı mücadeleyle devam eden modern «muhalefet tarihimiz’’in mizah dergileriyle doludur. «Jön Türklerin çoğunluğu hayatı seven, hayattan zevk alan, hayata güleryüzle bakan, neşeli, şakacı, hoşsohbet ve ‘nüktedan zatlar”dı.”[2] Uğur tam olarak onlardan biriydi. İkinci Dünya Savaşı sonrası mizah yazınının patlama yıllarıydı. Uğur Mumcu da, İlhan Selçuk gibi, bu çizginin bugüne gelmiş temsilcilerindendi.

Atasözü gibi olmuş deyişleri vardır. „Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanları« eleştirmesiyle çok bilinir hale gelmiş olanı bunların en ünlüsüdür.

Tarih, orta çağ, dünya savaşları, uluslararası ilişkiler ve çatışmalar, dış politika, emperyalizm, bağımlılık, bağımsızlık, uluslararası gizli örgütler konuları arasındaydı.

Osmanlı tarihi, Cumhuriyet tarihi, Kurtuluş Savaşı, Atatürk, Atatürk sonrası tarihimiz, bağımsızlığımız, milliyetçilik, laiklik, Kürt sorunu, isyanlar, Ermeni sorunu, irtica, tarikatlar, sağ, sol, solun tarihi, önemli solcular, sağın geçmişi, önemli sağcılar, iktidarlar, soygunlar, devlet kurumları, MİT, ordu, polis, adliye, devlette gizli örgütler, faaliyetleri, Türkiye’nin komşularıyla ilişkisi, Batı ülkeleriyle ilişkisi, başka uluslararası ilişkileri, bunların hepsini sayılamayacak ölçüde yazıda ve kitapta ele almıştı.

Onun yazdıkları Türkiye’nin bütün sorunlarını kapsıyordu. Hiç bir önemli sorunumuz yoktu ki Mumcu onu konu etmemiş olsun.

Her zaman günceldi. Bütün cephelerde savaşan bir gazeteciydi. 80’li yılların sonundaki yazılarında, Ankara’da CIA istasyon şefi Paul Henze, Gladyo, Kontrgeilla, CIA, NATO ve «müttefiklerimizden” kaynaklanan sorunlar, Amerikancı darbeler, ABD’nin Kürt açılımı, Apo’da MİT himayesi, Çatlı, Ağca, senet mafyası-MHP, hep didik didik edildi, bunlar bütün yönleriyle onun çalışmalarıyla teşhir oldu. Amerikancı 12 Eylül’le birlikte sona eren ASALA terörünü çok yazısında işledi.

Bağımsızlıkçı, aydınlanmacı, «Kalpaksız kuvay-ı milliyeci”, ödün vermez bir Atatürkçü, sağlam bir Cumhuriyetçi, antiemperyalist ve devrimci olarak örnek bir kişilik olan Uğur Mumcu, gerici, çıkarcı ve soyguncu güçlerin hedefiydi. Mumcu son olarak MOSSAD-PKK-MİT ilişkileri üzerine yoğunlaşmıştı. Bu yüzden, Mumcu’nun, yazdıklarından dolayı cezalandırılmak istendiği için değil, daha yazmamış olduklarını yazdırmamak için, yazmasını önlemek için öldürüldüğünü söylememiz yanlış olmaz.

Amerikancı darbelerin analizcisi, dokunulamayan konuların didikleyicisi, 12 Mart’ın «sakıncalısı”, 12 Eylül’ün mağduru, «Türk-İslam sentezi”nin başbelası olan Uğur Mumcu, dünya çapında önemli bir gazeteci olarak bir cinayete kurban gitti. Mumcu cinayeti bir «faili meçhul«dü ama ölüm, Gladyo tarafından planlanmıştı.

«Uğur Mumcu Uzun Takip”ten kısaltma olarak kodlandırılan «UMUT operasyonu”, polis, emniyet ve savcılıkların onun katillerini bulmak için değil, gizlemek için işlev görmüştü. Tetikçilerin arkasında güçler ortaya çıksa, çıkarılsa, sarsıntı büyük olacaktı.

İçinde yaşadığımız günlerin gelişme çizgisini, 80’li yıllarda Uğur’un yazdığı yazılarda görüyoruz. Kadrolaşma, din görevlileri, Harp Okulunda irticai eğitim bugünlerin çıkış noktalarıydı.

Sözlerimizi, öldürülmeseydi Mumcu’nun bugün Aydınlık’ın yazarları arasında olacağını belirterek bitirebiliriz. Çünkü Cumhuriyet gazetesinde çok uzun yıllar çalışmış ve sürekli yazmış Uğur Mumcu, bugünün Cumhuriyet gazetesinde ya çalıştırılmazdı, ya da o kendisi çalışmazdı.



[1] Bu iki devlet görevlimiz, ASALA terrör örgütünün saldırısı sonucu şehit edilmişlerdir.

[2] Alp Hamuroğlu, «Direnişin Tarihsel Kökü / Jön Türklerin Mücadele Geleneği”, Bilim ve Ütopya, sayı 231, Eylül 2013, s. 54.

Bunları da sevebilirsiniz